30 Ocak 2012 Pazartesi

Teşekkürler Kamil

Bu hafta maçlarda görev alacak hakemler açıklandığında zaten söylemiştim bu hafta puan kaybedeceğimizi. O yüzden pek şaşırmadım. Mustafa Kamil Abitoğlu ne zaman yüzümüzü güldürdü ki? Gerçi yüzümüzü güldürmesine gerek yok, sadece tarafsız bir yönetim gösterse yeterdi. Cüneyt Çakır'dan sonra ikinci Anti-Beşiktaş'cı hakem olarak görüyorum zaten kendisini hep.

Yaptığı çok bariz ve direkt olarak sonuca etki eden bir kaç hatayı yazıp bitireceğim.


  • Golde ofsayt vardı. Öndeki adam aktifti ve topa hamle yapmıştı.
  • Fernandes'in ilk sarısına anlam veremedim. Çok ucuz diyeceğim ama ortada bir şey yok. 
  • İkinci sarıya baktığımızda da öncesinde Fernandes'in dayak yediğini görüyoruz. Ne hikmetse bir sen göremedin.
  • Topu bariz bir şekilde eliyle kesen Pekarik'e ikinci sarı kartı gösteremedin. Oysa ne de soğuk kanlıydın Fernandes'e ikinci sarıyı çıkartırken. 
  • Fernandes'e gösterdiğin ilk sarı karttaki pozisyonun daha serti bir pozisyon Quaresma ile yaşandı. Kayserili oyuncuya sarı kartı göstermedin.

Ayrıca sertliğe izin verip tüm takdir haklarını Kayserispor lehine kullanmana da söyleyecek lafım yok. Sizin gibiler yüzünden Türkiye'de futbolun gelişme ihtimali yok.

Son olarak, Ekrem Dağ ve Edu'nun takımdan tamamen siktir olup gitmesini; Simao ve Ernst'in biraz form tutmasını; ve Mustafa Pektemek'in ilk 11'de sahaya çıkmamasını istiyorum.

26 Ocak 2012 Perşembe

Hakem Real Madrid'i Troll'ledi

Futbol hakkında pek yazmıyor olsam da bu konuda bir iki bir şeyler yazmak istiyorum. Belki de maçın kalitesinin verdiği gaz ile alakalıdır, bilemiyorum.

Coentrao çok vasat.
Real Madrid sanırım ilk defa Barcelona karşısına "defansif" olmayan bir kadro ile çıktı. Yani olması gerekeni yaptı, normalde oynadığı oyun şablonu ile sahada yer aldı. Durdurmak için çıkmadı sahaya. Bu sebepten olacak ki hiç olmadığı kadar etkili oynadılar. Özellikle ilk yarıda oldukça net pozisyonlardan yararlanamadılar ve 40 dakika boyunca net bir pozisyon vermediler kalelerinde. Ta ki ilk yarının son 5 dakikasında gelen iki gole kadar. Gerçekten çok şanssız bir ilk yarı oynadı Real Madrid. Gol atmamasını geçtim, o kadar iyi oynadıkları bir yarıyı 2-0 geride kapattılar. Yüreğim sızladı desem yeridir. Özellikle Ronaldo'nun ilk gol sonrasındaki tepkisi görülmeye değerdi.


İkinci yarıda Real Madrid yine bildiğimiz gibiydi. İlk yarıdaki oyunlarını oynamaya devam ettiler. 2-0'ın verdiği moral bozukluğuna rağmen ayakta kalabilmeleri çok önemliydi ve bunu başardılar. 2-3 dakika içinde ilk yarıda 2 gol yemişlerdi, bu kez ikinci yarıda aynı senaryoyu kendiler lehine tekrarladılar. Benzema golü attığında ayağa fırladım. Beşiktaş'ın Antep'e attığı son dakika golü kadar ateşli bir sevinç olmasa da oldukça sevindim bu gole. Daha sonra bekledik 3. gol gelsin diye ancak hem hakem izin vermedi, hem de tiyatrocu Barcelona oyuncuları. Yazık oldu Real Madrid'e.

Xabi Alonso, Real Madrid'in beyni
değil taşşağı bile olamaz.
Şöyle hakemleri avrupada görmek bir yana bu denli büyük maçlarda görmek beni oldukça şaşırttı. Türkiye'de bile bu kadar futbol katili hakem bulmak oldukça zor. Yaptığı tüm hataları veya tartışmalı kararları geçtim ancak son dakika o serbest vuruşu kullandırmamak ne demek oluyor? Bir türlü çözemedim, neyin kafasını yaşıyordu, ne düşünüyordu acaba hakem.

