22 Kasım 2009 Pazar

Grup Çalışmalarına Hız Vermiş Bulunmaktayız

Evet. Bileceğiniz veya bilmeyeceğiniz üzere, yaklaşık bir yıldır müzik sektörüne el atmış ve amatör olarak bir şeyler yapmaya gayret göstermeye başlamış bulunmaktayım. Bunun sonucu ve getirisi olarak, geçtiğimiz eğitim öğretim yılının sonunda “Okul Gecesi” ismi adı altında yapılan gecede, grubumuz ile birlikte çalma şerefine erişmiştik.

O dönemde aklımızda yaz aylarında bir bar bulup, sürekli olarak bir barda çalmak vardı. Fakat bazı problemler neticesinde bu olay gerçekleşememişti.

Bu sene, işi baştan sıkı tutmaya karar verdik ve geçtiğimiz hafta çalışmalara start verdik. İlk olarak basit türkçe parçalar ile başlamaya karar vermemizin neticesinde, “Senden Daha Güzel” ile giriştik olaya. Ardından yabancı bir şeyler de çalmamız gerektiğine kanaat getirerek, “Seek And Destroy” ile devam ettik. Onun ardından türkçeye dönüş yaptık ve “Ah” üzerinde de çalışmalara başladık. Bu yıl, geçen yıldan farklı olarak çift gitara sahibiz, çift gitarın tüm nimetlerini kullanmak adına, “Sarı Çizmeli Mehmet Ağa” yı da çalışmalarımıza dahil ettik. Şu an için bu 4 parçaya yoğunlaşmış bir şekilde devam etmekteyiz çalışmalara.Hatta bugün bir de kayıt aldık, “Senden Daha Güzel” i çaldık.

Günlük tadında yazılar yazmayalı uzun zaman olmuştu. Aslında direkt olarak günlük tadında yazılar yazmak istemiyorumdum Şekerli Yoğurt’a fakat baktım ki siteye haftalardır yazı eklenmemiş, yazayım günlük olaylarımdan bir şeyler dedim.

10 Kasım 2009 Salı

Sudan Çıkmış Balığa Dönmek


Geçen yıl. Lise son sınıftayken, millet harıl harıl ÖSS hazırlıkları yaparken; ve bizim hiçbir şey umrumuzda değilken… Okul Müdürümüz, “Sınavı kazanamazsanız, sudan çıkmış balığa dönersiniz” demişti.

Evet, çok haklıymış. Şu an sudan çıkmış balığız. Hiçbir uğraşımız yok. Her gün aynı şeyleri yapıyoruz, hayatımız oldukça sıkıcı bir hal almış durumda. Okul yok. Her gün öğlene kadar uyuyor, ardından saçma sapan geziyoruz küçücük Kaş ilçesinde, okula gidiyoruz bazen, basketbol oynuyoruz, okul bahçesinde oturuyoruz, okulda okuyan öğrenciler bitse de kurtulsak diye düşünüyor, biz ise keşke bitmeseydi diyoruz. Kötü bir şey. Keşke demiyorum ama şu an cidden, müdürümüzün söylediği gibiyiz; sudan çıkmış balığa döndük ve ne yapacağımızı bilmez bir halde aylak aylak takılıyoruz ortalıkta.

4 Kasım 2009 Çarşamba

How I Met Your Mother 5. Sezon


Nihayet döndüler. Merak içerisinde bekliyordum How I Met Y0ur Mother’ı. 4. sezonun sonunda Ted bir üniversitede Profesör olarak işe başlıyordu. Ve hatta çocuklarına o üniversitede sınıfında bulunan bir şahsın, anneleri olacağı ipucunu da vermişti. O açıdan 5. sezon belki de sonun başlangıcı oluyor. O yüzden de büyük bir ilgi ve merak içerisinde bekliyordum. İlk iki bölüm geride kaldı, o ilk bölümden spoiler vermek istiyorum =D.

İlk olarak Ted’i bir kenara bırakalım. Robin ve Barney artık sevgili. Evet :D . Olaylar biraz karmaşık ama sonuç olarak sevgili oldular. Birbirlerini sadece düzenli bir seks partneri olarak kullanan ikili, Lily’nin telkinleri sonucunda aralarındaki ilişkinin nereye gittiğini ve ilerde ne olacağı hakkında görüşmek zorunda kaldılar. Lily’yi kandırmak ve artık başlarından defetmek amacıyla, aralarında bir anlaşma yaparak Lily’ye artık sevgili oldukları yalanını uydurdular. Ama bu aslında yalan değil, bunun farkında değiller. Evet, sevgili olmayı istiyorlar ama bir türlü birbirlerine söyleyemedikleri için iş çıkmaza giriyordu. Şimdi ise yalandan sevgili olarak bir bakıma gerçek sevgili olmanın ilk adımını atmış oldular. Lily her şeyin farkında ve bu gelişmeye çok seviniyor. =) Lily iyi bir insan. Ahaha =)

Marshall, Ted’e artık profesör olduğu için kırbaç hediye etti.

