5 Temmuz 2010 Pazartesi

Saçlarımı Kestirdim

Evet sevgili Şekerli Yoğurt okurları. Gerçi var mı ki öyle bir topluluk? Neyse…

Yaklaşık 14 aydır kestirmediğim saçlarımı bugün kestirmiş bulunuyorum. Saçlarımın ciddi anlamda acayip iğrenç bir hal almasının ardından, etraftan gelen tepkiler ışığında saçlarımı kestirmeye karar vermiştim, anlayacağınız üzere bugün kararımı uyguladım.

Bizim bir arkadaşın saçlarını berber bok etmişti ve 3 numaraya vurdurmak zorunda kalmıştı. O yüzden ben berbere değil kadın kuaförüne gitmeye karar verdim. Bunun neticesinde dün bir kadın kuaförüne gittim ve oradaki şahıs tarafından garipsendim. 40 dk sonra gel dedi bana… Gitmedim.

Bugün saç kesme elemanının erkek olduğu bir kuaföre gittim. Herif garip karşılamadı. Oturdum koltuğa. Her yerinden eşit şekilde 2-3 cm kısaltmasını söyledim. Öyle de yaptı. Ayrıca saçlarım çok sığ bir yapıya sahipmiş o yüzden ara makas vari bir şey de yaptı. Şu an saçlarım acayip rahat.

Fakat annem pek beğenmedi saçlarımın kesilmiş halini. “Hiç kesilmemiş bu” dedi. Tekrar kuaföre gittik. Bir güzel tekrar kesti herif. Bu kez cidden kısaldı. Aynaya bakınca iyi mi ettim kötü mü ettim diye düşünüyorum. Karar veremedim henüz. Eski hali daha iyiydi sanki… Ama sorun değil, kökü bende nasıl olsa.

4 Temmuz 2010 Pazar

Kaputaş’ta Denize Çakılmak


Bugün denize gittik. Kaputaş’ı biliyor musunuz bilmiyorum. Üstte fotoğrafı var. Kaş’a yaklaşık 20 km uzaklıkta, Kalkan ile Kaş arasında tamamiyle doğal bir plaj. 1-1,5 metrelik dalgaları ve neredeyse tamamı kum olan bir plaj, ben çok seviyorum.

Ama bugün başıma talihsiz bir olay geldi =D. Evet, arkadaşlar ile toplandık ve Kaputaş’ a gitmeye karar verdik. Bindik motosikletlere, gittik plaja. İndik yüzüyoruz. “Birdirbir” isimli oyunu bilirsiniz. Plajda dalgalara karşı bu oyunu oynamaya karar verdik. Deniz orada bir anda derinleşiyor. İlk önce ben yattım, arkadaş üzerimden atladı. Daha sonra ben atladım. Sonra o atladı. Sonra tekrar ben atlayacaktım. Bu kez ellerimi kullanmadan direkt olarak üzerinden atlayayım dedim. Ona da tam denizin derinleştiği yerin sınırında durmasını söyledim. Böylece üzerinden atlayınca direkt derin sulara dalış yapacaktım fakat öyle olmadı. Sınıra durmamış bizim arkadaş.

Koştum, zıpladım ve uçtum. Denizden koşarak atladığımız için pek yükseklemedim haliyle ama yine de arkadaşın üzerinden uçmayı başardım. Uçtum ve balıklama denize girdim. Daha doğrusu yere çakıldım. Yüz üstü =D.

Denizden çıktığımda yüzümde ufak çizikler vardı ve kanıyorlardı. Sağ omzumda da yine çizikler vardı. Havlu ile bastırdım falan kanama durdu. Sanki savaştan çıkmış gibi bir hal aldı yüzüm. Trajikomik oldu bayağı.

Tekrar denize girmek için yöneldiğimde, benim çakıldığımı gören biri geldi ve sordu bir şeyimin olup olmadığını. Yok bir şey dedim, “öyle atlanır mı abicim, nasıl çakıldın öyle ayakların havada kaldı” dedi. =D Cidden sağlam çakılmışım. Bravo bana. Allahtan gebermedim.

2 Temmuz 2010 Cuma

Fight Club


Meşgale olsun diye yeni bir şeyler yapmaya karar verdiğim anda Diyabakırlı dostum Enes sağolsun Şekerli YOğurt’u hatırlattı. Ben de yeni bir başlangıç yapmak için bu blog adına; bir şeyler yazmak istedim. Eskisi gibi yazmaktan tat almıyorum gerçi ama deneyeceğim. Belki tekrar eski şevkim gelir.

Ben Fight Club’ı izlememiştim, ta ki düne kadar. Aslında Reservoir Dogs’u izleyecektim. Bundan 2 yıl evvel çalışmış olduğum bir CD Center var. Orada yakın bir arkadaşım çalışmakta şu an, bu sayede tüm filmleri beleşe alıp izleyebiliyorum. Son çıkan filmler çoğu zaman “acaba iyi midir lan bu” düşüncesi yaratıyor kafamda. O yüzden daha çok “kült” filmlere yönelmeyi tercih ediyorum. O yüzden Reservoir Dogs ve Fight Club’tan birini almaya karar verdim. Fakat bir seçim yapmam gerekiyordu, arkadaş aynı anda ikisini birden vermiyor. Neyse, Reservoir Dogs’u aldım, geldim eve.

Saat 00:00′ı gösterdiğinde, Enes’le konuşmaktaydım. Netinin kesileceğinden bahsediyordu ama kesildiği falan yoktu. Niye bu kadar detaya iniyorsam şu an… Neyse… “Lan sen kafayı mı yedin, o film güzel değil ki; keşke Fight Club’ı alsaydın” dedi. Bende “olur bro alırız, yeter ki sen iste” dedim ve atladım motosiklete, gittim aldım geldim filmi gece yarısı. Söylemesi ayıp “ehliyetim” var. ;)

Enes öve öve bitiremedi filmi, o yüzden kalktım gece yarısı gittim filmi aldım. Beklentim bayağı bir büyüktü. O kadar büyüktü ki… Filmin yarısında sıkıldım ve kapattım.

Ertesi gün devam ettim. Zaten filmin tek olayı, Tyler Durden’in hiç olmayan hayali bir karakter olması imiş. Bunun ortaya çıktığı zaman millet ona hayran kalıyormuş anlaşılan ama bende bir “vay aq” tepkisi bile yaratmadı.

Bu kadar işte… Sevmedim ben Fight Club’ı. Dağılın, eğer varsanız.