29 Mart 2012 Perşembe

Basketbol Turnuvası'ndan Elendik

Bugün bizim için final niteliğinde bir maç oynadık. Kazansak tur atlayıp Aydın'da oynanacak olan bir üst turun maçlarına gidecektik, fakat kaybettik. Turnuva aslında çok ilginç başlamıştı bizim açımızdan. Hiç beklenmedik bir biçimde 30 sayı fark yedik ilk maçımızda. Akabinde oynadığımız iki maçı kazandık ve Atça ile final niteliğinde bir maç oynadık.

Turnuva boyunca çok silik bir performans sergiledim. Sadece iki maçta doğru düzgün katkı yaptım takıma skor anlamında. Ancak bugün oynanan Atça maçında gerçekten oldukça iyi şut attım. Hatta şöyle söyleyeyim, -Kaş'takiler bilir az çok- tıpkı Kaş'taki gibi şut soktum. Buraya ilk geldiğim zaman, antrenman sonrası konuşmalarımızda iyi üçlük attığımdan bahsediyordum hep ama bir türlü o potansiyeli insanlara gösterebilme şansım olmamıştı. Çünkü bana güvenilmiyordu, Kaş'taki gibi onların gözüne girebilmiş konumda değildim. Bu yüzden çok az şans yakalıyordum. Bugün her şey tersine döndü, şansım da yaver gitti ve hoş oldu.

Pota altından dolaşıp üçlüğe çıkıp şutu
yollamanın üstadı Ray Allen'a saygılar.
6 tane üçlük attım, hiç kaçırmadan. Daha sonra hücumda rakibin uzunlarından biri başıma dikilmeye başlayınca pozisyon bulamamaya başladım. O kıtlıkta yine 2 şut pozisyonu yakalasam da sokamadım. Olsun, yine de insanlara biraz olsun "ben şut sokabiliyorum" izlenimi verebilmiş oldum.

Atça'ya elendik. Gerçekten çok iyi mücadele ettik ve iki uzatma sonunda elendik. Bu yüzden hiç üzülmüyorum desem yalan olur. Şu an gerçekten bayağı üzgünüm. Bu kadar emek verdiğim ve iyi olduğum bir maçı galibiyetle bitirememiş olmamıza fazlasıyla üzülüyorum. Ah o son topu ben kullanabilseydim... Aslında her şey o şutu benim kullanmam gerektiğini gösteriyordu; Can ve Uğur kenardaydı faul problemi sebebiyle. Benim de elim acayip sıcaktı ve benden başka o yükün altına girecek adam yoktu sahada. Ama tabii olmadı, Doğuş gitti kendisi kullandı şutu. Halbuki tam istediğimiz gibi üçlük çizgisinin gerisinde boş bir biçimde bekliyordum. İyi hoş kaçırdı şutu ama gerçekten kahroldum o an. Bana verseydi yüzde 51 sokardım diye düşünüyorum. Hal böyle olunca üzülüyor insan.

Her neyse... Yapacak bir şey yok artık. Seneye burada olur muyum bilmiyorum ama olursam muhtemelen bu sene olduğu gibi ikinci sınıf oyuncu muamelesi görmem herhalde. En azından biraz daha değer verir insanlar saha içinde ve bu hem bana hem de takıma faydalı olur. Takımda şu an sadece bir tane skor yükünü çeken adam vardı, yanına birini koyamadığınız an zaten kaybediyorsunuz. Bu her takımda böyledir. Yan skor gücü için kendimi hep biçilmiş kaftan görüyordum ama dediğim gibi bir türlü diğer insanların gözünde ikinci sınıf oyuncu olmaktan kurtulamamıştım. Bunu kırmış olmam tek tesellim şu an.

22 Mart 2012 Perşembe

Gereksiz Deney: Litre İle Ne Ölçülür?

Evet, blogumda artık enteresan bir şey denemeye başlıyorum. Gereksiz ve abes bir konu üzerine deneyler yapıp sonuçları burada yazacağım. İlk konu olarak gerçekten gereksiz ancak bir o kadar da ibretlik bir konu belirledim.