Ted ise bir yandan profesörlük kariyerinin başlarındaki olağan sıkıntıları yaşarken, diğer yandan da doğru insanı bulma gayesinden vazgeçmiyor. Herifin Manhatten’da elinden geçirmediği hatun kalmadı ve hala vazgeçmiyor. Bunun sonucu olarak bundan 7 yıl önce tek gece çıktığı bir hatunla ikinci kez buluştu fakat ikisinin de bu buluşmanın bundan 7 yıl önce de gerçekleştiğinden haberi yoktu. Sonradan farkına vardılar ve eski günleri yaad ettiler bir bakıma. Yaptıkları yanlışları kontrol ettiler karşılıklı olarak, sen böyle yanlış yaptın, ben böyle bir hata yaptım falan tarzında. Ted’e buradan sesleniyorum… Birader, elinin deymediği hatun bırakmadın ulan eyalette. İnsan biraz iflah olur yaa, yok. Herif vazgeçmiyor. Takdir ediyorum bu çabasını ve gayesine olan bağlılığını.

Ted ve 7 yıl önce çıktığı hatun eğer o zaman yaptıkları hataları yapmasalardı şu an olacakları durum, Ted tarafından böyle hayal edildi.

Bu arada son bölümde Lily’ye tıpatıp benzeyen bir striptizci ile karşılaştık. Ultra komik anlar yaşattı Lily ve striptizci benzeri. Lily striptizciye para verip, kendi bir seferliğine striptiz yapmaya gayret gösterdi, bu sırada Marshall’dan onu izleyecekti ama Lily ayakta durmayı dahi başaramadı sahnede. Çok hoştu gerçekten, komikti. =D

Marshall ve Lily’ye tıpatıp benzeyen striptizci.

5. sezonun 2. bölümü henüz yayınlandı. Önümüzde daha en az 20 bölüm daha var. Neler olacağını çok merak ediyorum. Umarım bu sezon Ted, çocuklarının annesiyle tanışmayı başarır :D Gerçi başarmasın be, ne güzel dizi, 10-15 sezon sonra tanışırversin, biz de daha uzun yıllar How I Met Your Mother izlemeye devam edelim.

3 Kasım 2009 Salı

Merhaba Dünya

Bu gece keyfimden içtim. Sabah uyandığımda aklıma gelen ilk şeyin, değişmiş olmasına; gözlerimdeki perdenin düşmüş olmasına; düşüncelerimdeki kilidin çözülmüş olmasına ve son olarak hayatımın en aşağılık dönemini hasarsız bir şekilde atlatmış olmaya… Bunlara içtim, önümdeki güzel günlere. Mutluyum. Tekrar merhaba Dünya. Yola devam, önüm aydınlık.

28 Ekim 2009 Çarşamba

Gamer

Toplumdan uzak bir yaşam süren milyarder Ken Castle şimdiye kadar yapılanlar arasında en çok tartışma yaratmış olan oyun biçimini yaratmıştır: “Slayers”. Bu oyun milyonlara en derindeki arzularını ve fantezilerini tüm dünyanın gözü önünde sergileyebilme imkanı sağlayan ve olağanüstü popüler bir hale gelen çok-oyunculu bir online oyundur. Fakat oyun yeni ve korkunç bir boyut kazanmak üzeredir. İnsanlar insanları oynayacaktır.

Film gerçekten enteresan bir temayı işliyor. Bu film çekilmeden önce ciddi anlamda gelecekte bu benzer şeylerin olabileceğini falan hep hayal ederdim. Pek de güzel olur diye düşünürdüm fakat Gamer’ı izledikten sonra bu düşüncemden vazgeçtim.

Filmin en önemli yanı sanırım hikayesi. Onun haricinde hiçbir özel yanı yok gibi. Über görsel efektler veya çok uç şeyler beklemeyiniz. Fakat işlenen tema gerçekten harika; Multiplayer oyunları bilirsiniz, Counter Strike üzerinden anlatayım ben. Counter Strike’ta bir oyuncuyu yönetiyorsunuz, bilgisayar tabanlı bir oyun ve bir bilgisayar karakterini yönetiyorsunuz. Gamer’da ise oyun yine bilgisayar tabanlı fakat bu kez gerçek bir insanı kontrol ediyorsunuz. Evet, özel bir teknoloji sayesinde buna imkan sağlanmış durumda filmde. Kontrol edilen insanlar, ölüm cezasına çarptırılmış insanlar oldukları için, oyun içerisinde öldüklerinde herhangi bir problemle karşılaşılmamış olunuyor çünkü zaten ölecekler. Bu noktada şöyle bir durum ortaya çıkıyor, 30 oyundan galibiyetle ayrılan mahkumlar, serbest bırakılıyor.

Olay tam olarak şundan ibaret. Kable isimli karakter 27 galibiyet almıştır üstüste. 30 oyun kazandığında serbest kalacaktır; Kable’ı böylesine güdüleyen şey ailesine kavuşma isteği ve kendisini yöneten şahsın iyi bir oyuncu olmasıdır. Fakat oyun ve oyunun yapımcısı Castle ile ilgili hayati önem taşıyan bilgiler bildiği için Castle onun oyunu bitirmesine izin vermeyecektir. Bu sırada Kable farklı bir plan uygulayarak oyundan kaçar.Ailesine kavuşur hatta ve hatta Castle’ı öldürür.

Tam olarak olay bu. Bunun haricinde başka bir durum yok. Güzel. Güzel bir film olmuş. İzleyin, izletin. Ben beğendim. Gerard Butler’a olan hayranlığım da milyonlarca kat daha arttı.

27 Ekim 2009 Salı

Metal Gear Solid: Philanthropy


Dün, gecenin ilerleyen saatlerinde sıkıntıdan patlamak üzereyken film izlemeye karar verdim. Online film izleme sitelerinden herhangi bir tanesine girerek, son eklenen filmlere gözattım. Bu sırada dikkatimi Metal Gear Solid: Philanthropy çekti. Hemen tıkladım ve izlemeye başladım.

