31 Ocak 2011 Pazartesi

Kendi Evimizde Kilitli Kaldık

Bugün şu saatte çok ilginç ve trajikomik bir hikayeyi anlatacağım. Başımızdan geçen bir olayı anlatacağım tabii ki.

Biz, 1+1 olan evimizin tek odasını kullanıyoruz. Yataklarımız, ortada bir masa, televizyon ve her yatağın önünde birer bilgisayar şeklinde. O yüzden hep bu odada geçiyor günlerimiz, diğer odada bir bok yok. Bu odanın kapı kolunda ufak çaplı bir sorun olduğu belliydi zaten, içten içe büyümüş bu sorun ve bizi kepaze etti en sonunda. Kapı kolu bozulmuş, kapalı olan kapıyı açamıyoruz. O odada mahsur kaldık. Evin anahtarı dış kapının yan tarafında asılı, dış kapı da arkadan emniyet kiliti ile kilitlenmiş durumda. Yani penceren çıkıp normal kapıdan girmek gibi bir şans direktman ortadan yok oluyor.

Tabii biz düşünmeye başladık. Hemen televizyonun çubuğunu kullanarak ana kapının kiliti açıldı. Kapıya 30 cm uzakta olan anahtara ise ne yazık ki ulaşamadık. Bu yönden kapılar kapanınca, kiliti açmaya çalıştık. Menteşelerle oynadık. Ama yok. En sonunda kırmaya çalıştık kapı kolunu ama yine yok. Bir bok olmuyor, follofoş oldu kapı kolu ama hala duruyor yerinde. Her neyse, son çare olarak kapının camını kırıp öbür tarafa geçmek ve kapıyı tekmeyelerek açmak planını uygulamaya koyduk.

Sandalye ile cam kırıldı. Akabinde ufak bir parça kaldı alt tarafta, onu da ayağımla kırayım dedim. Biraz yüksekte dursun diye altında dümdüz sivri bir cam daha koydum ve bastım tekmeyi. Sonradan koyduğum ve dik duran cama girdi ayağım topuktan. Allahtan fazla derine girmedi ve geniş kesmedi. Ama bayağı kan aktı.

Her neyse cam kırıldı, öbür tarafa geçildi ama öbür tarafta bir skim olduğu yok. Tekrar bizim taraftan çalışmalara başlandı. Derken ben umudu kestim, pc başındayım... Bu sırada İsmail açtı kapıyı.

Temizlik yaptık mal gibi. Şu an değiştirmemiz gereken bir kapı kolu ve kilit; onun haricinde de cam var. Muhtemelen kapı kolunu tamir ettirip, camı ev sahibine kakmamızı sağlayacak pembe bir yalan uyduracağız.

29 Ocak 2011 Cumartesi

Kaş - Antalya - Eskişehir

Bu hafta yollardan çok çektim. İlk olarak Cuma günü Eskişehir'den Kaş'a; Ardından Kaş'tan Antalya'ya; ve son olarak da Antalya'dan Eskişehir'e.


Eskiden Antalya Kaş arası 4 saatlik yol fena uzun gelirdi, şu an 10 saatlik yollara alıştığımız için pek de uzun gelmiyor o yol. Her neyse, Kaş yağmur dışında güzeldi. Yağmuru sevmediğimi bir kez daha üstüne basarak belirtmek istiyorum ve devam ediyorum; sürekli yağdı allahın belası. Dışarıya çıkamadık doğru düzgün. Eskişehir'in soğuğu, Antalya'nın yağmuru... Bezdiriyor ikisi.

Kaş'ta 2 gün kalmayı planlamışken, 5 gün kaldık. Tam tekrar Kaş'a alışmıştım ki dönmemiz gerektiği için döndük. Bu arada Antalya üzerinden geçtik tabii. Öğrenci Kimlikleri vardı, onları aldık. Antalya Eskişehir'den daha güzel ve yaşanılabilir geliyor bana. Orada gördüğüm insanlar daha bir sıcak geliyor bana niyeyse, huzurlu hissediyorum kendimi Antalya bölgesinde. Zaten direkt iklim olarak alışkın olduğum iklim olduğu için direktman seviyorum.

Eskişehir'e dün sabah geldik. Bayağı bir uyuz oluyorum şuraya geldiğime. Antalya'yı görünce, kıyaslama yapınca cidden fena uyuz oluyorum Eskişehir'in haline. Neyini övüyorlar buranın, neyini seviyorlar anlamıyorum. Herkesin kendi memleketi işte, benim için Antalya bir numara.

Antalya'dayken bir Araştırm firması aradı, mail yoluyla kendilerine iş başvurusu yapmışım, gelin görüşelim dedi. Bugün oraya gittik görüştük. Fena değil gibi şartlar. Sanırım değerlendireceğiz bunu. Ekstra gelir elde etmemiz cidden rahat bir nefes almamızı sağlar.

Bu arada Kaş Aydın Haber'in son sayısı yayınlanmış ve benim yazı da oradaymış. Hoş, yazmaya devam etmeyi düşünüyorum. Oyunlarla ilgili yazmak, okunmak istiyordum; benim elimde olmayan sebeplerden ötürü gerçekleşmedi şimdilik. Bu yüzden o boşluğu bununla doldururum artık. Ki o gazeteyi alanlar muhtemelen benim yazımı da okuyorlardır ve zaten 6 bin nüfuslu bir ilçe olduğu için Kaş, 10 kişi okuyosa yeter diyorum ben...

Sabah kurs var. Erken kalkmak zorunda olmak beni uyuz ediyor. 

26 Ocak 2011 Çarşamba

Kaş'ın Toplumsal Zihniyeti Üzerine

3 Aralık 2010 tarihinde üstte okuyabileceğiniz başlıkta bir yazı yazmıştım. Bugün gelen habere göre bu yazım Kaş Aydın Haber'de yayınlanacakmış. Öyle olduğunu duyunca, buraya da koyayım dedim. Keyifle okuyunuz. =D


Kaş’ta doğmuş, büyümüş ve buranın yerlisi olan bir bireyin, Kaş’ta yaşadığı sürece bazı sınırlarının olduğunu bilmesi gerekiyor. Kaş insanı dediğimizde akla gelen bir birey olmak ve bu akla gelen şeylerin dışına çıkmamak… Kaş’lı bir insandan beklenen budur. Bu durumun biraz dışına çıkmak ise çok farklı ve bir o kadar da ilginç olaylar doğurabilir.

Böyle bir yazı yazmak gibi bir düşünceye kapılmamı sağlayan, yakın dönemde gerçekleşmiş bir olay var aslında. Birden bire ortaya çıktı diyebilirim. Ona girmeyeceğim. Çünkü ben direkt, Kaş’ta doğmuş ve büyümüş olan bir birey olarak; bazı kriterlerin dışına çıkmakla birlikte yaşadığım şeylerden bahsedeceğim.