Koyacak görsel bulamadım.
Dün Teknik Matematik dersinde hocamız "litre ile ne ölçülür" diye sordu. Ben tabii ki hemen atladım ve "hacim" cevabını verdim. Bu sırada bir çok kişiden "sıvı" cevabı geldi. Fakat sıvı cevabı yanlış bir cevap çünkü bildiğiniz veya bilmediğiniz üzere litre ile hacim ölçülür arkadaşlar. Ve sadece sıvıların değil her türlü maddenin hacmini litre ile ölçülendirebiliriz.

Bu konu kafama takıldı. Sınıfta bir çok kişinin sıvı yanılgısına düşmesi üzerine, "acaba herkes mi böyle sanıyor" diye düşünmeye başladım. Akabinde Facebook'ta rastgele 10 kişiye, hocanın bize sorduğu soruyu yönelttim.

Sonuçlar
Sonuçlar gerçekten oldukça kötüydü. Hiç kimseden "hacim" cevabı gelmedi. 7 kişi "sıvı" cevabını verirken, 2 kişi "sıvı hacmi" cevabı ile biraz olsun doğru bir yanıt verdi. Ancak ne yazık ki tam doğru cevabı verebilen çıkmadı. 1 kişi ise çok çok farklı bir cevap ile beni dumura uğrattı resmen; şöyle dedi: "su süt benzin". Evet... =D

Çok basit bir soruyu bile doğru cevaplandıran kimsenin çıkmamış olması gerçekten trajikomik bir durum bence. İbret dolu bir cehalet öyküsü bence bu durum. Neyse artık, sağlık olsun... 10 kişiye litrenin hacim birimi olduğunu öğretmiş olmanın verdiği sevinç ile yazımı burada noktalıyorum.

20 Mart 2012 Salı

LeBron James'e Methiye

Hayatımın her döneminde basketbola ilgili bir kişi olmuş olmama rağmen ilk defa son 5 aydır bu ilgili olma durumu en üst noktasına ulaştı. Her gün sabah oynanan maçların videolarını seyrediyorum, eğer saat uygunsa televizyondan maçı seyrediyorum. Çok sağlam bir maç oynanmışsa torrent ile indirim seyrediyorum. Bir şekilde takip ediyorum yani. Ve şu ana kadar LeBron James gibi bir adam görmedim henüz ve onu izlemek gerçekten büyük bir keyif.


Adamın yaptığı her şeyi büyük bir hayranlık ile izliyorum. Nerede şut atacağını, nerede pas vereceğini... Neyi nerede ne şekilde yapacağını bu kadar iyi ayarlayan bir adam olabilir mi? James her şeyi çok yerinde ve ayarında yapıyor. Bir çok kişi ile kıyaslanıyor ancak bence o en iyisi. Michael Jordan'ı hiç izlemedim hayatımda, bize ters geldi yaş bakımından onun oynadığı zamanlar. Ancak kesinlikle benim dönemimin en iyisi LeBron James.

Kobe ile kıyaslanıyor fakat ben bunu gerçekten yersiz buluyorum. Fundemental olarak Kobe ezer falan deniyor ama istatistikler asla yalan söylemez. Kobe sadece sayı üzerinden bir şeyler yaparken James hem sayı atıyor, hem asist yapıyor, hem ribaunt alıyor, hem top çalıyor, hem blok yapıyor, hem de öküz gibi smaçlar yapıyor. Ve tüm bu saydığım şeyleri büyük bir ustalık ile yapıyor olması onun ne kadar büyük bir oyuncu olduğunu gösteriyor.

James Neden Son Topları Kullanmıyor?
Evet, bu konuya da fazlaca kafa yoruyoruz tüm basketbol severler olarak. LeBron büyük oyuncu olsa son topları kullanıyor, sokar ve kral olur falan şeklinde eleştiriler geliyor hep. Bu konuda hakkında bir kaç bir şey yazmak istiyorum.