Film yaklaşık 60-70 dakika sürdü. İzlerken ciddi anlamda sıkıldım, bunaldım, “bu mu lan yani?” dedim. Aksiyon yok denecek kadar azdı, olaylar biraz karmaşık gibi duruyordu ki sanırım bu durum filmin sunumunun iyi yapılamamış olmasından dolayıydı. Cidden filmin sonunu zor getirdik.

Filmi izledikten sonra film hakkında yapılan yorumları merak ettim. Açtım Uludağsözlük’ü, başladım okumaya. Film meğer bir fan filmiymiş. Evet, fan filmi. Yaklaşık 10 bin euro bütçe ile çekilmiş ve hiçbir kar amacı gütmüyormuş. Bu bilgiyi öğrendikten sonra dumur oldum. Bir fan filmi için olağanüstüydü bu film. Ciddi anlamda olağanüstü. Çok şaşırdım ve “adamlar yapıyor abi” dedim kendi kendime. Tebrik ediyorum, gönüllü kar amacı gütmeyen yapımcı firma Hide Division’ı. Allah her oyuna, filme ve karaktere böyle hayırlı fanlar nasip etsin. Alkışlıyorum =).

26 Ekim 2009 Pazartesi

“Namus İki Bacak Arasında Değildir” Yanılgısı


Evet. Oldukça hassas bir konu hakkında bir kaç şey söyleme gereği duydum ve bu yazıyı yazmaya başladım. Mükemmel bir giriş kısmının ardından, yazıyı geliştirmeye başlayalım.

Bu söz aslında bir savunma mekanizması ürünüdür. Bu sözü bekaretini evlenmeden önce kaybetmiş insanlardan duyarız genellikle. Sadece kadın değil, erkekler için de bazen bu söz bir savunma mekanizması ürünü olarak ortaya çıkabilir; fakat dişi cins cinsel konularda biraz daha hassas bir konumda olduğu için bu söz de genellikle onların ağzından çıkıyor.

Bekaretini evlenmeden önce kaybetmiş bir insan, toplum tarafından “kötü” insan olarak nitelendirilir. Sonuçta bazı toplum kuralları var, örf var adet var ve bu kurallara bir şekilde uymak gerekiyor. Bu kurallara uymazsanız ne olursa olsun kötü anlamda damga yiyorsunuz. Yediğiniz damga o kadar kötü ki, bu damga ile yaşamayı öğrenmek bir tarafa, yaptığınız şeyin kötü bir şey olmadığına kendinizi ikna etmeye çalışıyorsunuz. Ve bu sırada ortaya işte bu tarz söylemler çıkıveriyor. Kişinin kendini rahatlatmak için ortaya attığı, topluma tamamen ters düşen sözler.

Namus sadece iki bacak arasında değildir desek yanlış olmaz. Sonuçta bir insan sürekli karşı cinsten insanlarlaysa, bazı ahlaki kuralları hiçe sayıyorsa ve dilediği şeyi özgürce yapmaktan yanaysa, yine topluma ters düşen bir durum ortaya çıkıyor. Sonuçta burası Türkiye ve bazı katı kurallar var. İlla ki cinsel ilişki gerekmiyor, kişinin biraz olsun ahlaki değerlere saygısız olması bile o insanı namussuz yapabiliyor. İşte buna dikkat etmek gerekiyor, kötü anlamda damga yememek için.

Bir de madalyonun diğer tarafı var. Sonuçta cinsellik insanoğlu için bir gereksinimdir ve bu gereksinimden mahrum kalmamak gerekiyor. Ama tadını kaçırmamak gerekiyor tabii. Her şeyin bir ölçüsü var öyle değil mi? O ölçüyü kaçırmadan cinselliğinizi yaşadığınızda, toplum tarafından pek fazla umursanmayabilirsiniz ve size karşı kötü anlamda bir damga yeme durumu olmaz. Ama diyorumya, burası Türkiye, o yüzden dikkat etmek gerekiyor; isterse Van olsun, Mardin olsun, isterse İzmir olsun İstanbul olsun. Burası Türkiye.

Eğer cinselliği kimi zaman zevk için, kimi zaman menfaat için, kimi zaman sadece eğlence için yapıyorsa kişi; burada bir sorun var. Pek bir keyifli geliyordur yaşadıklarını arkadaşlarına anlatmak ama emin ol sen o değersiz 5 dakikalık zevk için arkadaşlık ettiğin şahsın gözünde ve hatta yaşadıklarını anlattığın arkadaşlarının gözünde de bir orospudan öte bir şey değilsin. Değilsin çünkü sen bunu herkesle yapıyorsun. Bir özelliğin yok, herkesin partnerisin. Bir kişinin değil, senin için özel olan birinin değil; herkesin partnerisin. Çok basitsin. Onların oyuncağısın.

Ve bazen; öyle bir oyuncaksın ki, seni istediği zaman çağırıp, becerip, “hadi şimdi üstünü giyin ve s. git buradan” diyen insanlara değer verebiliyorsun. Onlar senden sadece “yine çaktım geçen gün orospuya” diye bahsediyorlar. Yazık ediyorsun hayatına. Yazık ediyorsun sana gerçek değeri verenlere. Her şeye yazık ediyorsun.

Aklın namuslu olsun, her önüne gelen cinsel ilişkiye gir? Olmaz, böyle bir şey yok. Aklın namuslu olması diye bir şey yok. Bu bir bütün. Bu bütünü bozarsan, namussuzsundur. Bu böyledir. Türkiye’de böyledir. Kendinize dikkat edin, kendinize çeki düzen verin.