Bundan 2-3 yıl öncesine kadar gayet sıradan ve dikkat çekmekten uzak bir yaşantı sürmekteydim. Zamanla değişen ve gelişen düşünce yapım; bununla birlikte ilgi duyduğum şeylerin farklılaşması sonucu tamamiyle “Kaş insanı” portresinin dışında bir insan haline geldiğimi düşünüyorum.

Kaş’ta yetişmiş biri için o kadar zor dönemlerden geçtim ki (geçtik ki aslında; var daha benim gibiler), kimseler inanamaz. Öncelikle insanların, sizin farklı olduğunuza tatmin olması gerekmekteydi. Ki bu durum sanırım yeni yeni oturmaya başladı. 2-3 yıllık bir süreçten bahsediyoruz. Küpe takmaktan, saç uzatmaktan, metal müzik dinlemekten ve gitar çalmaktan. Onun öncesinde yüzlerce web tabanlı proje yapmaktan. Tüm bunların akabinde, Kaş halkı sizi kabullenebiliyor.

Küpe takmak demişken, oradan başlayalım. Kaş insanı küpeye karşı çıkar. Zihniyetleri gereği, terstir. Kadına özgü bir obje olarak gördükleri için olsa gerek, küpe takan erkeğe potansiyel eşcinsel gözüyle bakarlar çoğu zaman. Tabii son dönemde bu durumun yaygınlaşmış olması sebebiyle biraz olsun kabul görmeye başladılar diyebiliriz ama halen küpe pek hoş karşılanmıyor. Karşılanmalı.

Bir diğer ters durum ise tabii ki saç. Kaş zihniyetine göre, saç uzatmak erkek işi değildir. Erkekler saç uzatmamalıdır. Saç demek, kadın demektir. Saçlı erkek olmaz. Yine küpede olduğu gibi, potansiyel eşcinsel olarak görülebilirsiniz insanların gözüne. Yavaş yavaş alışmaya başlamış olsalar bile halen pek hoş karşılanmıyor. Yolda iki kişi yürürken, saçlarınız sebebiyle “bunlar kız mı erkek mi şimdi” gibi laflara alışıyorsunuz tabii bir zaman sonra ama onlar bu tarz sözleri söylemekten asla vazgeçmiyorlar. Kaş. Zihniyet tek sonuçta ve kolay kolay değişmiyor. Nedir yani, saçımız uzun diye gezmeyelim mi? Hayır bu durum sadece Kaş’ta da değil aslında. Antalya’nın Güllük’ünde gece yarısı yürürken motorla geçen bir grup insanın tehdit eder gibi bize el hareketi çekmesi bunun en güzel örneğidir sanırım.

Evimde müzik dinliyorum. Türkü dinlemiyorum. Pop müzikten hiç hazetmem. Türkçe müzik nadiren dinlerim. Kaş’lı zihniyete göre sadece böğürmekten ibaret olan “Metal” müziği dinlerim ben. Tabii bunun da bir hayli kötü bir getirisi var, Kaş’lı zihniyetiyle yorumlayınca. Satanist bile yaptılar beni. O derece. Ben bu müzikleri dinliyorum diye satanist olarak sıfatlandırılıyorum. Böyle bir şey yok. Satanist, şeytana tapan demektir. Bizim şeytana tapmak gibi bir eylemimiz hiç olmadı. Gören de bizi ayinler düzenleyip, kedi kestiğimizi falan sanacak. Ama yok öyle bir şey. Eskiden anfitiyatroya gider, bir ateş yakar ve sosis kızartırdık. Şimdi onu da yapamıyoruz, zira yaktığımız ateşten ötürü bizim şeytani bazı ayinler yaptığımızı sananlar olabilir.

Aslında tek bir örnek ile zihniyeti anlatabilirim. Misal, biz bir gün konser verdik. Kaş Meydan’ındaydı ve bayağı bir insan vardı. Hard rock yapmaya geldik oraya, grubumuzun türü buydu. Sahnede “Metallica – Seek And Destroy” çalıyorduk; yanıma bir arkadaş geldi ve peçete koydu. Peçetede istek parça yazıyordu, “Cengiz Kurtoğlu – Liselim”. Çalamadık tabii. Nasıl çalalım, rock yapıyoruz biz orada. Rock müzik konseri olduğunu kocaman fontlar ile belirtmiştik afişimizde. Ancak oraya bizi dinlemeye gelen insanların beklentilerini karşılayabilmek için arabesk çalmak gerekiyormuş. O gün anlamış olduk. Çalamadık, kötü grup olduk. Beğenenler de oldu tabii, sağolsunlar… Rock konserine gelip, arabesk şarkı isteyen zihniyetten bahsediyorum.

Sonuç olarak söylemek istediğim şey şudur: artık bazı şeylerin normal karşılanması gerekiyor. Ben küpe takıyorsam, bu benim tercihimdir saygı duyulmalı. Saç uzatıyorsam, saygı duyulmalı. Dinlediğim müzik ne olursa olsun saygı duyulmalı. Ben de senin dinlediğin müzikleri beğenmiyorum ama seni bazı kılıfların içine sokmuyorum, öyle değil mi…

Yeni nesil cidden eski nesil ile çok alakasız. O yüzden, alışınız efenim. Çocuklarınız, torunlarınız ve hatta onların da torunları; biz ve bizim gibi olacaklar. O zaman, sizin istediğiniz gibi yetişen (Kaş’lı zihniyetine uygun olarak yetişen) çocuklar ise toplumdan dışlanan farklı kesim olacaklar. Göreceksiniz…

Ben de bir Kaş’lıyım. Kimse yanlış anlamasın. Sadece bu yazıyı bir öz eleştiri olarak kabul ediniz. Kaş’ın yaz aylarında aldığı o modern ve üst seviye görüntünün hatrına, zihniyeti biraz değiştirelim, geliştirelim. Bir şeyleri kabullenelim.

23 Ocak 2011 Pazar

Yapmak İstediklerim

Öncelikle yeni bir gitar almam gerekiyor. Uzun zamandır, hatta ilk başladığımdan beri aynı gitar ile takılmaktayım ki artık cidden çok boktan geliyor o gitar. Zaten boktan da  yani... Güzel bir taksit seçeneği ile yepyeni bir Epiphone Special II almayı planlıyorum. Paraya kıyabilirsem eğer şu an birinci sıraya yerleştirdim onu ihtiyaç olarak. Tabii ilk olarak kredi kartımın çıkmasını beklemem gerekiyor.


Bunun dışında dövme yaptıracağım 3-4 ay içinde. Zaten yıllardır kafamda olan bir şey bu ve geçtiğimiz bir yıl içinde kafamda belirlemiştim istediğim deseni ve yapılacağı yeri. Sol bacak bileğimin dış kısmına, Gibson Les Paul deseni yaptıracağım. Onun için nakit paraya ihtiyacım var elbette.

Eskişehir'e dönünce bir işe girmeyi düşünüyorum. Part time eleman arayan bir barda çalışmaya başlasam harika olur mesela. Hem saatler bana uyar, hem de güzel iş yani. Ve ayrıca sosyaleşiriz orada. AÖF bokuna bağlı kalmamış oluruz böylece. En önemlisi de para kazanmış olmak tabii.