LeBron'da çok fazla "beklentileri karşılayamama korkusu" var bence. Neden diye soracak olursanız, adam sırf beklentileri karşılayamayabileceğini düşündüğü için bunca senedir smaç yarışmasına katılmıyor. Evet, tüm sebep bu, o yarışmaya katılmamasındaki. Adam bildiğin hayvan smaç konusunda ve bütün dünya ondan aşmış smaçlar bekleyecek; haliyle bu beklentilerin altında ezilmek istemiyor olsa gerek.

Aynı durumun son toplarda ve buna benzer kritik şutlarda da kendini gösterdiğini düşünüyorum ben. James hep beklentileri karşılayamama korkusu yüzünden bu el yakan topları kullanmaktan kaçıyor. Diğer yandan Wade ise gayet cool ve sakin bir biçimde bu şutları denemekten kaçınmıyor. Carmelo Anthony'deki ego ve son top soğukkanlılığı James'te olsa belki de şu an onu her kesimden insan gönül rahatlığı ile Michael Jordan ile kıyaslayabilirdi.

Her neyse, olsun varsın... Bence LeBron James bir numara. Bundan 20 yıl sonra kesinlikle benden küçük basketbol severlere anlatacağım belki de tek adam LeBron James olacak.

13 Mart 2012 Salı

Luke Skywalker Neden Ezik?

Evet, Star Wars serisini tekrardan indirip izlemeye başladım. Serinin en sevdiğim halkası Episode III'yi izleyerek başladım ve akabinde VI'yı izledim. Bir tarafta Anakin Skywalker'ı, diğer tarafta Luke Skywalker'ı enine boyuna inceledim. Luke gerçekten çok boktan bir karakter. Her zaman hayatımda gördüğüm en overrated karakter olarak LOTR'dan Frodo'yu görmüşümdür, Luke ikinci sıraya yerleşti şu sıralar. Her neyse, Luke'u beğenen şahısların yazdıkları şeyleri okudum sözlüklerden. Azınlık aslında böyle düşünenler ama yine de bir kaç bir şeyler yazmak istiyorum.

Bu kıyaslamada Justin Bieber kılıklı Luke'un gerçekten hiç şansı yok.

Luke Death Star'ı yok etti, adamın hası...
1.50 boyu var, dağ gibi Darth Vader'ın
karşısına çıkmaya utanmıyor.
E arkadaş, Death Star'ı yok etti tamam da, taş atıp da kolu mu yoruldu? Düğmeye bastı, ateş etti; Death Star'ın da zaten canı götündeymiş herhalde hemen patladı. Sanıyorum ki Death Star zaten hem patlatmak hem de patlamak amacıyla tasarlanmış. Hem koca bir gezegeni yok edecek gücü var, hem de kıçı kırık bir uzay gemisinin saldırısı ile patlıyor. Olacak iş değil. Luke'un bu konuda artı bir değeri yok.

Luke güce dengeyi getirdi, babasının yapamadığını yaptı
Luke'un güce dengeyi getirdiği falan yok. Güce dengeyi getiren babası Darth Vader'dır. Çünkü Darth Sidious'u Luke değil Darth Vader öldürdü. Burada Luke'un payı doğru zamanda doğru yerde doğru duygu sömürüsünü yapmış olması. Bu da onu karizmatik değil, aksine yeto bir karakter haline getiriyor.

Luke Dark Side'a geçmeyi reddetti, babası gibi kötü olmadı
Babası Dark Side'a geçti, tamam da... Sikinin taşağının keyfine geçmedi adam. Yetim büyümüş Anakin, annesinin ölümü ile sarsılmış gençliğinde. Akabinde Jedi olacağı öngörülmüş, eğitimine başlanmış. Ama bir türlü Jedi konseyi ona güvenmemiş. Akabinde Padme'nin öleceğini, tıpkı annesinin öleceğini gördüğü gibi rüyasında görmüş. Padme'yi kurmak için yapabileceklerini düşünmüş, arayışa girmiş. Annesinin kaybettiği gibi onu da kaybetmek istemediği için psikolojik bunalım yaşamış. Konseyden dışlanmış. Bu sırada Darth Sidious ona Padme'yi kurtarma ve galaksiyi yönetme şansı vermiş. Adam Padme'yi kurtarmak için Dark Side'a geçiyor, akabinde güce olan tutkusu yüzünden kötüleşiyor hali.
Luke'a dark side teklif edildiğinde aklına
gelen memleketi ve bereketli toprakları.