NOT: Bu yazı kişisel birebir gözlemlerime dayanarak yazdığım bir yazıdır. Erkeğin namusu ne olacak diye sorabilirsiniz, o soruya karşılığı ben değil şu an içinde bulunduğumuz ahlaki değerleri oluşturanlara sormanız gerekir.

7 Ekim 2009 Çarşamba

Duman'ı Keşfetmek


Herkes dinliyor Duman’ı. Bende dinliyordum aslında eskiden ama hep bir kaç piyasa olmuş parçasıyla sınırlı kalıyordu bu durum. Özellikle son dönemde, kendimi thrash, heavy ve death metal alemlerine akıtaldan beri iyice unutmuş ve kopmuştum Duman’dan. Son dönem derken, 2-3 yıllık bir dönemden bahsediyorum.

Şu sıralar Duman’ı tekrar keşfetme evresine girmiş durumdayım. İlk olarak bir kaç damar parçası ile efkarlanıp, şarkılarda kendimi bulup, sözleriyle kendimi anlatıp dururken; baktım ki iyice Duman ile içiçe bir hale gelmişim. Yine eskiden olduğu gibi bir kaç piyasa olmuş parçası ile içiçe oldum. Fakat şu an Duman’ı keşfetme evresine girmiş bulunuyorum. Eski albümleri tek tek indirip, dinliyorum. Güzel parçalar buluyorum, bazen kendimi buluyorum; “adamlar yapmış ulan zamanında” diyorum. Sözler mükemmel, vokal zaten harika; gitar, davul ve bas sade ve mütevazı fakat mükemmel bir tamamlayıcı görevinde o harika vokal ve sözlere.

Yabancı parçalardan kurtulup, öz dilimle söylenen şarkılar dinlemek, anlamak, yorumlamak pek bir güzel oluyor. Duman şu an bu ihtiyacımı da sonuna kadar karşılıyor.

1 Ekim 2009 Perşembe

Endgame vs. Death Magnetic


Siteye uzun zamandır yazı yazmıyoruz, hem ben hem Enes. Aslında pek uzun zaman olmadı ama bir gün içinde 4-5 yazı yazdığımız günler olduğu için, 3 gündür yeni yazı olmayışı sanki aradan bayağı uzun bir zaman geçmiş izlenimi veriyor. Her neyse. Sitemizi takip eden şahısların, “sıkıldık ulan metalden, sen bir şey yazma Enes daha güzel yazıyor, hem o rapci” şeklindeki yorumlarına aldırış etmeden, Metal Forever diyerek devam ediyorum Metal ağırlıklı yazılarıma.

Megadeth geçtiğimiz günlerde Endgame isimli son albümünü piyasaya çıkardı. Bundan aylar önce de Metallica en yeni albümü Death Magnetic’i piyasaya sürmüştü. Geçtiğimiz günlerde Dave Mustaine bir söyleşide Endgame’in Death Magnetic’ten daha iyi bir albüm olduğunu öne sürmüş. Bir bakayım dedim, acaba hangisi daha iyi…

Öncelikle değinmek istediğim konu, her iki taraftan hangisi trash metal tarzına sadık kalmış? Evet, bu sorunun cevabı oldukça basit. Metallica her yeni albümde thrash metalden uzaklaşan bir tarz takınıyordu. Fakat bu kez Rick Rubin ile birlikte eski trash metal havalarına dönme yolunda büyük yol katettiler. Megadeth ise yıllardır hemen hemen aynı çizgide, bir kez farklı bir tarz denemesi içine girip işi bok ettikten sonra bir daha o tarz işlere yeltenmediler. O yüzden iki albümü thrash metal türüne sadık olmak açısından tarttığımızda, Megadeth bariz üstün taraf.

Albümlere teknik olarak baktığımızda ise yine Megadeth’in biraz daha üstün taraf olduğunu görüyoruz. Burada enstrumanları tek tek ele almamız gerekiyor ama en temel enstruman olarak gitarı bir adım öne atmak ve gitar tekniğini biraz daha diğer enstrumanlara oranla önemsemek gerekiyor. Megadeth, gitar konusunda cidden Metallica’dan daha iyi durumda. Megadeth’in riff ve soloları, Metallica’nın riff ve sololarından teknik açıdan bir adım önde. Fakat Metallica’nın soloları bana biraz daha cazip geliyor. Daha bir içi okşayan, böyle insanı havalara uçuran sololar yazıyor Metallica, yani Kirk Hammett. Gitar konusunda teknik açıdan Megadeth önde, fakat Metallica soloları daha güzel =)


Davullarda ise iki tarafın bariz bir üstünlüğü söz konusu değil. Lars’ın davulu biraz kafa sikiyor sadece. Onun dışında kafa kafaya yarışırlar. Bas gitarda Metallica biraz daha önde gibi. Megadeth’in basını çok az duyuyoruz, Metallica’da ise söz sonlarına vs. ufak bas soloları ile tamamlamalar yapılmış. Hoş bir hava katmış. Zaten Rob Trujillo’nun ilk albümü Metallica ile ve biraz da onu öne çıkartma çabası olarak görüyorum ben bunu. Gerçi gerek yok, çünkü Trujillo’nun nasıl bir hayvan olduğunu bilmeyen yok =)

Kayıt kalitesine gelelim şimdi de. Geçmiş albümlerde Megadeth’in albüm kayıt kalitesi beni büyülerdi. Cidden harika çalıştıklarını düşünürdüm bu konuda. Fakat yıllar ilerledikçe, teknoloji geliştikçe, bu kaliteyi herkes yakalar oldu.

