28 Nisan 2009 Salı

Münazara ve Ortaya Karışık

Bugün Dil ve Anlatım dersinde Münazara yaptık. Yaklaşık 2 haftadır müfredatımız gereği işlemekte olduğumuz konu buydu. Güzel, zevkli ve eğlenceli geçeceğini biliyorduk münazaranın. Uzun zamandır iple çekiyorduk bu olayı. Ve, dün yaptık.

Savunulan düşünceler: "Televizyon insan hayatını olumsuz yönde etkiler" ve "Televizyon insan hayatını olumlu yönde etkiler" idi. Biz "olumsuz yönde etkiler" i savunuyorduk, haliyle rakip grup "olumlu yönde etkiler" i savundu. Öncelikle grupları yazayım:

           Bizim Grup
  • Ben
  • İsmail Coroz
  • Sercan Çetin
Rakip Grup
  •  Mehmet Ali Çakmak
  • Uğur Işıldak
  • Ali Zorlu
Aslında yazacak pek bir şey yok. Ezdik. Ezdik. 321 - 210. Neyse... Yazacak pek bir şey yokmuş hakikaten, kala kaldım.

MEB'ten güzel bir uygulama

MEB Lise son sınıf öğrencileri için çok yararlı bir uygulama başlatmış. 15 Mayıs'tan sonra velimiz ile okula gelerek bir dilekçe veriyoruz ve 45 günlük özürlü-özürsüz devamsızlık hakkımızı tümüyle kullanabiliyoruz. MEB normalde bize özürsüz 20 gün devamsızlık hakkı veriyor. Benim özürsüz devamsızlık 15 gün, 25-30 gün de veli dilekçesi ile izin çaksam, 15 Mayıs'ta bizim okullar kapandı demektir. Vallahi ilk defa düzgün bir iş yaptı MEB. Kendilerini kutluyorum.

Yarın çok sağlam bir halı saha maçı yapacağız. 8-9 rezervasyon yaptım. 5 maçtır galip gelmekte Ali Burak Demirel ve ekibini bu kez alt edeceğiz. Kadro ciddi anlamda çok sağlam bu sefer. Yarın eğer yenersek ki yüzde 51 yeneceğimizi düşünüyorum, buraya süper detaylı bir yazı gireceğim. Yenilirsek, durumu "Kısa Notlar" bölümünden takip edebilirisin

25 Nisan 2009 Cumartesi

Buna Da Şükür

Bugün uzun zamandır yapmayı planladığımız fakat sürekli bir aksiliğe uğrayan ve gerçekleştirmemizin mümkün olamadığı planı gerçekleştirdik. Bu cümleden, çok önemli ve uç bir plan olduğunu sanmayın bunun. Çünkü değil. Sadece, okula bizim gitarları götürmekti planımızın. İşte... Bugün bu planı gerçekleştirdik.

Öğlen getirdik gitarları, müdür odasına koyduk. Sınıfa getirmek biraz riskli olurdu, bizim sınıfın durumları pek bir karmaşık olur. Bir arbede çıkar sınıfta, gelirler benim gitarın tepesinde kavga ederler falan, bu tarz şeyler de hep beni bulacağı için hiç öyle bir şey yapmadım. Müdür odası sakin ve emniyetli idi.

Okul bittikten sonra, okulun gitar dersi alan grubunun çalışması vardı. Müzik hocamız, bu çalışmadan önce bizi dinledi. Sanırım pek bir hoşlarına gitti. Milletin şaşırdığı her hallerinden belliydi. Benim 10 ay önce gittiğim ve 3 hafta katıldığım klasik gitar kursumunda yer alan bir takım şahıslar özellikle daha bir fazla şaşırdı. "Sen oradayken bir bok çalamazdın, ne ara elektro gitarı öğrendin?" der gibi bakıyorlardı. Haklıydılar aslında. 10 ayda, hocasız falan çok iyi geliştirdim kendimi. Neyse...