Diğer tarafta Luke'un ise hiçbir derdi yok. Dark Side'a geçmesini söylediklerinde bile arkasında babası var, pencereye bakıyor uzun uzun. O sırada aklına gelen tek şey, kendi gezegenindeki tarlalar ve bilumum yabani hayvanlar.. Adamın derdi yok ki. Hadi Leia'yı düşünsün ve geçsin desek, Leia'lık bir durum yok. Sonuçta onu da kestirip atacak değiller, mutlaka Vader onu da Sidious'un huzuruna getirecekti. Luke düz kafa, hiçbir derdi yok tasası yok, Dark Side'a geçmeyi reddediyor. İyi bok yiyor. Gerçi geçse sevinirdim. Bu mal kazanacağına Dark Side kazansın dedirtiyor insana.

Luke o kadar güçlü ki, babasını bile madara etti
Luke babasının kolunu kesti, doğrudur. Ancak asıl nokta Darth Vader'ın eski gücünde olmayışıdır. Bunu da şuradan anlıyoruz, Sidious'un elektrik şokuna yaklaşık 3-4 dakika kadar dayanıyor Luke. Çünkü genç, dinç ve gücünün zirvesinde. Darth Vader ise Sidious'u aşağıya atarken çok kısa bir süre o elektrik şokuna maruz kalmasına rağmen direkt ölümle pençeleşmeye başlıyor. Hep Vader'ın Luke'tan daha güçsüz olduğunu düşünelim desek, öyle bir durum yok çünkü Sidious zaten Darth Vader'ın kendisinden bile daha güçlü olacağını öngörmüştü. Hal böyleyken, Luke güçsüz ve yaşlı babasını alt etmiş oluyor. Genç bir Anakin'e karşı bir dakika bile dayanamazdı.

Karizma budur.
Luke çok karizmatik yaa, hastasıyız
Buna söyleyeceğim tek şey, kocaman bir siktir git olacaktır. Ulan göz var nizam var, Luke nasıl karizmatik? Chewbacka bile daha karizmatik yemin ediyorum. Düz adam Luke, hiçbir numarası yok. Hele Anakin ile kıyaslayınca bildiğin keko gibi.

Luke çok seksi, babyface falan...
Çok seksi de ne oluyor? Adam koskaca üçlemeyi seks yapamadan tamamladı. Seks yapmayı geçtim, bir tane flörtü bile olmadı lan. Yok böyle bir adam cidden. Babası Anakin ise tam bir playboy'du. Kendisinden yaşça büyük olan bir prensesin gönlünü almayı başardı. Hatta ondan bir çocuk bile yaptı. Anakin her açıdan ezip geçiyor bu adamı. Ah Anakin, ah Padme. Böyle evlat düşman başına...

Son olarak
Luke'un şan ve şöhretine methiyeler düzen insanların çoğunlukla kullandıkları şeylere bir çırpıda cevapları yazdım. Gördüğünüz üzere Luke fazlasıyla ezik. Bitik. Yeto. Sümsük. Mal.

Yoda ve Obi-wan Kenobi'den eğitim alsam ben bile onun kadar iyi bir Jedi olurdum. Böyle babaya böyle evlat. Vallahi hiç yakışmıyor yaa. Allah allah...