Vokallerde ise durum oldukça karmaşık. Ben James’in ilk Metallica dönemlerinde ince yırtıcı sesine hayranımdır. O sesten tabii ki eser yok son 5-6 albümdür. Onun yerine daha tok bir ses var. Dave ise yıllardır aynı. Egzantirik bir vokal tarzı var. Düz, olağan ve tok vokal ile James’e karşılık; biraz daha yırtıcı, farklı ve ilginç tarzı ile Dave. Seçim yapmak zor. İkisini de seviyorum.


Genel olarak şarkılara baktığımızda ise Metallica parçalarının biraz daha her türden dinleyiciye hitap ettiğini düşünüyorum. Tam piyasa şarkısı tarzında şarkılar. Dile kelepenk olacak cinsten şarkılar. Megadeth parçaları ise biraz daha gürültülü, kirli, karmaşık ve ilginç. Metallica basit ve güzel. Metallica parçaları dinlemek biraz daha haz verici geldi bana.

Sonuç olarak, Metallica’nın Death Magnetic’i biraz daha dinlemeye değer geliyor bana. Megadeth tam bir thrash metal albümü yaparak, Metallica’yı bu konuda ezmiş ancak Metallica’nın daha fazla piyasa olabilecek ve kendini çok çabuk sevdirecek parçası var. Dave Mustaine’in “Endgame, Death Magnetic’ten daha iyi” sözü sanırım doğru oluyor bu durumda. Endgame daha iyi bir thrash metal albümü, Death Magnetic ise piyasa albümü.

26 Eylül 2009 Cumartesi

Zakk Wylde – Farewell Ballad

Hüzünlü gitar soloları bulmak çok zor. Özellikle slow gitar soloları dinlemekten hoşlanmıyorsanız, iki kat zor. Gitarda hız ile tekniğin üst seviyede olduğu ve aynı zamanda hüzünlü olabilen sololar yazabilmek gerçekten zor. Ama tabii ki imkansız değil. Birazdan size izleteceğim ve dinleteceğim solo yavaş başlayıp, hız ve tekniğin en üst seviyelere çıktığı; vermek istediği mesajı ve o hüznü vermesini bilen bir solo. Zakk Wylde bu soloyu, sahnede vurularak öldürülen dostu Dimebag Darrell için yazmış. Birilerinin arkasından yazıldığında iki kat vurucu oluyor bu tarz parçalar, zaten hüznün buram buram kol gezdiği bu solonun, bir de Dimebag için yazıldığını düşününce gerçekten etkileyici oluyor.

Mesela Metallica’nın To live is to die’ı da öyledir. Cliff Burton için yazılmıştır. Hüzünlüdür, güzeldir, özeldir. Farewell Ballad’da aynen böyle. Kısa, öz, vurucu, yıkıcı, olağanüstü bir eser. Bravo Zakk Wylde.

Not: Tamam solo güzel de, outro hiç olmamış. O ne lan öyle, şenlik havasında.


Zakk wylde - farewell Ballad Solo Original
Yükleyen Mustaine01. - Diğer müzik videolarına göz atın.

23 Eylül 2009 Çarşamba

Keşke Yaşasaydı #2 Dimebag Darrell


İlk olarak Dimebag Darrell kimdir? Gelmiş geçmiş en iyi Heavy Metal/Thrash Metal gruplarından biri olan Pantera’nın gitaristiydi. Pantera bildiğiniz veya bilmediğiniz üzere, kendine has bir soundu olan, egzantrik ve bir o kadar yenilikçi bir gruptu. Cowboys From Hell isimli albümleri ile mükemmel bir çıkış yakalayıp, Metal müzik piyasasında hatrı sayılır bir konuma gelmişlerdi. Dimebag’in mükemmel kirli, distortion’ın tavan yaptığı gitar riff ve sololarının üzerine, Phil Anselmo’nun öküz vokal adını verdiğimiz vokali giriyordu ve ortaya yepyeni Pantera soundu çıkıyordu. Pantera’nın beyniydi Dimebag, aynı zamanda kurucusuydu da. O yüzden kendisi her zaman grupta bir adım öne çıkan isim oldu.

Neydi onu özel kılan? Öncelikle teknik olarak mükemmeldi. Zaten teknik olmazsa bir bok olmaz Metal camiyasında, gitaristin teknik olacak ki bir yerlere gelebilesin. Dimebag’in tekniği mükemmeldir. Özellikle Pinch Harmonics adını verdiğimiz tekniği mükkemel uygulardı ki bana göre en iyi uygulayan gitarist kendisidir. Floods isimli Pantera parçasının solosunu dinleyerek gitarı nasıl inlettiğini ve “Pinch Harmonics nasıl yapılır” dersi verdiğini görebilirsiniz. Tombul bir arkadaşımızdı. Parmakları da tombuldu haliyle. O tombul haliyle nasıl o kadar teknik çalabildiğine hala aklım ermiyor. Bilmiyorum, bana garip geliyor.

Dimebag ayrıca çok da karizmatik bir gitaristti. Kırmızıya boyanmış keçi sakalı vardı. Dean marka gitar kullanırdı ve hiç şaşmaksızın Dean’in ML modelini kullanırdı. Gerçi daha sonraki dönemlerde Dean olsun, Washburn olsun, BC Rich olsun Dimebag Darrell adına özel gitarlar üretti ama bunun öncesinde Dean ML kullanırdı. Gitar kasası asla değişmezdi, Dean ML’in kasa şeklini benimsemişti.