Okul gecesinde çalmak için 3+1 parça belirledik. Aslında onlar belirledi, bende sesimi çıkarmadım. Siktiri boktan şarkılar seçtiler ama neyse... Daha iyi fikirler gelirse aklıma, değiştiririz şarkıları. Şarkılar ise şunlar: Kurban - Yalan Dostum, Emre Aydın - Afili Yalnızlık, Duman - Seni Kendime Sakladım. Evet... Emre Aydın ne alaka lan demiş olabilirsiniz. Bende öyle dedim ilk ama çok ısrar edince şarkıyı söyleyecek olan vokalist şahıs, direnmedim. Bu üç parçaya ek olarak, Smoke on the Water çalmak istediğimizi de söyledik. Müzik hocamız, buna ben çalışayım, belki söylerim dedi. Bilemiyorum söyleyebilir mi ama söylerse iyi olur.

Çalacağımız parçaların hepsini farklı şahıslar söyleyecek. Hepsi de kız. Biraz baktım şöyle, şarkı söyleyiş şekillerine falan. Mıy mıy mıy şeklinde söylüyorlar. Bilemiyorum... Sahnede de böyle ezik büzük söyleyeceklerini düşünüyorum. Biraz daha coşkulu, ortalığı duman eden bir vokalistimiz olsaydı süper olurdu. Neyse, buna da şükür.

Bu olaylar yaşanıp, bittikten sonra, mekandan ayrılırken, okulumunuz öğrencilerinden bir şahıs ile aramızda geçen diyalogu da buraya yazmak isterim:
- Bu ne yaa? Çalabiliyonuz mu da getiriyonuz?
- Yok hava olsun diye getiriyoz...
Allahım yaa... Neyse...

16 Nisan 2009 Perşembe

Opeth Konseri İçin Antalya Yolcusuyuz

Yarın sabah saat 7:00'da Antalya'ya gidiyoruz. Temel amaç olarak Opeth konseri için gidiyoruz ama daha bir çok amaç var. Opeth konserine belki girmeye de biliriz. Hiç belli olmaz. Yarın gidip, Cuma gecesi geri döneceğiz. Son anlarda gidip gitmemek konusunda tereddüt ettik, acaba gittiğimize, 2 günümüzü orada geçireceğimize deyecek mi diye düşündük ve en sonunda kafamızı bulandırmanın yersiz olduğuna ve gitmekte doğru yaptığımıza karar verdik. Umarım "ulan keşke gelmeseydik" demeyiz.

Bunun yanında bugün ilginç bir olay yaşandı. Level'dan bir mail geldi ve bir yazı yazmamı istediler. Teslim tarihi olarak da 18 Nisan'ı belirlemişler. Fakat yarın Antalya'ya gideceğim ve 17 Nisan gecesi döneceğim için bu yazıyı yazabilmeme imkan yoktu. Bunu belirten bir cevap attım. Umarım bu güzel şansı elimin tersi ile geri tepmiş olmam. Uzun zamandır böyle bir şans bekliyordum, şansı yakaladım ama şanssız bir zamanda yakaladım. Kötü oldu bu...

Edit: Konser mekanı bizim kaldığımız yere çok uzak olduğu ve başlama saati de gece yarısı olduğu için konsere gitmedik.

Edit 2: Bu olay çok net hayatımın en büyük pişmanlıklarından biri. Nasıl gitmem lan ben bu konsere?