12 Mart 2012 Pazartesi

Basketbol Turnuvası ve Müzik Yarışması

Formam ve Milka İneği desenli
battaniyem.
Okula kaydımı yaptırdıktan sonra ilk icraatlarımdan biri Basketbol takımına girmek olmuştu. Yaklaşık 3-4 aydır okul takımı ile birlikte antrenman yapıyorum. Sonunda maç zamanı geldi çattı. Yarın turnuvadaki ilk maçımızı oynayacağız. Rakip ise Nazilli İBBF. Geçen sene bize karşı kazanmışlar ama bu sene takım biraz daha iyiymiş bizim ve kazanacağımıza inanıyorum ben. Son antrenmanda formalar dağıtıldı. Ben 14 almak istemiştim ilk başlarda ama sonradan fikir değiştirip 6 numarayı aldım. King James'e selam olsun.

Bunun haricinde okulda müzik yarışması var. Nazilli MYO  sözüm ona "o ses'i" arıyormuş. Ahaha. Yarışma format olarak oldukça kötü. Herkes çıplak ses ile şarkı söyleyecek. Gitar çalabilenlerin klasik gitarları ile kendi seslerine ritim alt yapısı koyma şansı tanınıyor. Fakat şöyle bir durum var, elektro gitar çalanlar için herhangi bir şey düşünmemişler. Bu konuyu görevli hoca ile görüştüm ve sadece ben elektro gitar ile yarışmaya katılacağım. Oraya amfi götüreceğim ve enstrümantal bir şey çalacağım. Çalacağım şeye de karar verdim, Steve Vai - For The Love of God. Muhtemelen yarışmayı kazanamayacağım. Jüri 40 yaş üstü okutmanlardan oluşuyor olacaktır ve yarışmayı günümüzün popüler bir pop şarkısını söyleyen kızın teki kazanacaktır. Olsun, ben yine de şansımı deneyeceğim.

7 Mart 2012 Çarşamba

Kısıtlı IQ İçin İlgi Alanı Önerileri

Hepinizin bildiği üzere herkesin kendine özgü bir zeka kapasitesi var. Bu bağlamda kimimiz zeki bir birey olurken, kimimiz sırf kas gücünden ibaret salt düşük zekalı olabiliyoruz. Şöyle bir düşündüm, düşük ve kısıtlı IQ sahibi bireylerin hemen hemen yaptıkları şeyler de birbirine benziyor. İlgi alanı bakımından bahsediyorum tabii ki burada. Hoş, kısıtlı IQ ile tutunulabilecek ilgi alanları listesi yapmaya çalışacağım şu an.

Motorlu Araç Modifikasyonu
Düşük kapasiteli insanlar buna çok fazla önem verip bilgi sahibi olmaya kasıyorlar. Çok zeki ve zekası ile bir yerlere gelip lüks otomobillere binen ve aracına modifikasyon yapan adamlardan bahsetmiyorum. Hepiniz az çok aşina olduğu Tofaş Şahin modifikasyonu üzerine engin bir bilgi birikimi yapan; hatta bunu yaşam haline, kimi zaman yaşama amacı haline getirenler var.

Balık Tutmak
Dünyanın en ilkel avlanma biçimlerinden biri olan balık tutmak için çok özel bir insan olmanıza gerek. Şahsen balık tutmaktan zerre keyif almam. Ancak etrafımda gördüğüm kadarıyla insanlar çok fazla zevk alıyorlar bu aktiviteden. Bu yüzden kısıtlı IQ problemi olan insanlar için ömür boyu uğraşılası bir ilgi alanı olabilir.

Spor Fanatizmi
Oldukça sağlam bir Beşiktaş fanatiği olmama karşın, fanatizmi de kısıtlı IQ sahibi insanların yapabileceği bir ilgi alanı olarak görmekteyim. Sonuçta tek yapmanız gereken takımın maçını seyredip küfür etmek. Ve ömür boyu keyif alarak yapabileceğiniz bir şey. En yaygın ilgi alanlarından biri ayrıca.

Flüt Çalmak
En basit enstrümanlardan biri olan flüt, kısıtlı IQ sahibi insanlar için eşi bulunmaz bir ilgi alanı olabilir. Hem müzik yapmış oluyorsunuz, hem üzerindeki sayılı notayı bilseniz yetiyor, hem de über bir teknik gerektirmiyor. Zaten o kadar zor ve komplike bir alet olsa ilköğretim müzik dersleri bu enstrumandan ibaret olmazdı. 