Dimebag’in en özel yaptığı şeylerden birisi de sololarıydı. Bir Slash’in, bir de Dimebag’in sololarını dinlerken “Evet bu onun solosu” şeklinde yorum yapabiliyorum. Dimebag’in soloları her zaman kendini belli eder. Aksak bir şekilde devam edip, birden hızlanmalar, ardından şarkıyla alakasız notalara kayıp tekrar geri dönmek. Soloları bu şekildeydi. Slash’te de mesela sürekli bending vardır. Dimebag’de az önce söylediğim gibiydi işte. Bir de deli gibi Pinch Harmonics yapardı. Hayvan gibi çalardı yaa, tam bir öküzdü.

Dimebag iyi bir insandı, mütevazıydı, şöyleydi, böyleydi ama ölümü çok kötü oldu. 8 Aralık 2004 yılında, Pantera’nın dağılmasından sonra kurduğu yeni grubu Damageplan’in bir konseri sırasında, sahnede vurularak öldürüldü. Sahnede vurulmasının sebebi, Pantera’nın dağılmasına sebep olmasıydı, onu öldüren şahıs onu bu yüzden öldürdüğünü söylemişti. Allah belasını versin.


Dimebag Darrell Solo
Yükleyen Mustaine01. - Diğer müzik videolarına göz atın.

21 Eylül 2009 Pazartesi

Keşke Yaşasaydı #1 Cliff Burton

Evet. “Keşke Yaşasaydı” isimi yepyeni bir yazı dizisinin başlangıcını yapmaktan gurur duyuyorum. Başlangıcı Cliff Burton ile yapmaya karar verdim, gayet de yerinde bir seçim oldu bence.


Cliff Burton 1962-1986 yılları arasında yaşamış olan bir bas gitaristtir. Metallica’yı Metallica yapan en önemli isimdir kanımca. Zira Metallica’yı Metallica yapan ilk üç albümde yer almış ve her anlamda gruba olağanüstü bir katkı sağlamıştır. O öldükten sonra Metallica farklı bir yola girmiştir ve günümüzde geldiği konumun temellerini atmaya başlamıştır. O yüzden Metallica tarihi Cliff ve Cliff sonrası olarak ikiye ayrılmalıdır bence ki ben öyle ayırıyorum.

Cliff, teknik olarak olağanüstü bir bascıydı. Parmaklarını olağanüstü bir şekilde kullanırdı ve sol el tekniği de bir o kadar sağlamdı. Tuşesi mükemmeldi, parmakla çalmasına karşına penayla çalıyormuşcasına tok ve temiz bir sound elde ederdi. Ayrıca kendine has bir tonu vardı Cliff’in. Bunu da bas üzerine Distortion ve Wah efekt pedallarını koyarak elde etmişti. Bu sayade o kadar baskın bir ton elde etmişti ki, bazı Metallica parçalarında baskınlık açısından elektro gitar ile yarışır hatta bazen elektroyu ezerdi; bknz: For Whom The Bell Tolls. Teknik demişken, elektro gitarda yapabilmenin bile hatrı sayılır bir gayret ile başarılabildiği Tapping tekniğini, bas gitarda yapardı. Mükemmeldi, gerçekten süperdi. Sadece bas gitar ve sonlara doğru davulun ona eşlik ettiği Anesthesia Pulling Teeth parçasını dinlemenizi tavsiye ederim, tapping olayını bas gitarda bitirmiştir o parçada. Ayrıca Orion var tabii bir de. Master of Puppets albümünden enstrumental bir parça. O kadar mükemmeldir ki bu parça, Cliff öldükten sonra müzikal dehasının en önemli göstergesi olarak akıllara kazınmıştır.

Cliff müzisyen kişiliğinin yanında harika bir insandı da. Uyuşturucu kullanmazdı ve tertemiz bir insandı. Sadece bira içerdi, onun dışında ne sigara ne uyuşturucu ne de kumarı vardı =). Harika bir insadı ya. Neyse, insanlığını boşverelim, yazının da sonuna gelelim, siz de Cliff ve olağanüstü bas gitar tekniğini yakından izleyin, buyrun (1:45′ten sonra ki kısımda ağıt yakıyor sanki, oraya dikkat) :

20 Eylül 2009 Pazar


IMDB‘yi bilmeyen yoktur. Sanırım yoktur. Di mi? Neyse, bilmeyeniniz varsa, Dünya’nın en büyük film veritabanına sahip, her filmin yer aldığı bir web sitesi.

Bugün bir çok gazete ve sitede IMDB’de yayınlanan bir listede Şaban Oğlu Şaban isimli güzide filmimizin “En iyi komedi filmi” seçildiği şeklinde haberler yayınlandı. O haberler yayınlandığında muhtemelen birinci sıradaydı bu film ancak şu an ikinci sıraya düşmüş. Güzel bir şey. Ama şöyle bir durum var, bu liste tam olarak IMDB tarafından hazırlanan bir liste değil, kullanıcıların filme verdiği notlar ışığında hazırlanan bir liste. Yani kim verilen oylarda en iyi ortalamayı tuturmuşsa, o birinci sırada. İlk olarak bu yanlışlığı düzeltelim.