Sahada Real Madrid için tam bir savaş veren Ramos'u izlemek büyük keyifti. Geçen sezon Şükrü Saraçoğlu Stadı'nda Fenerbahçe ile 1-1 berabere kaldığımız maçta Toraman buna benzer bir savaş vermişti. Onu çağrıştırdı zaten direkt. Son dakikalarda yediği sarı kart kesinlikle çok ağırdı. Madem atacaksın, daha önceki pozisyonların birinde atsaydın be arkadaş. Bu kadar basit kart mı olur? Ama Ramos iyi yaptı, hiç sinir yapmadı ve hakemin elini sıkıp terketti sahayı. Tebrik ediyorum kendisini.

Her neyse... İkinci yarıda yusuf yusuf eden Barcelona ve sus pus olan seyircilerini görmek harikaydı. Bu maç Barcelona tabusunu ve fobisini ortadan kaldıracaktır diye düşünüyorum. En azından Real Madrid gelecek sefer daha özgüven dolu çıkacaktır Barcelona'nın karşısına.

20 Ocak 2012 Cuma

Dergilerimi Buldum

Bir zamanlar deli gibi dergi okurdum. Abone olmayı bile düşündüğüm zamanlar olmuştu çünkü her ay alıyordum zaten. Ama babam yanaşmıyordu niyeyse. Zaten kültür adına yapılan her türlü gelişim faaliyetine karşı çıkan bir yapısı var. Her neyse, alırdım ben her ay dergimi. O zamanlar çok fazla hevesliydim oyun dünyasına. Öyle ki hem yazarlık yapıyor, hem oyunları enine boyuna takip ediyor hem de güncel ve yeni çıkan oyunları oynayarak fikir sahibi oluyordum. Gerçekten başarılı bir takipçiydim. Ayrıca yazarlık yapmam sebebiyle oldukça aktiftim de...

Üşenmedim, sırf buraya koymak için
 dergileri yanyana dizip fotoğrafını çektim.
 Ne kadar hoş  görünüyor.
Yaklaşık 2 yıldır oyun dergisi almadım. Veya daha fazladır, tam hatırlamıyorum aslında. Geçmişte aldığım onca derginin varlığından haberdar değildim, unutmuşum hepsini. Dün babaannem "şu kitaplara bak, atılacak olanları atalım" dedi. Ben de gittim bakmaya. Bir de ne göreyim. Benim dergiler... Hepsi duruyor. Atılmamışlar. Babaannem saklamış bir koliye koyarak onların hepsini. Oldukça sevindim bu duruma. Resmen bir tarih vardı o kolinin içinde.

İlk dergi incelemem.
Level'ı karıştırdım biraz. İşgal isimli köşeye takıldı gözüm. WASP konserini anlatmış yazar. Dergiyi aldığım dönemde metal müzik ile uzaktan yakından alakam yoktu. Şu an ne kadar sağlam bir metal müzik müdavimi isem o zamanlar bunun tam karşıtı bir durumdaydım. Haliyle ne WASP'tan ne de orada anlatılan şeyden haberim ve alakam vardı. Şu an okuyunca o kadar güzel geliyor ki anlatamam. Yok böyle bir duygu.

Haziran 2009, Level'daki ilk ve tek
incelemem.
Dergileri biraz karıştırdıktan sonra kendi yazdığım yazılar geldi aklıma. Gamepro'nun Aralık 2006 sayısında iki tane incelemem yer alıyordu. İlk defa bir dergide o zaman bir yazım yayınlanmıştı. Okudum yazdıklarımı, bayağı bir vasatmış =D. 15 yaşında o kadar oluyor tabii, kendime toz konduramam bu konuda. Bir ara Türkiye'nin en genç yazarı diye piyasaya çıkan bir çocuk vardı, 17 yaşlarındaydı. Bakın bana, ben 15 yaşındayken Gamepro'ya yazmışım. En genç yazar benim demek ki.

Bunu okula götürüp insanlara
gösterdiğimi hatırlıyorum.
Şu an karar aldım. Tekrar dergi almaya başlıyorum. Ocak 2012 tekrar dergi almaya başladığım ay olmuş olacak. Belki 10 sene sonra şimdi almaya başlayacağım dergilere bakar ve şu an yaşadığım duyguların benzeri duygular yaşarım. Evet, muhtemelen yaşarım.

Bu arada son olarak dergilerin arasında bir çok not tarzı kağıt buldum. Çok ilginç şeyler çıktı. Bunun yanı sıra Google'dan bana gelmiş bir mektuba rastladım. Google Adsense ile ilgiliydi ve para ödemesiyle ilgili talimatlar yazıyordu. İşin ilginç yanı ben bu mektubu aldıktan 1 hafta sonra Google Adsense hesabım ban yemişti. =D İçindeki 27 dolar da, böylece güme gitmişti. Ahah. O günden beri engelliyim Adsense sisteminde.