Gitarinceleme.com'u da tekrardan aktif hale getirme planım var şu an ancak biraz zor olacak sanırım bu. Hem kendime ayırabileceğim vakit daraldı hem de ilk zamanlardaki  hevesim pek kalmadı. Ama bu işlerin istikrar ile doğru orantılı olarak geliştiğini kavramış biri olarak; zorlayarak da olsa bir şeyler yapmam ve bu projeyi ayakta tutmam gerekiyor.

Ve son olarak EsEsEmlak.net olayından da artık para kaldırmak istiyorum. Bir şeyler yapılmalı artık.

22 Ocak 2011 Cumartesi

Tekrar Kaş

Evet, ilk defa evimden bu kadar uzun süre uzak kaldım. Aslında pek buraları özlediğimi söyleyemem. Sadece iklim konusunda bayağı bir içleniyordum Kaş'ı düşünürken. Ulan ne güzeldir şimdi oralar falan diyordum sürekli ama pek de harika değilmiş Kaş =D. Eskişehir kadar soğuk değil tabii ama Eskişehir'de olmayan ve hayatı daha boktan bir hale getiren bir şey var Kaş'ta; o da yağmur. Yağmuru sevmem, nefret ederim, her şartta duyunca bir sinir basıyor üzerimi, öyle bir şey. Kaş hep güneşli, sıcak ve sakin haliyle kafamda belirdiği için, buraya gelirken yine o tablo ile karşılaşacağımı düşünmemden ötürü olsa gerek hayal kırıklığı yaşadım.

Her neyse... Eskişehir'e ses sistemi götürmemiştim. Laptop'ın sikindirik onboard hoparlörü ile pek tat alamıyordum, bugün eve gelince ilk iş olarak zevk ala ala müzik dinlemeyi geçiriyordum içimden ancak o da olmadı. Geldim eve ve bana ait olan hemen hemen tüm düzenin anası sikilmiş. Ulan gitmemi mi bekliyordunuz =D... Neyse ki ses sistemimi tekrardan bağladım bilgisayara ve şu an keyfini sürüyorum fazlasıyla.

Kaş'ta bu gece için hoş planlar vardı ama hava sebebiyle iptal olmak durumunda kaldı. Yarına yapılırsa yapılacak artık bir şeyler. Zaten 2 gece kalacağız burada. Akabinde Antalya'ya gidip Öğrenci Kimliği çıkartacağız. Sonra da Eskişehir'e döneceğiz. Ben 23 Şubat'ta tekrar gelmek zorundayım, mahkemem var. Hayatımda ilk defa mahkemeye çıkacağım, zanlı olarak. =D Ahaha.

19 Ocak 2011 Çarşamba

Muhteşem Yüzyıl

Aslında izlenebilir bir dizi. Hatta severek izliyoruz bile denilebilir. Hatta ve hatta Türkiye'de şu an çekilen en iyi dizi bile denebilir. Türk yapımı dizi izlememe orucuma son noktayı koyması sebebiyle ilginç bir dizi benim için. Ancak çok saçma salak şeyler var.


Dizinin girişine "Hayal ürünüdür" cart curt uyarısı koymak ile olmuyor bence. Nedendir bilinmez bizim türk dizilerinde illa ki bir şekilde aşk ve hatta sevişme yumağı işlenilmek zorunda gibi. Misal hiçbir yabancı dizide bu kadar fazla aşk ile örülü bir kurgu bulamazsınız. Onlar daha çok hikayeye yönelirken, biz sadece aşk ve sevişmeye yöneliyoruz gibi. Klasik olarak tüm yerli dizilerde boşta kalmayacak şekilde herkes birbirine aşık olur; Kavak Yelleri'nde birbirine veriştirmeyen kalmadı mesela. Her neyse, biraz ağırlığı olması gereken bir konuyu işleyen Muhteşem Yüzyıl bile türk dizilerinin olmazsa olmaz geleneğini sürdürmeye devam ediyor. İnsan fetih seyretmek istiyor, kuşatma seyretmek istiyor; tarih sırasına göre gidiliyor tabii ancak ne bileyim en azından bir ön hazırlıkları bari göstersinler mesela Rodos seferinin. 2 dakikada savaş kararları alınıyor, 30 dakika bir yüzüğün peşinden koşuluyor. Cidden olacak iş değil.

Onun haricinde Kanuni'nin bu kadar amsalak olduğunu da bilmezdim açıkçası. Adamın performan mükemmel. Öyle ki göz kapamalı falan fantezilere giriyor bile sandım bir ara; neyse ki sadece yüzük vermek için bağlamış gözleri. "Akşama halvet var" diyor Kanuni, "akşama sikiş var" ın Osmanlıcası...

Mahidevran'ın, öküz cüsseli Hürrem'i perişan etmesi ise ayrı bir olay. Cidden nasıl yaptı bunu hala anlamıyorum.

Şehzade Mustafa ise çok çok ayrı bir olay. Çocuk o yaşta neler biliyor... "O senin kardeşin değil, kulun" dediği an şok oldum resmen. Ulan bu velet ne sayıklıyor? Geçen bölümlerin birinde de millete emirler saçıyordu, Valide Sultan'a bile. "Ben kardeş istemiyorum" ergen tripleri de cabası tabii.

Dizinin bir başka saçmalığı ise Macar Kralı'nın bozuk bir aksan ile Türkçe konuşması. Aslında bir problem yok gibi gözükebilir ancak Venediklilerin kendi dillerini konuşması ve altyazı ile konuşmaları takip etmemiz üzerine bayağı bir abes hale geliyor durum. Ulan bir karar verin, ya türkçe yapın komple yabancıları, ya da komple altyazılı yapın.

Ve son olarak Mahidevran > Hürrem bence. Hürrem'in "Sultan Sülüman bekler" repliği de bayağı bir efsane olacak sanırım bu gidişle.

18 Ocak 2011 Salı

Uyanamadık...

Evet, bugün kurs vardı saat 10:00'da. Bildiğiniz veya bilmediğiniz üzere çizim kursuna başlamıştık ve ilk kez geçtiğimiz pazar günü kursa katılmıştık. Fakat o gün bir saatlik uyku ile oraya gitmemiz sebebiyle bayağı bir afallamıştık.

Bugün yine aynı senaryo olacaktı zira uyku düzenimizi yoluna koymak değil daha da içine etmiş bir vaziyetteydik. Hatta dün 18:00'de dersimiz vardı ve 17:10'da uyanabildik, düşünün. Bugün ise ondan daha vahimdi elbette. 6:00'da uyumak için yataklara girdik ve iki buçuk saat sonra uyanmamız gerekiyordu. Ancak uyanamadık. Ve böylece kursu da kaçırmış olduk. Yaklaşık 45 dakika önce uyandım ben. Umarım yarın uyanabilir ve kursa gidebiliriz.