Ardından; Şaban Oğlu Şaban’ın hakkını verelim. Hakikaten harika bir olay, IMDB’de en iyi komedi filmleri listesinde ikinci sırada bir Türk filminin yer alıyor olması. Hele bir de dünyanın en kötü filmleri listesine 10′un üzerinde film sokan bir millet olduğumuzu düşündüğümüzde, bu gerçekten olağanüstü bir şey. Burada Kemal Sunal‘ın ne kadar harika bir komedyen ve oyuncu olduğunu da görmüş oluyoruz (Şener Şen, Halit Akçatepe ve Yönetmen Ertem Eğilmez’in de hakkını verelim tabii) . Herif sadece bizi değil dünyayı da güldürmeyi bir şekilde başarmış gördüğünüz gibi.

Şaban Oğlu Şaban’ın dışında Kibar Feyzo ve Züğürt Ağa isimli yapımların da kayda değer bir başarısını görüyoruz. Züğürt Ağa onuncu, Kibar Feyzo ise onüçüncü sırada şu an. Liste, filmlere sürekli olarak kullanıcılar tarafından notlar verildiği için sabit kalamıyor ne yazik ki ama şu an gördüğümüz tablo gerçekten göğüs kabartıcı. Aferin bize, komedi filmi yapabiliyoruz. Bir de korku filmi yapmayı becerebilsek, kim tutabilir ki bizi sinema sektöründe. Di mi? =) Ahahaha.

Bayram ve Diğer Günlerden Farkı?


Bugün Ramazan Bayramı. Eskiden büyük bir heyecanla beklerdik özellikle dini bayramlarımızı. Dine olan düşkünlüğümüzden değildi elbette bu, paradandı. Bayram demek para demekti. Herkesin eli öpülürdü ve geçen bayramda toplanılan paranın daha üstüne çıkmak için elden ne gerekiyorsa yapılırdı. Sanırım geçmişte bayramları özel kılan ve heyecanla beklenmesinin tek sebebi buydu benim ve yaşıtım olan bir çok insan için. Ciddiyim. Sadece para…

Şu an insanların elini öpmek veya çokça para toplamak gibi bir derdim yok. Sabah kalktım, babam ve kardeşim bayram namazından dönmüşler, kahvaltı hazır beni bekliyordu. Geçtiğimiz bayramlarda annemin zoruyla bayram namazına giderdim, fakat bu kez gitmedim. Babamın, annemin ve babaannemin ellerini öptüm sadece ve onların bayramını kutladım. Hiçbirinden de para falan almadım =) Kahvaltımı yaptım, bilgisayarıma oturdum. Bir kaç arkadaşımdan bayram mesajı geldi, onları yanıtladım. Bu kadar… Sadece bu…

Evimizin mahallenin küçük çocukları geldiler, bayram kutlamaya, şeker almaya hatta mümkünse para almaya =) Hepsinin bayramlıkları vardı. Evet. Bir de bayramlık olayı var, bayramlık alınır bayramdan önce. Ben almadım, annem al dedi ama almadım. Ne gerek var ki? Benim için bir anlam ifade etmiyor sonuçta. Gerçekten ne kadar sıradan bir gün. Sadece adı bayram. Diğer günlerden tek farkı var, o da resmi kurumların ve bazı esnafların çalışmıyor olması. O da zaten olumsuz bir değişim, olumlu bir şey beklenmez zaten; malum, Murphy Kanunları =)

Düşünüyorum, acaba özlüyor muyum o eski içimin “bayram heyecanı” ile kaplı olduğu günleri? Sanırım özlemiyorum. Ama her şeye rağmen güzeldi. Heyecan vericiydi, mutluluk vericiydi. Paraydı. =) Ve şu an, diğer günlerden hiçbir farkı yok.

19 Eylül 2009 Cumartesi

PES 2010 Demo İzlenim

PES serisi en sevdiğim futbol oyunu. Özellikle PC platformunda Fifa ile arasında dağlar kadar fark var bana göre ve her açıdan PES, Fifa’yı 2′ye hatta bazen 3′e katlayabilecek kapasitede bir oyun. Her neyse, geçen gün PES 2010′un demosu yayınlandı. Ben de dün gece oyunu indirmeye başladım. Sabah uyandığımda demo inmişti. Hemen yükleyip, bir kaç saat oynadım oyunu. İlk izlenimlerimi Şekerli Yoğurt’ta paylaşmak istedim.

Oyuna girdiğimizde yine, yepyeni cillop gibi bir menü ile karşılaşıyoruz fakat daha önceki PES serisi oyunlarında olduğu gibi menü yine hantal bir yapıya sahip. Neyse… Zaten tek mod koymuşlar demoya, o da Exhibition. Direkt Exhibition ile oyuna başladım. Takım seçimi Barcelona’ya karşı Liverpool olarak yaptım; Messi ve Ibrahimoviç’in durumlarını görmek açısından.

Oyuna garip bir yavaşlık eklenmiş durumda. Oyuncular yavaş hareket ediyorlar. Oyun yavaş akıyor. Pas trafiği sanki bir türlü anlık olarak gerçekleştirilemiyor, sanki pas tuşuna bastıktan 1 saniye sonra pas atılıyor. Buna alışmak elbette mümkün fakat oyuna başladığınız ilk anlarda oldukça can sıkıcı bir durum bu. Sadece paslarda değil, oyuncuların manevra kabiliyetinde de bir yavaşlatılma ve komuta biraz geç karşılık verme durumu var, bu da oyunu biraz zorlaştırmak ve sadece çalım futboluna dayalı oynayan oyuncuları biraz daha futbolu güzelleştirmeye yöneltmek adına yapılmış olabilir =). Muhtemelen oyuna alıştıkça, çalımlar da basitleşmeye başlayacaktır, PES 2009′da bundan farklı olduğu ve ona alışkın olduğum için ilk olarak zorlandım haliyle.