9 Nisan 2009 Perşembe

Aşı Olduk

Bugün okulda yine tuhaf olaylar döndü. Aslında pek tuhaf sayılmaz ama tuhaftı işte, ne bileyim... Yaklaşık 2 hafta önce bize bir form vermişlerdi ve daha önce olduğumuz aşıları işaretlemiştik. Aslına bakarsanız, form direkt Hepatit B ve Kızamıkçık aşısı olup olmadığımızı anlamak üzere hazırlanmıştı. Bu formun tesliminden 2 hafta sonra, yani bugün; hemşireler okula intikal etti. Lise 1'ler hariç tüm okula aşı yaptılar. 12. sınıf olarak bizi sona bırakmışlar. Uzunca bir süre hemşirelerin gelmesini bekledik. Bu bekleyiş o kadar stresliydi ki, herkesin eli ayağı titriyordu. Herkes soğuk kanlıymış gibi dimdik oturuyordu sırasında. Bende ilk başlarda öyleydim ama ilerleyen dakikalarda herkes çözüldü ve aşıdan tırstıklarını dile getirdiler. Bu bekleyiş dakikalarında çok sağlam geyikler döndü ortada. Bir şahısla sürekli dalga geçildi. Kendisine şu tarz laflar edildi:
  • Senin için paytar getirmişler.
  • Buna tabanca ile vuracaklarmış; hani hayvanları bayıltmak için vuruyorlar ya, ondan.
  • Korkudan rengi soldu salağın.
  • İnşallah enfeksiyon kapar da geberirsin.
  • İnşallah iğne kolunda kırılır, içinde kalır öyle.
Güzeldi. Eğlendik. Hedonistim abi, eğlendiğim an benim için iş bitmiştir. Gerisi umrumda değil. Bunun dışında şöyle bir diyalog yaşandı ki, o da bizleri gülmekten adeta yardı:

- Hoca: Korkuyor musun len?
- X Öğrencisi: Ne korkacağım hocam... İsterlerse başından (penisinin başından bahsediyor) vursunlar...

Bu da güzeldi. Güzel espriydi... Takdir ediyorum. İsim yazmıyorum farkettiyseniz... Sonra aşırı ilgi ile birlikte çok garip sonuçlar doğurabiliyor bu durum. Neyse...

Bunun yanında bir diğer ilginç durum, bir 12. sınıfta öğrencinin birinin bayılmasıydı. Bayıldı öküz gibi herif. Ulan kalıbından utan. Sınıfın kapısından içeriye bir baktım, çocuğu sıraya dayamışlar, ceset gibi uzanmış yatıyor. Leş gibiydi. Koku olarak değil durum olarak. İlginçti. Herkes başının dibinde duruyordu, pek üzüleni yoktu. Demek ki sınıftaki herkes onun ölmesini istiyor. Evet evet, güzel bir çıkarım yaptım. Süperim...

Aşı olayını komple atarsak, bugün geçen hafta girdiğimiz deneme sınavının sonuçları geldi. Beklediğimin üstünde bir puan almışım. Puanımı burada açıklamayacağım ama güzel yani. Ben bu kadar yüksek puan beklemiyordum... Yani tam olarak yüksek sayılmaz ama beklentileriminin üstünde işte... Öf anlayın a.q...

7 Nisan 2009 Salı

How I Met Your Mother Üzerine

Uzunca bir zamandır How I Met Your Mother'ı ilgi ile takip etmekteyim. Hepiniz dizinin konusunu biliyorsunuzdur, eminim buna. Ama bilmeyenler de olabilir. Onları düşünürekten, kısaca bahsedelim.

Ted adında, bir oğlan var. 30 yaşına merdiven dayamış bir arkadaşımız bu Ted. Bunun yanında yardımcı karakterler olarak Lily ve Marshall var. Bu ikisi, bir çift. Aşık. İkisi de muhteşem insanlar gerçekten, imrenerek izliyoruz. Tabii bir de Barney var. Neyse sapmayalım. Aslında dizinin isminden olayın ne olduğunu anlamak mümkün, "Ananla nasıl tanıştım?" şeklinde soruyor Ted çocuklarına ve bu uzun hikayeyi kendisi sorup, kendisi cevaplıyor. İşte bu hikaye anlatıla anlatıla, 4 sezonluk dizi olmuş durumda.

Ted ilk olarak Robin adlı dünyalar güzeli hatuna aşık oluyor. Ted'in amacı, New York'ta kendisine uygun olan eşi bulmak, evlenmek ve çocuk yapmak. Robin için ise bu durum söz konusu bile değil. Robin çocuk değil kariyer peşinde. Bu yüzden bu ikilinin işi yatıyor, ayrılıyorlar. Ted 4 sezon boyunca yaklaşık 20 hatunla beraber oluyor. Hayatının aşkını bulabilmek için her yolu deniyor. Gerçi son bölümlerde bu durum biraz kabak tadı vermeye başladı. Her önüne gelenle "belki aradığım hatun budur lan" diyerek tanışıp, kaynaşıp, hatunun işini bitirip, ayrılıyor. Hayatının kadınını bulma sevdasına, tüm New York'u elden geçirdi Ted bey. Şerefsiz ya bu herif. Şerefsiz, artı çakal. Çakal çakal. Becermediği hatun kalmadı New York'ta. Bir de Marshall'a bak, sanırım 7-8 senedir Lily ile beraber. Gerçi onlarınki de bildiğin aşk yani. Ted böyle aşk bulsa, onun da durumu böyle olurdu. Tabi tabi, böyle olurdu.