17 Ocak 2011 Pazartesi

Çizim Kursuna Başladım

Eskişehir'de nihayet vakit geçirecek ve ileriye yönelik bir olay bulabildik. Özellikle AÖF'nin hiçbir skime yaramadığının farkına varmamız ile birlikte bir arayışa girmiş ve daha önce ki bir yazımda bahsettiğim Atölye Garaj'ı bulmuş ve kurs için söz almıştık. Bugün sabah 6'da uyuyup, 8:30'da uyandık kurs için. Kahvaltı yapıp yola koyulduk ve tam saatinde -10:00- atölyeye geldik.

Yaklaşık 45 dakikalık geyik muhabbetlerin akabinde bir şeyler yapmaya başladık. İlk olarak çizgi çizdik. Sanıyorum ki yaklaşık olarak yarım saat boyunca sadece yanlamasına, diklemesi ve 45 derecelik açıya sahip çizgiler çizdik. O kadar eğlendim ki, anlatamam.

Akabinde form alma deninlen olayın temelini öğrenip, bir kaç form çıkartma gayretinde bulunduk. Form çıkartmak harika bir olay, misal hiçbir bok bilmeyen bir insan bir bardağı rastgele gördüğü gibi çizmeye kalkarken, bizim gibi bilgili (=D) insanlar nesnenin formunu çıkartırlar ilk olarak. Barney Stinson'ın "Naked Man" bölümünde, Naked Man numarasını öğrendiğinde verdiği tepki ile benzer tepkiler verdim şahsen form olayını öğrenince. İyi düşünmüşler.

Kursu sevdim. Sanırım hiç aksatmadan söyleneni yaparsak, cidden seneye Akdeniz Üniversitesi'ndeyiz. Kurs ortamı da bir hayli hoş, hiç kurs veya okul havası yok; gayet ferah, sıcak ve nezih bir ortam.

15 Ocak 2011 Cumartesi

Yurtiçi Kargo...

Kaş'tan kargo ile bir takım eşyalarımı göndermelerini istedim. Sadece ehliyetim, web cam'im ve biraz da zeytin yağı (yağ masrafı olmasın diye) göndermelerini istedim. Kaş'tan Eskişehir'e bir günde getiriyorlar kargoyu, süper bir olay. Ama bir ibnelik yapmasalar olmaz tabi...

Saat 16:00 sularında uyandım ve kargo margo gelmemişti. Kargo firmasını aradığımızda bir not bırakılmış olabileceğinden söz ettiler. Apartman kapısına gittim ve bir not vardı. Notta şöyle yazıyordu: "Söz verdiğimiz üzere kargonuzu kapınıza kadar getirdik ancak siz yoktunuz.". Ulan gavat, içerideydim ben. Uyuyordum. Kapıyı bir kaç kez daha çalmış olsa uyanıp bakacaktım kapıya muhtemelen. Pek bir siklemez oldukları için en fazla 2 kez çalıp siktir olup gittiler anladığım kadarıyla. Bizim apartmanın koridor ve merdiven elektrikleri çalışmıyor, haliyle ziller de çalışmıyor. Kapıya tıklama şeklinde oluyor sistem, haliyle duymak da daha zor oluyor. Şerefsiz herif bunu akıl edememiş olacak ki, 2 kez daha tıklamak aklına gelmemiş ve sikinde değil zaten basmış gitmiş.

Kargonun bizimle ilgili şubesine gittim. Kargoyu oradan teslim aldım. İlk paragrafta da belirttiğim gibi sadece üç parça şey istedim ama bu koli biraz fazla ağırdı. 14 kiloydu. 5 km yolu elimde o koliyle gezdim ve o kadar sinirlendim ki anlatamam. Eve geldiğimizde kapının önüne koliyi bıraktım ve kapıyı açtım. Akabinde kolinin neden bu kadar ağır olduğunu anlamak adına açmaya başladım. Ve içinden çıkanları listeleyeyim.

Zeytin yağı, tereyağ, kuru fasulye, bal*, çikolata, zeytin, börek, kurabiye, badem, ceviz, şeker, tencere, ehliyet, para, web cam. Evet, istediğim üç parça şeyin aksine, ne varsa konulmuş koliye.

Balı cam saklama kabına koymuşlar. Cam kırılmış. Güzelim bal göte geldi. Balı kurtarabilir miyim düşüncesiyle, camdan ayıkladım. Yarısını kurtardım fakat temiz olduğunu sanmıyorum o balın. İçinde muhakkak küçük cam kırıkları kalmıştır. Camları ondan ayrıştıracak bir yöntem üzerine düşünmekteyim şu an. Onu geçtim, elimi de kestim camlardan...

Evet, tüm bunların tek sorumlusu olarak Yurtiçi kargoyu görüyorum. Şerefsizsiniz. Bir daha sizinle kargo gönderirsem, ben de şerefsizim.

14 Ocak 2011 Cuma

Ömer Üründül ile Nietzsche Arasındaki İnanılmaz Benzerlik


Ömer Üründül isimli futbol bilgininin, fikir babası olarak görebileceğimiz kişinin Friedrich Nietzsche olduğunu görmemizi sağlayan bir benzerlik buldum. Az önce farkettim olayı ve şoktayım.

Nietzsche'nin `Böyle Buyurdu Zerdüşt` isimli eserinde geçmekte olan bir cümleyi okuduktan sonra kafama dank etti durum aslında ve o sözleri yazayım hemen.
  • "Bir çok insan geç ölürken, bazıları çok erken ölür."
  • "Kuş attan daha hızlıdır."
  • "Denizin dibi sakindir."
- Friedrich Nietzsche

Bir de Ömer Üründül'den bir kaç replik alalım ve inceleyelim;
  • "Chelsea 5 gol atınca, farka gitmiş oldu."
  • "İki takımda gol atamazsa berabere biter."
  • "Maç bitmeden iki takım da gol bulabilir."
  • "Bu gol olsa, bir farklı öne geçeceklerdi."
- Ömer Üründül

Yani. Aslına bakarsanız pek de bir şey söylemeye gerek yok gibi. Düşünce sisteminde bariz bir esinlenme olduğu gayet açık ortada.

13 Ocak 2011 Perşembe

Çıkış Yolu Bulundu

Bugün itibariyle çok önemli kararlar almış ve adımlar atmaya başlamış bulunmaktayım. Özel Yetenek Sınavları her zaman bana cazip ve biraz da basit görünen bir yol gibi görünmüştür. Sonuçta soru çözmüyorsun, puan alman gerekmiyor. Derken Eskişehir'de bu sınavlar için çalışmaya karar verdik İsmail ile. O çizim üzerine bir şeyler düşünüyordu, ben ise müzik.

Her neyse, o çalışmalara başladı hevesli bir şekilde ve kendine yol gösteren birini de buldu. Ben ise mal gibi kaldım. Müzik ile ilgili bana yol gösterecek tek insan bulamadım. Haliyle bayağı umutsuz bir halde takılmaktayken, bir gün 85 liraya aylık çizim kursu olduğunu gördük (Atölye Garaj). Müzik dersleri ayda 200 liradan başlıyordu, fena sarsılırdı bütçem.