Rosalinda tam bir efsane.
Türk veya Latin Dizileri Seyretmek
Bir dönem Türkiye'de oldukça yaygın olan bir türdü latin pembe dizileri. Ancak son zamanlarda gözle görülür bir biçimde azaldılar, hatta yok oldular. Bunun sebebi Türk dizilerin latin dizisi kafasında çekiliyor olmasından kaynaklanabilir? Latin dizilerinin en belirgin özelliği paso aşk ve entrikaların dönmesiydi. Şu an Türk dizilerinde olan durumun hemen hemen aynısı. Her neyse... Kısıtlı IQ sahibi insanlar ömür boyu bu ilgi alanı ile yaşayabilirler diye düşünüyorum. Pek de sıkılmazlar hani...

Küfürbaz gizemli rapci.
Rap Yapmak
Evet, müziği tür olarak aşağı görerek karıştırmak istemiyordum aslında ama duramadım yine. Kısıtlı IQ sahibi ve müzikal yeteneği sınırlı olan insanların bir numaralı barınağı günümüzde rap müzik. Her önüne gelen rap yapıyor. Rap müziği küçümsemiyorum, zamanında dinlemişliğim vardır, hatta şu an bile bazen açıp dinlerim ama amatör işler gerçekten çöp. Neyse, olsun. Kısıtlı IQ için ilgi alanı önerileri veriyoruz sonuçta, bu önerilerden biri de "rap yapabilirsiniz"...

Fotoğrafçı (?) Olmak
Son dönemde oldukça yaygınlaşmaya başladı ve bu listeye girmeyi sonuna kadar haketti fotoğrafçı olmak. Artık her önüne gelen bir fotoğraf makinesi alıp, börtü böcek fotoğrafı, çöpçü fotoğrafı, köylü çocuk fotoğrafı ve bir takım bu tarz fotoğraflar çekerek Facebook'ta kendi isimlerine açtıkları gruplarda bu fotoğrafları paylaşabiliyorlar. Kısıtlı IQ sahibi insanlar için oldukça basit bir yol bir şeylerin ucundan tutuyor gözükmek için.

Sanırım bu kadar geldi şimdilik aklıma. Belki ilerleyen zamanlarda yazıyı, yazı dizisi yapmaya karar veririm. Eğer öyle bir şey olursa Kısıtlı IQ İçin İlgi Alanları Vol. 2 yazısı ile karşınızda olacağım.

1 Mart 2012 Perşembe

Fetih 1453 İzlenimlerim

Nihayet uzun uğraşlar sonucunda filmi izlemeyi başardım. İki gün önce 21:00 seansı için sinemaya gittiğimde, sırada önümde bulunan şahısların son biletleri satın almaları sonucu filme girememiştim. Dün ise biraz daha şanslıydım ve son kalan bileti alarak filme girmeyi başardım. Gerçi çok boktan bir koltuk ve konumda izledim filmi ama olsun. Buna da şükür.

Film hakkında en ufak bir ön yargım yoktu. Film Türkiye'de çekildiği ve Türk filmi olduğu için çoğu kişi ön yargı ile yaklaşıyor ama gereksiz bir şey bu bence. Yabancı kalitesine henüz tam olarak ulaşabilmiş olmasak bile az çok gelişmeleri ülkemize getirip kullanabiliyoruz. En basitinden, görsel efekt anlamında Avrupa ve Amerika standartlarında olmasa bile Türkiye standartlarının çok üstünde bir yapım olmuş.

Fatih'in oğlu Bayezid'e sarılması hoştu.
Bildiğiniz veya bilmediğiniz üzere direkt olarak tarihten bir kesitin sinemaya aktarılması olduğu için konuya değinmeyeceğim. Değinenler yok mu, var. Onları ağlayarak mastürbasyon yapmaya davet ediyorum, zira filmin İkinci Murad'ın ölümü ile başladığını yazmanın bir esprisi yok çünkü zaten öyle olmayıp da ne olacak...