Bu arada Barney'den de söz edelim birazcık. Bu herif tek gecelik ilişki peşinde koşan bir herif. Esprileri ile ortalığı yıkıyor. En sevdiği iki kelime vardır ve bunları hep kullanır; Awesome ve Legandary. Bu iki kelime artık Barney Stinson ile özdeşleşmiş durumda. Barney, Robin'e aşık oldu. Bunu Lily ile paylaştı fakat Robin'in bundan haberi henüz yok. Sanırım bu gidişle bu ikili evlenecek, Barney 8 çocuk yapacak. Durum onu gösteriyor. Barney yapar mı yapar... Herif pancar motoru gibi çalışıyor...

Yaa ben bu yazıyı niye yazdım? Amacım neydi acaba... Neyse, can sıkıntısıydı. Sıkıntı yok oldu, vakit geçti. Uyuma vakti geldi. Yarın yine okul var... Allahın cezası okul, bitse de kurtulsak... Bu arada Coğrafya yazılıları okundu. Benim kağdımın birebir aynı olduğu arkadaş, benden 30 puan fazla almış. Çok garip... Çok pis kopya çekmiştik, kopya çekenleri hoca hep ibnelik olsun diye 84'te bırakmış. Beni de çok sakat bir sayıda bırakmış. Ama ikinci yazılıda telafi ederiz, zor değil Coğrafya...

5 Nisan 2009 Pazar

Bir PES Macerası - Vol. 1

Evet. Şuan sizlerle, PES 2009 adlı güzide futbol oyununda yaşadığım bir Şampiyonlar Ligi macerasını anlatacağım. Bildiğiniz gibi PES, Şampiyonlar Ligini lisanslı olarak 2009 yılında oyuna eklemeyi başardı. Lisanslı olunca da, modun havası bir başka oluyor. Hala bir çok takımın lisansları alınamamış olsa da, Şampiyonlar Ligi modu ile olsun, Become a Legend modu olsun, PES hala gönüllerin bir numaralı futbol oyunu. Neyse, bu konulara girmeyelim. Benim maceram daha güzel, sonu da mutlu bitiyor.

Takım seçmek konusunda epey kararsız kaldım. Barcelona ve Manchester United oyunun en güçlü takımları. Bunların çok ufak bir kademe altında da Milan var. Ben Milan'ı aldım. Kuralar çekildi ve grubum şu takımlardan oluştu:

C Grubu
  • AC Milan
  • Liverpool
  • Porto
  • Twente
C grubu ilk maçı: Milan 1 - 2 AC Liverpool

Grubun ilk maçında, grubun en güçlü takımı Liverpool ile Milano'da karşılaştım. Maça çok iyi başladım ve ilk yarıda saysız gol pozisyonundan yararlanamadım fakat buna rağmen bir gol atmayı başarıp devre arasına 1-0 galip girdim. İkinci yarının hemen başında Kaladze'nin kırmızı kart görmesi tüm dengeleri bozdu. Kaladze'nin boşalttığı mevkiye yeni bir oyun oyuncu almadım. Bu yüzden ataklarımı sürekli olarak yapmaya devam ettim. Fakat savunmada bir kişi eksik olduğumuz için, kontra ataklardan kalemde 2 gol gördüm ve ilk maçımı malubiyet ile tamamladım. Kötü oldu. Evimizde beklenmedik bir malubiyet aldık.