Düşündüm biraz. Çizim ile herhangi bir Güzel Sanatlar Fakültesi bölümüne girmeye çalışanların sayısı 500, okula kabul edilen öğrenci sayısı ise 180 civarıymış. Akdeniz Üniversitesi'nde böyle. Müzik bölümünde ise yine 500 kişi sınavlara giriyor ve 30 ile 60 arası öğrenci alınıyor yurt genelinde tüm üniversitelerde. Anlayabileceğiniz üzere çizim ile yüzde 33 yerleşme şansı var iken müzikte bu oran çok düşük. Ben de  bu skindirik AÖF olayından kurtulmak adına çizim kursuna gitmeye karar verdim.

Cumartesi günü başlıyoruz kursa. Hocaların almamızı istediği malzemeleri aldık. Zaten ben o kadar yeteneksiz biri değilimdir, elim de bir çok şeye yatkındır zaten. O yüzden çalışarak başarabileceğimi düşünüyorum ki hocalar da yeteneksizseniz bile çalışarak oraya girmeyi başarırsınız diyor. Tek yapmam gereken bana gösterilen öğretileri dinlemek ve bu yolda yürümek. Başka da bir bok yapmaya gerek yok sanırım.

Her zaman aklımın bir köşesinde Mimar olmak yatardı. Özellikle How I Met Your Mother izlediğim zaman, Ted'in idealist mimar duruşu ve kimliği beni fena özendirirdi o mesleğe. Şimdi bu çalışmalar ile birlikte azıcık ucundan, içimde ukte olan bu şeye ulaşma imkanı doğdu. İç Mimar olabilir belki =D.

ÖSYS başvurusu da yaptık bugün. YGS'den olabildiğince kasacağım bu sefer ve en kötü ihtimal BESYÖ Rekreasyon'a gireceğim puanla. İki alternatif oluştu yani şu an, biri BESYÖ, diğeri GSF. Tabii GSF olsa daha iyi. Geçen sene BESYÖ yazmıştım ancak gelmemişti, geçenlerde birinci tercihim olan okula giren bir öğrenciye rastladım ve herif 320 ile girmiş. Sanırım fazladan 5 net yapsaydım, ben de girmiş olacaktım oraya. Şanssızlık.

Her neyse... Bu arada bugün yine basketbol oynamaya gittik ve yine kazandık. Eskişehir'de bileğimiz bükülmüyor, geldiğimizden beri kazanıyoruz, rakip tanımıyoruz. =D

12 Ocak 2011 Çarşamba

Beşiktaş

Aslında futbol ile ilgili yazmak istemiyordum ama yazmak şart oldu artık. Bu akşam ki maç biraz zor geçildi gerçi ama henüz ilk maçı "yeni transferleri" ile Beşiktaş'ın. O yüzden normal olsa gerek bu durum.


Kağıt üzerindeki kadro ciddi anlamda Türkiye standartlarının bayağı bir üstünde. İlk on biri ile olsun, yedekleri ile olsun dolu dolu bir kadro. Bu sene liderin 14 puan gerisinde kalmamış olsaydı bu takım, yani en azından bir 9 fark olsaydı ara, banko şampiyon gözüyle bakılabilecek bir kadroya sahip şu an Beşiktaş.

Hepsini geçtim, gelecek sezon ve hatta ondan sonraki sezon için ligi domine edecek bir Beşiktaş var bana göre şu an. Çok büyük bir aksilik olmazsa, gelecek sezon çok rahat bir şampiyonluk alacaktır bence Beşiktaş. Evet, bu kadar iddialıyım ve göreceğiz...

Guti'ye de saygılarımı iletiyorum burada. 2 asist 1 gol. Ne söylenebilir ki...

11 Ocak 2011 Salı

Canlı Kız Kaldırma, İlginçti

Bugün iki farklı kız kaldırma eylemine tanıklık ettim. Bayağı bir ilginçti, ciddi anlamda şaşkınlık ile seyrettim diyebilirim.


Amfiye girdik ve oturduk. Oturduğumuzda bayağı bir boştu ortalık. Her neyse orta bölgede, etrafında kimse olmayan 2 hatun oturmaktaydı. Zaten sınıfta az insan olduğu ve tam ortada açıkta oturdukları için farkediliyorlardı ama vasat hatunlardı. Cidden, ben mesela sevişmem yani. Neyse, akabinde iki amele stayla geldi ve arkalarına oturdular. Birden bir şey oldu, herif lafa girdi. İlk olarak nereden geldiklerini falan sordu ağız okuyarak anladığım kadarıyla. Daha sonra kalem ile ilk birini sonra diğerini göstererekten isim aldı gavat. Sonra kısa süreli bir diyaloga giriştiler anladığım kadarıyla, pek de takip etmedim o arayı. Biraz zaman geçtikten sonra komple toplanıp, amfiyi terkettiler. Evet, herifler yavşak, kızlar yollu imiş. Direkt görmüş ve anlamış olduk.

Diğer olay ise bundan daha vahimdi. 2 hatun var yan tarafımızda, bizden yaşça büyük oldukları bariz ortada olan kişiler, o yüzden zaten alakamız yok. Önlerinde de iki amele oturuyor. Amele dediysem, direkt amele yani. Hatta kürt aksanı ile konuşuyorlardı direkt. Ki öyleymişler aslında. Neyse... Kız bunlara bir şey söyledi, sonra yine bir anda diyalog kurulmaya başlandı. Hatunların biri ile amelelerin biri samimiyet kurmaya başladı. Derken o da ne. Amele reyiz, yanındaki arkadaşına kürtçe çeviri yapıyor. Evet arkadaşlar, yanlış duymadınız, okumadınız; kürtçe çeviri yapıyor. E tabii buna söylenecek başka ne olabilir ki. Antalya'da kürtlerin yabancı hatun kaldırışlarına çok rastgeliyoruz ancak Eskişehir'de bunu görmek hem de Türk hatun kaldırışını seyretmek bayağı bir koydu açıkçası.

9 Ocak 2011 Pazar

BölümSonuCanavarı

Evet, çok uzun zaman oldu. Oyunlarla ilgilenmeyeli, takip etmeyeli hatta oyun oynamayalı. Ama bugün tekrar heves geldi bana bu konuda. Şöyle bir bakayım dedim sitelere ve oyun üzerine yazmak istediğimi farkettim. Aslında bunu burada da yapabilirim ama ben emek vererek yapacağım işin en azından bir boka yaraması gerektiğini düşünüyorum. Şu an bunları yazarken hiçbir ön hazırlık veya başka bir şeye gerek duymuyorum; çünkü aklımdan geçenleri yazıyorum. Bir inceleme veya ön inceleme yazmak için zibilyon farklı hazırlık gerekiyor. Emek gerekiyor. E öyle olunca da, okunma garantisi olacak bir yer gerekiyor.