Film genel anlamda oldukça başarılı bana göre. Bunu neye bakarak söylüyorum diye soracak olursanız, hayranlıkla izlemiş olmamı söyleyebilirim. Pek fazla ortalıkta lanse etmesem de oldukça milliyetçi bir yapım vardır. Osmanlı Tarihi konusunda araştırma yapıp bir şeyler öğrenmeyi de çok severim. O yüzden filmi izlerken mest oldum desem yeridir.

Fena değil bence...
Yapımcılar tarafından yazılan kurmaca kısımlarda bazı mantık hataları ve tarihi sapmalar mevcut. Ancak bunlar beni pek rahatsız etmedi açıkçası. Neden diye soracak olursanız, sonuçta bu bir belgesel değil. Ulubatlı Hasan'ın kiminle seviştiğini bilmemiz gerekmiyor olabilir ama Türkiye'de çekilen her film ve dizide aşk mutlaka bulunuyor, burada da bulunmazsa olmazdı; o yüzden bu şekilde yedirmişler. Fena olmamış aslında... Kim kime dum duma bir seks ve entrika ağı ile bezenmemiş film en azından.

Filmde bulunan karakterler konusunda da biraz araştırma yaptım ve bir kaç karakter konusunda şaibeli yazılara rastladım. Onları da göz ardı etmek istiyorum. Sonuçta bu bir belgesel değil, olacak bu tarz şeyler... Misal Ulubatlı Hasan yerine Balaban Çavuş'u koysalar oraya bir boka benzemezdi diye düşünüyorum. Urban  Usta'nın kızı rolünde bir hatun koymasalar pek yadırgamazdık ama koymuşlar işte, o kadar kurcalamamak lazım.

Hasan'ın saçlar çok meymenetsiz.
Ulubatlı Hasan ve Guistiniani'nin kapışması özellikle çok hoştu. Bir Hector - Achilles kadar efsanevi değildi ama pek sönük kaldığı da söylenemez. İyiydi yani. Bu arada Guistiniani, Hasan'dan daha yakışıklı diyip durdular arkamda oturan kızlar; ister istemez kulak misafiri oldum. Oyuncular arasında roller değiştirilse hoş olabilirmiş.

Bunun dışında dikkatimi çeken bir nokta ise çok düz bir film olmuş olması. Savaş sahnelerindeki efektler olmasa, 30 yıl önce çekilen Kara Murat filmleri gibi bir film olmuş. Ne yapılabilirdi peki? Biraz sanatsallık katılabilirdi. Sanatsallıktan kastım nedir? Şudur, 300 Spartalı ve Spartacus'teki gibi... Desem anlaşılır herhalde. 300'ün her karesinin çıktısını alıp duvarınıza asabilirdiniz mesela. Fetih'te ise karadan gemileri yürütme sahnesi hariç o tarz sanatsallığı olan bir sahne hatırlamıyorum.

Filmin son sahnesi çok boktandı.
Son olarak oyuncu seçimlerine değinmek istiyorum. Mükemmel olmuş bence. Türk sineması ve izleyicisi hep aynı yüzleri görmekten sıkılmıştı. Filmde neredeyse hiç tanıdık bir yüz göremedim. Hep yeni yetme oyuncular kullanılmış ve gerçekten harika olmuş. Türkiye'de çekilmemiş gibi sanki film. Bunun dışında çok bariz bir kaç detayı yapımcıların atlamasına şaşırdım. Fatih Sultan Mehmet dediğimizde akla gelen iki üç şeyden biri burnudur. O burnu benzetseler iyi olacakmış.

Her neyse... Ben filmi beğendim. Ön yargıyla izlemeyen herkes beğenecektir şahsi kanaatimce. Bu filmin bir belgesel olmadığını ve Türkiye'de çekildiğini göz önünde bulundurup izlerseniz hayran kalmamanız için bir sebep kalmıyor bence. Filmi Holywood ile kıyaslayıp, History Channel tarafından çekilmiş gibi eleştirenlere ise söyleyecek lafım yok. Recep İvedik izleyin, hoşunuza gider muhtemelen.