C grubu ikinci maçı: Porto 0 - 1 AC Milan

İkinci maçımızda Porto ile karşılaşıyorduk. Moraller bozuktu, Kaladze'nin yerine takımda Maldini yer aldı. Oyunun belki de en sinsi takımı Porto'dur. Güçsüz gibi duruyorlar fakat öyle iyi top yapıyorlar ki hayret edersiniz. Diğer bir sinsi takım da Athletico Madrid, Aguero falan öküz gibi. Neyse, bu maçta Porto baskılı oynadı. Fakat ben bir pozisyonda golü buldum ve maçı kazandım. Zor da olsa kazanarak ilk üç puanımızı aldık.

C grubu üçüncü maçı: Twente 2 - 4 AC Milan


Üçüncü maçımız grubun en güçsüz takımı, hatta Şampiyonlar Ligi'ne nasıl katıldığını dahi anlamadığım Twente ileydi. Maça tamamen yedek bir kadro ile çıktım, kaleci Dida hariç. İlk 4 dakikada 2 gol yedik ve 2 - 0 geriye düştük. Boriello adlı genç oyuncumuzun attığı goller ile maça ilk önce dengeyi getirdik. Sonlara doğru da iki gol bularak maçı kazandık. Bu maçın ardından Liverpool maçı vardı, o maç için de oyuncularımızı dinlendirmiş olduk. Bunun yanında Boriello'nun, Inzaghi'den daha iyi durumda olduğunu da anlamış oldum.

C grubu dördüncü maçı: Liverpool 2-4 AC Milan

Liverpool ilk maçta olduğu gibi sönüktü. Geçen maçı 10 kişi kaldığım için kazanmışlardı. Bu kez onlara şans tanımadım ve ezdim geçtim. Özellikle Kaka' ile sağ kanattan darma dağın ettim Liverpool'u. Bundan önceki 3 maçını da kazanmış olan Liverpool'a ağır bir tokat vurdum. Ayrıca puanlarımızı eşitledim. Grubun tepesinde Liverpool ile ortak puandaydık artık.

C grubu beşinci maçı: AC Milan 0 - 0 Porto

Porto ilk maçta olduğu gibi baskılı oynayamadı. Ben çok baskılı oynadım fakat bir türlü golü bulamadım. Boş kaleye kaçırılan toplar, direkten dönen toplar vs. oldu. Porto çok az geldi benim kaleme. Bana beraberlik yetiyordu gruptan çıkabilmek için, beraberliği aldım ve yetti.

C grubu altıncı maçı : AC Milan 3 - 0 Twente

Twente gruptaki tüm maçlarını kaybetmişti. Ben yine onların karşısına yedek kadro ile çıktım. İlk yarı gol bulamadım. İkinci yarı attığım 3 gol ile maçı kazanıp, ikinci tura çıkmayı başardım.

Grup maçları sonunda gruptaki sıralama:
  1. Liverpool
  2. Milan
  3. Porto
  4. Twente
Sıralama tıpkı beklediğim gibi oldu.

İkinci tur kuraları çekildi ve rakibim Real Madrid oldu. Kupayı alabilecek güçte sadece 3 takım var, bunlar Barcelona, Manchester United ve Real Madrid. Bu üçlüden biriyle, ikinci turda karşılaşmam güzel oldu. Turu atlarsam direktman bir rakibimi ekarte etmiş olacaktım.

İkinci tur ilk maçı: Real Madrid 0 - 5 AC Milan

Turnuvanın en rahat maçını oynayıp, rakibimizi gole boğduk. Ronaldinho ilk kez düzgün bir futbol oynadı ve 2 gol birden attı. Garipti. Casillas o topları nasıl yedi hala hayret ediyorum.

İkinci tur ikinci maçı: AC Milan 0 - 0 Real Madrid

İlk maçın verdiği rahatlık ile yedek kadro ile sahaya çıktım. Fakat bu kez taktikte bir değişiklik yaptım ve 5-3-2 taktiğini kullandım. Gol atabilirdim ama atamadım, Real Madrid yine ezik kaldı. Doğru düzgün pozisyon dahi bulamadı.

Real Madrid'i eledikten sonra çeyrek finaldeki rakibim, turnuvanın bir diğer güçlü ekibi Barcelona oldu. Biraz çekinsem de, işler yine istediğim gibi gitti.