Baktım şöyle bir sitelere. TRGamer'ın eski havası yok, salladım. Merlininkazanı zaten denediğim ve yönetilişini beğenmeyip salladığım bir yerdi, onu da direkt salladım. Oyunsitesi'ni düşündüm, orası da acayip boktan. Son olarak Bölümsonucanavarı'na baktım ve evet burası iyiydi.

Başvuru mailimi gönderdim. Deneme yazarı olarak beni alacaklarını düşünüyorum çünkü geçmişteki referanslarım fena sayılmaz. Ayrıca benden iyisini de zor bulurlar hani, eski hevesli hallerime dönersem bir de; coşar o site =D. Ama bakacağız bakalım. Beni alırlarsa ve yazmaya başlarsam, başlangıç olarak haftada bir yazı iyi olacaktır. Bakalım, neler olacak...

8 Ocak 2011 Cumartesi

Bugün Olanlar...

Evet, bugün aslında Esesemlak için reklama çıkacaktık. Paraya ihtiyacımız var zaten, şu işten para kaldırsak fena olmayacak. Yaklaşık 4 gündür her sabah 12'de uyanıp reklama çıkma planı yapıyoruz ama olmuyor. Bugün de olmadı ve 4'te anca uyanabildik.

Uyandık, kahva yaptık falan derken Enes ile uzun zamandır yaptığımız maç planını tekrardan gündeme getirdik. Ve gerçekleştirdik. Gece Osmangazi Üniversitesi'nde buluşup maç yapma planını kararlaştırdık. Bir saat öncesinden yola çıktık, Eczacılık kapısından çıktık yola, taaa ebesinin amına Osmangazi Üniversitesi'ne yürüdük =D. Evet. Aslında tramvay var oraya tabii ama bir anlatım bozukluğu ve yanlış anlama olayı yüzünden yürümeye karar vermemiz ile tüm yolu yürümek durumunda kaldık. Neyse, pek koymadı bize aslında. Yürüdük, vardık.


Osmangazi Üniversitesi'nin girişinde ne bir güvenlik var ne de o türevde bir şey. Skimizi taşşağımızı sallaya sallaya girdik okula =D. Basketbol sahasına gittik direkt. Herifler ışıklandırma yapmamış sahaya, çevre yolların kenarındaki ışıklandırmalar sayesinde az biraz aydınlanıyordu saha ve o haliyle oynadık biz de.

Hava sıcaklığı 3 derece idi biz yoldayken. Biz bir de deli sikmiş gibi şort ile oynadık. Gerçi şortun bir sorunu olmadı çünkü üşümedik, ısındık sonuçta basketbol sırasında ama ellerimiz fena oldu. Eller zaten donuktu ve ısınması yaklaşık yarım saati aldı. Derken maç bitti. 21-19 yendik söylemesi ayıp. =D Rovanş maçı olacak elbette zira eğlendik, farklı bir aktivite oldu her iki taraf için de.

Enes'i zaten 3 yıldır tanıyorum net ortamından ve ilk defa yüzyüze görüşme fırsatımız oldu. Net ortamındaki kadar sevdim ibneyi. Pek yabancılık çekmedik ben ve arkadaşım, onlar da bize karşı çekmediler sanırım; gayet sıcak bir ortamdı yani. =D Neyse, bu adamlarla daha çok şey yaparız sanırım bundan sonra.

Bu arada Osmangazi Üniversitesi yollarında direkt yürüyerek gittiğimiz için gözlemleme fırsatım fazlasıyla oldu ve bayağı bir ıssızdı ortalık. Anadolu Üniversitesi tarafları daha cıvıl cıvıl, Osmangazi sanki biraz üvey evlat muamelesi görüyor şehir tarafından.

6 Ocak 2011 Perşembe

Facebook'un Saçmalaması

Kafayı yemek üzereyim sinirden. Neden sadece benim başıma geliyor cidden anlamak güç. Yaklaşık 2 gün önce Facebook'ta fotoğrafları göremiyordum. Güç bela problem bildirim sayfasını bulabildim Facebook'un ve sorunu bildirdim. Ertesi gün sorun düzelmişti. Ne düzelme ama...

Facebook hesabımı komple sıfırlamışlar. Sadece video ve fotoğraflar kalmış, geri kalan her şeyi silmişler. Beğendiğim zibilyon tane sayfayı, profil bilgilerimi ve notlarımı silmişle. Neyse, sorunu düzelttikleri için pek fazla sinir yapmadım ve tekrardan tek tek girdim silinen bilgiler.

Peki bugün ne oldu? Yine aynı sorun. Şu an yine fotoğrafları göremiyorum. Mal gibi, 0.facebook kıvamında Facebook kullanıyorum resmen. Girdikçe uyuz oluyorum siteye. Sinir krizine girmek üzereyim.

AÖF Derslerine Gelen Öğrenci Modelleri

Evet arkadaşlar, bugün yine çok mühim bir konuyu sizlere aktarmak üzere "Kayıt Oluştur" sayfasına girmiş bulunmaktayım. Bildiğiniz veya bilmediğiniz üzere, hayatımda yaptığım en büyük hatalar listesine kafadan ilk 3 sıradan giriş yapabilecek bir eylemde bulunarak; AÖF dersleri için Eskişehir'e taşınmıştım. Tabii şu an bir hafta oldu daha geleli ve pek bir numarası olmadığı kanısındayız buraların ancak zaman ne gösterir henüz kestiremiyoruz. Neyse, şu ana kadar ki gözlemlerime dayanarak AÖF derslerine giren "öğrencilerin" bazı kriterler ışığında farklılık gösterdiklerini söylemek istiyorum ve bu farklı modelleri sıralamaya gayret göstereceğim.

1-) Uzak şehirden gelen mal
Bu model çoğunluktadır. Kocaman dersliklerin yüzde 80'i bu gruba mensup insanlarla doludur. Bu arkadaşlarımız örgün üniversite kazanamayıp, teselli ikramiyesi olaraktan AÖF için Eskişehir'e gelme planı yapmışlardır. Ev falan tutup, sırf haftada bir kaç saatlik dersler için buraya gelmiş olmaları, mallıklarının bir göstergesidir. İsraftan başka bir şey değildir bunların yaptığı. (Evet, biz de bu gruba mensubuz)

2-) Her şeyi not tutan inek
Akıl sır ermeyecek olan bir başka modeldir bu. Öğretim görevlisi herif çıkmış, venn şeması çizip kesişim kümesini gösterirken, bu arkadaşımız tahtadaki her şeyi deftere geçirir. İktisada Giriş dersinde slayt'ta gösterilen her şeyi deftere yazaraktan öğrencilik görevini sonuna kadar yerine getirir.

3-) Sevişmeye gelen modeller
Outdoor fantezilerini gerçekleştirmek amacıyla, sinema çıkışı bir uğrayalım düşüncesi ile geldiklerini düşünüyorum bunların. Ders ile uzaktan yakından alakası olmayan bu insanların tek odak noktası partnerleridir. Bir kişi de çıkıp "yavaş birader" demez bunlara, hatta zevk ile seyredenler bile mevcuttur.