15 Ocak 2012 Pazar

NBA All-Star 2012

NBA'i en son lise 2 dönemimde düzenli olarak takip ediyordum. Daha sonraki dönemlerde ilgim azalmış ve daha sonra komple yok olmuştu. Ancak bu sene özellikle okulun basketbol takımında antrenmanlara başlamam ile basketbola olan ilgim bir anda tekrar en tepeye çıktı. Eskiden saat problemi olurdu, maçları yarım yamalak seyredince bile mutlu olur, NBA takip ediyorum diye hava basardık. Şimdi ise uyku derdim yok ve maçları birebir takip edebiliyorum. Çok hoş bir durum.

Hatırlıyorum geçmişi. NBA Live 2004 oynadığımız dönemleri. T-Mac ile harikalar yaratırdım. O dönem iki yıl üst üste sayı kralı olmuştu. Şu an Durant'in konumu neyse, o zamanlar onun konumu oydu. Tabii şanssız bir sakatlık geçirmişti ve sonra bir türlü toparlanamadı. Ama benim için hep efsanedir T-Mac. Kırmızı Houston forması, 1 numara Tracy McGrady...

Her neyse, NBA All-Star 2012'nin takım anketi başlamış durumda. Tabii ki hemen seçimimi yaptım. Kimleri seçtim görelim.

Batı


Batı'yı seçerken ikilemde kaldığım tek mevki kesinlikle Center oldu. Bynum ile Okafor arasında kaldım. Daha sonra bir takımdan iki oyuncu seçmekten pek hazetmediğim ve Okafor New Orleans'ın yıldız oyuncusu olarak kabul gördüğü için Okafor'u seçtim. All-Star organizasyonuna takımında yıldız olan oyuncunun gitmesi daha makul bir seçim olarak geldi. Onun haricinde Chris Paul, Durant ve Kobe'nin seçilmesi zaten allahın emri. PF seçimimde de biraz düşündüm kimi seçsem diye. Nowitzki bu sezona pek iyi başlayamadı. Kevin Love iyi başladı ve Minnesota'da Garnett'ten sonra takımı en çok heyecanlandıran oyuncu olmayı başardı. Bu sezon da iyi oynuyor. Yakışır bence All-Star'lık. Kevin Love olmazsa Gasol olur muhtemelen PF.

Doğu


Doğuda seçim oldukça kolay oldu aslında. Şu kadroda burun kıvırılacak tek adam var, o da Josh Smith. Neden seçtim onu? Seçtim çünkü Atlanta'yı yakından takip ediyorum ve bu adam takımı sürüklüyor. Miami'ye vurdukları tokattan ve benim iddaa kuponlarımı yatırarak sürpriz yapmak konusunda oldukça başarılı oldukları için ister istemez takip etmeye başladım onları. Diğerleri için söylenecek laf yok zaten. James şu an sayı krallığında tepede. Wade'e ise kimsenin bir itirazı olamaz, Wade abi sonuçta. Derrick Rose, MVP. Howard, hayvan. 

Şu kadroları karşı karşıya görmek harika olur. Bakalım, 3 hafta kaldı maça. Sabırsızlıkla bekliyoruz.

9 Ocak 2012 Pazartesi

Fetih 1453

Film gerçekten gümbür gümbür geliyor. Hayatımda ilk defa bir türk filmini heyecanla bekliyorum. O derece büyük bir beklenti içine sokuyor film bizleri.

Şu an yayınlanan iki tane fragman var ve ikisi de gerçekten oldukça başarılı. Yabancı sinema ile kıyaslarsak tabii ki biraz vasat kalıyor gibi ama filmin Türkiye sınırları içerisinde çekildiğini düşünürsek gayet başarılı buldum ben.

Ancak filmi ingilizce çekmiş olsalar daha iyi olabilirdi diye düşünüyorum. Sadece Türkiye için değil tüm dünya için izlenilebilir bir film olabilirdi bence. Hatta ingilizce çekip, üzerine bir de Hollywood'tan sağlam bir aktör getirip başrole koysalardı tadından yenmezdi. Ayrıca ben anlamıyorum bu durumu. Niye Türkçe çekiyorsunuz arkadaş filmi? Bu film ne olursa olsun Türkiye sınırları içinde zaten iş yapar, gişede oldukça tatmin edici sonuçlar alır. Çek ingilizce, koy türkçe dublajı; yine herkes izler. Bir şey farketmez yani.

Sonuçta bir Troy'u, bir 300 Spartalı'yı yunanca çekmiyor mesela adamlar. İşte bunu düşünecek kapasite yok bizimkilerde. Gerçi Recep İvedik'in yapımcısından geldiğini düşünürsek filmin, buna da şükür demek lazım. 2 ayda Recep İvedik çekip gişede başarı elde etmek yerine, 2-3 senelik bir uğraş ile Fetih 1453'ün altına girmiş olmaları oldukça güzel.