Çeyrek Final ilk maçı: Milan 1 - 0 Barcelona

Kaka'nın tek golü ile maçı kazandık. Messi'yi durdurduk veya başka bir nedenden dolayı oynayamadı. Bilemiyorum. Messi oynayamayınca, Barcelona bitik zaten. 1-0, güzel skordu ikinci maç için.

Çeyrek Final ikinci maçı: Barcelona 1 - 2 Milan

Maçın hemen başında kornerden gelen bir gol ile öne geçtim. Kornerde topu Milito kendi kalesine gönderdi. Bu golün hemen 2-3 dakika sonrasında kalemde golü gördüm. 5-3-2 taktiğiyle oynamaya başladım, savunma yaptım. Sonlara doğru Barcelona iyice yüklendi. O yüklenmeler sırasında yakaladığım bir kontra atakta, Ronaldinho ile ikinci golü bularak maçı kazandım ve Yarı Final'e yükseldim.

Yarı Final'de rakip sürpriz bir ekipti. Sürpriz yaparak Yarı Finale kadar gelmişti. Oynadığım ilk maçta da sürpriz yaptılar.

Yarı Final ilk maçı: Roma 4 - 4 Milan

Bir ben attım, bir onlar, bir ben attım, bir onlar attı. Tam 88'de 4 - 3 öne geçtim ve maç böyle biter diye düşünürken 90'da bir gol daha atarak maçı berabere bitirdiler. İkinci maç için ümitli bir şekilde maçtan ayrıldılar. Ama ben yine de ikinci maçta kazanabileceklerini sanmıyordum.

Yarı Final ikinci maçı: Milan 4 - 1 Roma

Pek rahat geçmedi aslında maç. Roma çok iyi oynadı, çok iyi pozisyonlar yakaladı fakat atamadı. Ben ise sanırım girdiğim tüm poziyonlardan gol ile döndüm ve farka gittim. Final'e güzel bir skor ile gittik.

Finalde rakibimiz tahmin ettiğim gibi Manchester United oldu. Maçın çok zor geçmesini bekliyordum, hatta yenilebileceğimi bile düşünüyordum ama olmadı...

Final: Milan 7 - 1 Manchester United

Evet, 7-1 kazandım. Boriello tam 5 gol attı, diğer 2 golü de Kaka' attı. Boriello'nun ikinci golü, turnuvanın en güzel golüydü. Peter Crouch'un Galatasaray'a attığı yarım rovaşatanın aynısıydı. Bu arada skorun böyle olmasının bir nedeni de kalede Van der Sar'ın değil, Foster'ın oluşuydu. Herif kova gibiydi, her geleni aldı. Van der Sar olsaydı kalede, 2-1, 3-1 falan biterdi maç.

Bu tarihi skor ile kupayı kazandık. Kupa kaptan Gattuso'nun ellerine çok yakıştı.



Kupayı böylesine basit kazanmamın bir diğer önemli nedeni de, oyunu Profesyonel zorluk seviyesinde oynamamdı. Bir üst kademe neydi hatırlamıyorum, World Class mıydı neydi sanırım, onda oynasam bu kadar kolay ulaşamazdım kupaya. Gelecek sefer öyle deneyeceğim.

3 Nisan 2009 Cuma

E=mc² ?



Gerçekten çok isterdim. En azından şu başlıkta yazmakta olan formülü az çok anlayabilecek, bu formül üzerinde düşünebilecek kadar Fizik bilgisine sahip olmayı. Eşit Ağırlık bölümünü seçmek sanırım hayatımın en büyük hatalarından biriydi. Düşünüyorum da, bunun dışında hayatımda yaptığım ve bana bu kadar üzüntü veren bir olay hatırlayamıyorum. Sadece bu Fizik olayı değil, genel olarak hayatımın gidişatını etkiledi Eşit Ağırlık. Keşke Sayısal'da olsaydım. Keşke... Şuan okulumuzun Sayısal bölümünde okumakta olan embesilleri görünce içim cız ediyor. Okul müdürümüz MS'nin Fizikçi olduğunu düşününce kafam dağılıyor. O herif bile, o haliyle Fizikçi olmuş. Fizikçi olacağımdan değil, fakat bu konular çok hoşuma gidiyor. En azından genel kültür olması açısından bazı şeyleri bilmek lazım bence. Fizik'in, Matematik'in kültürü mü olur lan, demeyin. Olur abi, neden olmasın? Bunları da öğrenmek lazım. Her konuda bir nebze olsun bilgi sahibi olmak lazım. Öküz gibi yatmamak lazım, bir şeyleri öğrenmek lazım. Ama gelin görün ki, bu durum tabii ki bazen mümkün olamayabiliyor. Yaşam aslında bir çok şey için yeterli bir süre sunuyor bize. Mesela ben bu sene ÖSS'de iyi bir puan alıp, bir yere yerleşemezsem; gelecek sene dershanede mutlaka Fizik görmek istiyorum. Böylece elde etmek istediğim Fizik bilgisine de ulaşacağım. Ne kadar güzel.