4-) Sosyal mesaj vermeye kalkan model
Öğretim görevlisi şahsın anlattığı şeye karşılık, çok alakasız bir şey ile ortaya atlayıp tüm sınıfın desteğini alan bir tiptir bu. Aslında ne söylemek istediği anlaşılamasa bile gaza getirici hitabeti sayesinde tüm öğrenci güruhu tarafından desteklenmektedir.

5-) Ortam yapmaya gelen model
Örgün üniversite hasreti ile yanıp tutuşup, dışarda kaldığına üzülmek yerine "tutturduk aöf, gidelim bari belki karı kız bir şey düşürürüz" düşüncesiyle kendini dersliklere atan modeldir bu. Çoğu yavşak olmasının yanı sıra, çoğunlukla grup halinde oturmakta olan kızların çevresi bölgelere pusuya yataraktan onlara yakınlaşma planı güderler. Çoğu zaman da başarıya ulaşırlar.

6-) Çok bilmiş öğrenci modeli
Sınıfı çekilmez kılan insandır bu. En azından benim sinirlerimi fena halde bozuyor. İki farklı küme vardır ve bir elemanları ortaktır; hoca kesişim kümesinden bahsedeceği sırada bu çok bilmiş arkadaşlarımız kesişim kümesini önceden tespit edip bir hışımla atlayaraktan yüksek sesle cevabı söylerler. Bir bok yaptıklarını sanırlar çoğu zaman.

7-) Fotoğraf çektirmeye gelen öğrenci modeli
Evet, var. Yani davranışlarından bu anlaşılıyor bunların. Dersten önce başlıyorlar fotoğraf çekmeye, ders sırasında hoca bir şeyler anlatıyor bunlar hala fotoğraf derdinde, ara veriliyor dışarı çıkıp geliyorlar ve yine fotoğraf çekmeye başlıyorlar.  Hayır benim anlamadığım, hep de aynı şekilde, aynı poz verilerek çekilen fotoğraflar olması. Hatta bazen ön sıradaki arkadaştan yardım falan istiyorlar, zibilyon tane çektikleri fotoğraf yetmezmiş gibi.

8-) İpimle kuşağım sikimle taşağım modeli
Bir de bu var tabii. Eskişehir'in tanınan simalarından olduğunu hemen hissettirir. Kürsüye çıkar oturur, ona buna laf atar, herkesi tanır ve selamlaşır, sürekli kendi yaptığı aktivitelerden bahseder ve yerinde 2 dk durmaz. Göze batmaktan da öte şeyler sergiler. Artisttir.


9-) Oturmaya gelen model
Bu adamlara da akıl sır erdiremiyorum. Dersin başlamasına yarım saat kala geliyoruz sınıfa, oturuyorlar. Derste zaten oturuyorlar. Ara veriliyor, herkes dışarı çıkıyor; bunlar hala oturmaya devam ediyor. Ders bitiyor, herkes toparlanmaya başlıyor ve kapıya doğru yöneliyor, bunlar hala oturmakta ısrarcılar. Sonra "hadi kalkalım bari" diyip yol alıyorlar.


10-) Soru soran model
Bir şeyler öğrenmeye geldiği apaçık belli olan modeldir. Hocanın anlattığı şeylerin akabinde soracak bir şeyler bulur ve sorar. Tabii sınıfın büyük olması ile doğru orantılı olarak söylediği şeyi sadece kendisine yakın olanlar ve hoca duyar. İşin ilginç yanı soruya cevap veren hoca, arkadaşın ne sorduğunu sınıfa söyleme gereği duymaz ve sorulan soru bir muamma olarak kalır.

5 Ocak 2011 Çarşamba

Özlediklerim Vol. 1

Bloga yazılabilecek hoş bir konu bulabildim nihayet. Sonuçta yeni bir hayata başladık ve tabii ki eski hayatın özlenilen şeyleri oluyor. Bunları listelemek istiyorum.

- Antalya iklimi. Kesinlikle bunu çok fena özledim. Burası hep soğuk, Antalya'yı özlememi sağlayan en büyük sebep bu. Sabah uyanınca hava durumuna bakıyorum, önce Eskişehir, sonra Antalya. Eskişehir'de -2 ile 3 derece arasında  bir sıcaklık ile karşılaşıyorum; Antalya'da ise en az 14 derece...
- Kaş Lisesi bahçesinde basketbol oynamayı fazlasıyla özledim.
- Denizi özledim. Porsuk gölü sanılanın aksine pek tatmin etmiyor insanı.
- Her gece çeşitli dizilerden bir kaç bölümü izlemeyi özledim.
- Ses sisteminden şarkıyı son ses açıp, gitar ile eşlik etmeyi özledim.
- Şort giymeyi özledim.
- Sabah uyanınca çayımı demleyip, açma almaya gitmeyi ve akabinde kahvaltı yapmayı özledim.
- PES oynamayı özledim.
- Halısahaya gitmeyi özledim.
- Limanda kola çekirdek yapmayı özledim.
- Kaş Meydanını özledim.
- Yüksek sesle müzik dinlemeyi özledim.

Sanırım şimdilik bu kadar. Muhtemelen aklıma daha çok şey gelecektir. Gelmeli de...

3 Ocak 2011 Pazartesi

Fail

Evet arkadaşlar, birinci ağızdan tecrübeleyle sabit bir olayı sizler ile paylaşacağım. AÖF düşünen dalgalaklara, rehber niteliğinde bir yazı ve hatta yol gösteriş olacak bu yazı.

Bugün itibariyle Akademik Danışmanlık olayı başlamış durumda. Biz de haliyle Eskişehir'e gelme sebebimiz olduğu için Üniversite'nin yolunu tuttuk. Hukuk Fakültesi'ne gittik ve derslerin verileceği anfilerden birine girdik. 3 farklı derslik olmasına karşın biz en dolu olanına girmeyi tercih ettik.

Ders diye bahsi geçen olay yaklaşık 1 saat sürdü. Genel Matematik dersine girdik biz bugün, resmen bize ilköğretim müfredatından seçmeler öğrettiler. Venn şemasının ne demek olduğunu gösterdi adam, uzun uzun anlatarak. Kesişim ve birleşim kümeleri; kapsama olayı ve alt küme olayı falan filan derken ders bitmiş oldu. Cidden kendimi acayip mal gibi hissettim, öküz muamelesi yapıyordu sanki komple.


Hepsini geçtim, koca anfi de Einstein kılıklı adamların yer alıyor olması ise ayrı bir olay. Hoca kesişim kümesini soruyor, adamlar yüksek sesle cevap vererekten atlıyorlar; sanki bir matahmış gibi. Ulan dangalak bunu ilköğretimde yapıyorlar, sanki bir yarak bilmiş gibi niye atlıyorsun. Hepsini geçtim hocanın anlattığı ve çizdiği şeyleri not olan embesiller var. 3 yıldır bu derse gelip, geçemeyenler var. Bu kadar gerizekalıyı bir arada ancak böyle bir amaç için toplayabilirsiniz sanırım. Ve o sürünün içinde biz de vardık, onlardan kat be kat üstün olmamıza rağmen sürü ile eşit koşuluyoruz haliyle.