Neyse, Fizik'i siktir edelim şimdi. Önümüze bakalım. Bugün yine sınav vardı. Coğrafya'dan. Kopyalar havada uçuştu. Bir ara hoca öyle sinirlendi ki, şöyle bir cümle çıktı ağazından: "Sabahtan beri geçirdiniz ne varsa. Şerefsizlik yapmayın!". Haklıydı. Yani, insanın gözünün içine baka baka, defalarca uyardığı halde, kopya çekmeye devam etmek şerefsizliktir. Bende yaptım mı bu ibneliği? Yaptım. Bayram Hoca sonuna kadar haklı, ne dese yerinde. Öğrenciyiz bizde ama, pek önemsemiyoruz. Zaten son sınıfız, hocalar bizi alttan alıyor, hem de çok. Bizde yeri geldiğinde sessiz olmalıyız. Uğur, sana diyorum. Sınırlarımızı bilelim abi, 3 ay sonra pişman olacağımız davranışlar yapmayalım. Yani yaptığımızdan demiyorum, yapabiliriz. Durum öyle yani, çok kritik. Derste neler neler çıkıyor ağzımızdan, öyle bir söz çıkar ki; cidden telafisi falan çok zor olabilir. 2 ay kaldı, aman diyorum.



Bugün bir başka güzel olay daha yaşandı. Benim adıma güzel. Umut (Re_Fan), Level'da ismimin geçtiğini söyledi ve ekledi. Level'ın düzenlediği yazarlık yarışmasında, 10 kişi seçmişler ve bu 10 kişi 3 ay boyunca Level Online'da bir deneme sürecine alınacakmış. Yakında bizimle irtibata geçeceklermiş. İrtibata geçmelerini bekliyorum. Başvuru için kıytırık bir yazı göndermiştim, şimdi iş biraz ciddiye binince daha ayakları yere basan, sağlam yazılar yazarım. Bunun yanı sıra şöyle bir durum var. Dergide 10 adayın ismi verilmiş, en sona benim ismim yazılmış. Bir liste yaparsanız, en sona yazdığınız kişi genelde belli bir nedenden dolayı sondadır. Ya arkadaşınız değildir, ya bu listedeki diğer isimlere oranla daha az şansı vardır, ya da 9 kişi vardır 10. kişiyi doldursun diye bir kişi eklersiniz. Bunun gibi durumlardan dolayı listede olmaktan korkuyorum, ama olsun. Bir şey farketmez, sonuçta onlara bir yazı göndereceğim, bu yazı sağlam olduktan sonra en kötü ihtimalle Level Online'da düzenli yazarım diye düşünüyorum. O da bir şey...

Müzik dersinde bu dönem solfej olayı toptan kaldırıldı. Onun yerine belli konularda yıllık ödev tarzında ödevler hazırlıyoruz ve derste okuyoruz. Geçen hafta sıra bana gelmiş ama okula gitmediğim için ödevimi de sunamadım, gerçi haberim yoktu ödevden falan ama neyse. Bu haftaya kaldı benim ödev. O yüzden yarın için 3 sayfa ödev hazırladım. Uzun bir zaman sonra evde elle yazı yazdım, yine uzun bir zaman sonra ödev yaptım da diyebiliriz. Güzel oldu benim için...