Biz miyiz acaba sadece dışardan gelen diye düşünürken, sınıfın yüzde 80'i dışardan gelmiş. Olacak iş değil. =D Vallahi mallık. İkinci senesi olanlar bile mevcut. Bu rezilliği görüp hala Eskişehir'e AÖF için okumaya gelenler var, aklım almadı. Ben mesela gelecek sene gelmeyi düşünmüyorum, yaptık bir hata mantığı ile bakıyorum şu an. Ve gelecek sene ne olursa olsun, 2 yıllık dahi olsa bir örgün kazanacağım. Yoksa akıl karı değil bu olay.

Kızlı erkekli fazlaca katılım var. Yan tarafımızdan bizden yaşça büyük insanların "buradaki herkes bir hafta sonra birbiriyle çıkmaya başlayacak" sözlerini duyunca şaşırmadım değil. Oysa hiç umut yok gibi duruyordu. Zaten iletişim kurmak oldukça zor şu durumda, sanırım onu sağlayabilmek için de ekstra yavşak olmak gerekiyor. Ki biz o konuda koca bir sıfırızdır; bakalım neler olacak çok merak ediyorum.

Ve son olarak AÖF için Eskişehir'e gelmeyin. Siktir olun gidin, gelmeyin. Dershaneye gidin, öküz gibi çalışın, örgün kazanın. 2 yıllık dahi olsa örgün kazanın.

Bitirme Tezi Olarak Porno Film

Gerçi duyan duymuştur artık ama ben de yazayım buraya bir şeyler. Bilgi Üniversitesi'nde bir öğrenci bitirme tezi olarak "Porno Film" çekmek istediğini hocasına bildiriyor ve hocası bu isteği kabul ediyor. Bunun sonucunda, bitirme tezini yapacak olan ve porno film teklifini de hocasına götürmüş olan kız öğrenci, çekeceği ödev filminde oynayacak partner aramaya başlıyor. Haliyle buluyor da. Zorlandığını söylemiş ama bulmuş. Film çekilmiş ve teslim edilmiş. Ancak henüz hiçbir porno sitesinde yayınlanmadı. Gerçi porno sitelerini geçtim, haber niteliği sebebiyle bir Hürriyet'te bile görebiliriz bu videoyu.

Sanrım bu olay ile birlikte ismi henüz bilinmeyen porno filmci kız, Liseli Serap ve Sibel Kekilli ile birlikte Türkiye'de ismi en çok anılan porno starı haline gelecektir. Gamze Özçelik'i de boş geçmemek lazım aslında ama neyse...

Hepsini geçtim bu nasıl bir öğrenim aşkıdır. Kız ödevi için soyunuyor. Soyunmayı geçtim, üstüne bir güzel de pompalamasyon yani. Olacak iş değil. Sanat için yapmaktan bile daha kutsal aslında bu. Düşünsenize, eğitim öğretim için yapılan bir şey sonuçta, her ne kadar ahlaksız olsa da.

Bu film muhtemelen yayınlanmaz aslında. Zaten kız öğrenci, sadece hocasının görebileceğini varsayarak böyle bir şeye kalkışmıştır bence. O da nerden bilsin ki, Türkiye'de gündem olacağını bu ödev olayının. Hepsini geçtim hoca da az çakal değil. Kesin kendine mastürbasyon malzemesi olsun diye ödevi kabul etmiştir. Çakal kaptan. =D

O değil de aklıma şey geldi. Biz bir ara bir kısa film çekmiştik. O filmde bir seks sahnesi vardı ve onu sadece tek bir kişi kullanarak çekmeyi başarmıştık. Kızsız, misyoner pozisyonunda erkeğin gidip gelmesi ve arka taraftan çeken bir kamera ile başarmıştık. Evet, harikayız. Bu arada o sahnede üstün bir oyunculuk performansı sergileyen Caner'e de selam olsun. =D

Evet arkadaşlar, olay yaratan video yayınlandı. Buraya tıklayınız.

1 Ocak 2011 Cumartesi

Yılbaşı

Eskişehir'e geleli henüz sadece 5 gün oldu. Ve haliyle pek bir yer bilmiyoruz. Yine de dışarıda bir yerlerde girmek istiyorduk yeni yıla ama olmadı. Çarşı'ya gittik, Doktorlar, Adalar falan gezdik. Etraftaki herkes gruplar halinde, belli bir ortama mensup bir şekilde takılırken; biz cidden bayağı bir yabancı ve sap kalıyorduk. Veya bize öyle geliyordu. Bir buçuk saat kadar dolandıktan sonra herkesin kendi aleminde takıldığına ve bizim iki sap bara girip eğlenebileceğimiz konusunda şüpheler taşıyaraktan; vazgeçtik bardan pavyondan. Evimize dönelim alışverişimizi yapalım falan diye düşündük.

Döndük. Gidiyoruz eve. Gece yarısına 45 dakika kadar kalmıştı. Eve kısa bir mesafe kala, Anadolu Üniversitesi Yunus Emre Kampüsü'nün oralarda hayat olabileceğini düşünerekten bir de oraya göz atalım dedik. Evde girmek içimize sinmemişti aslında biraz da... Döndük tekrar geriye, baktık falan... Boş. Hiçbir bok yok. Yattı balık yan gider, tuttuk ev yolunu. Ne kadar sıradan. 2'şer bira aldık, çerez aldık falan. Girdik eve. 5 dk. sonra gece yarısı oldu, havayi fişekler falan patlatıldı. Pek bir sıradandı. İnsanlara mesaj attım.

Aslında harika bir Ankara planı yapmıştık ama bizim elimizde olmayan sebeplerden ötürü vazgeçmek durumunda kaldık. Veya bilmiyorum, "bize öyle gelen" sebeplerden ötürü de olabilir. Tam çözemedim olayı cidden. Bizi davet eden kişinin iki farklı ruh halini aynı anda yansıtması sebebiyle, kötü şekilde yorumladık olayı ve vazgeçtik. Vazgeçmeseydik eğer, çok efsanevi bir yılbaşı olabilirdi. İki farklı tarife olacaktı Ankara'ya gitseydik. Vol 1, 5'ten 10'a kadar; Vol 2 10'dan kaça kadar olursa... Eskişehir'den kalkıp Ankara'ya gitmek, yılbaşı için... Tam istediğimiz bir olaydı; hep hayal ediyorduk, Eskişehir'in coğrafi konumu sebebiyle İstanbul, Ankara, İzmir gezeriz falan diye. Çok harika bir fırsat geçmişti ama kursağımızda kaldı deyim yerindeyse. Sağlık olsun.