Oyunda artık faullü hareketlerde düdükler kolay çalınmıyor. Arkadan direkt olarak rakibe girdiğiniz pozisyonlarda bile faul olmuyor bazen ve oyun devam ediyor. Aynı şekilde kasıtlı hareketlerde hiç affetmeksizin kart çıkartan hakemlerin yerini, hoşgörü açısından aşmış hakemler almış, artık kolay kolay kart da çıkartmıyorlar. Faullerde hoşgörülü davranıyorlar dedim ama penaltı pozisyonlarında hiç affetmiyorlar direkt çalıyorlar düdüğü. Veya bana öyle denk geldi, en ufak pozisyonda bile penaltı çaldılar sürekli ve boyna penaltı kullandım oyunu oynadığım süre zarfında. Beşiktaş’a çalınan penaltı pozisyonları gibi penaltı çalınıyor sürekli. Garip. =) Penaltı demişken penaltı atma sisteminde de bir değişiklik yapmışlar ve bir boka benzemeyen yeni bir sistem getirmişler. Hiç hoşuma gitmedi şahsen.

Grafiklerden de bahsetmek gerekiyor sanırım. Aslında gerekmiyor ama bahsetmiş bulunalım yine de. Grafikler olduğu gibi duruyor arkadaşlar. Evet, öyle duruyorlar. Bir kaç yeni animasyon gözüme çarptı onun dışında biraz makyajlanmış ve önümüze sürülmüş bir PES 2010… Grafik açısından tabii.

Son olarak… Fifa 2010′un demosunu da denedim. Bazı oyun sitelerinde Fifa 2010 gümbür gümbür geliyor, PES 2010 vasat falan gibi söylemlerle karşılaştım. Ama, bence, PES hala Fifa’dan iyi durumda. Ben yine PES oynayacağım… Evet. PES rulz… Fifa ne lan? Ahahah…

14 Eylül 2009 Pazartesi

Koyunlara Gecelik Giydirip Tecavüz Eden İnsan

ABD’nin Iowa Eyaleti’nde bir sapık, mavi gecelik giydirdiği bir koyunla cinsel ilişkide bulundu.Robert Brodesson adındaki sapık, Waterloo’da bir yüksekokula ait çiftlikte yakalandı. Koyun iplerle bağlanmış bir durumda bulunurken, yanında da bir de mavi bayan geceliği ele geçirildi. Polis tarafından yapılan testler sonucu, koyunun tecavüze uğradığını ortaya çıktı. Broderson, öğrenciler tarafından yakalandı ve güvenlik güçlerine teslim edildi. Bir emniyet görevlisi, ‘‘23 yıldır polisim, böyle bir şeye hayatımda ilk kez tanık oluyorum. Köpekleri duymuştum, ama mavi gecelikli koyunu asla’’ diye konuştu. Robert Broderson, 75 bin dolar kefalet ödedikten sonra serbest bırakıldı.

Evet. Ülkemizde daha çok Eşek’ler abaza şahısların hedefi oluyor. Fakat görüldüğü üzere ecnebi memleketlerde her şey bizim adetlerin dışında ya da tersinde geliştiği için, orada tercih koyundan yana.

Bir diğer acayip ve bizim için alışılagelmiş olan durumun dışında olan durum ise tecavüz esnasında kullanılan yan araç gereçlerin farklılığı. Bu ince detayı biliyorum ki hepiniz atladınız… Ülkemizde genellikle hayvan tecavüzcülerinin kullandıları yan araç-gereç, vazelin oluyor. Neden? Nedenini tahmin edebildiğinizi varsayarak o konu hakkında derin bir açıklama yapmak istemiyorum. Evet, bizde yan araç-gereç olarak vazelin tercih ediliyor. Amerika’lı vatandaş ise çok farklı bir yan araç-gereç kullanmış, kendisini psikolojik olarak o ana hazırlamak amacıyla bir adet gecelik yardımı ile hayvanı biraz daha çekici kılmaya gayret göstermiş.

Buradan çıkaracağımız iki farklı sonuç var. Birincisi, Amerika’lı erkeklerin penisleri kaygan olur ve o yüzden bir hayvana tecavüz edecekleri zaman vazelin kullanmak durumda kalmazlar. Türk erkeğinde ise bu durum tamamen zıttır, Türk erkeği olabildiğince kaymak ister ve o yüzden vazelin kullanır. Bunun yanında, Türk erkeği, delik deliktir mantığı ile hareket ettiği için, tecavüz edeceği hayvana herhangi bir kamuflaj veya kılıf uydurmak gibi bir ihtiyaç hissetmez, direkt işini görür geçer. Amerika’lı vatandaş ise hayvanın, hayvan olduğundan haberdardır, delik deliktir mantığı ile hareket etmezler, o yüzden soktukları deliği olabildiğince olması gerekene benzetmeye gayret gösterirler.

Çok derin bir analiz yaptım farkına varabileceğiniz gibi. Bu tarz olağanüstü derin anlamlı ve gerekliliği kesinlikle üst seviyede olan analizlerimle sıklıkla karşınızda olacağım.

13 Eylül 2009 Pazar

Durum Değerlendirmesi

Uzun zaman sonra bloguma yazıyor olmak güzel. Özlemişim diyemiyorum gerçi ama güzel yani...

Son bir aydır hayatım çok farklı bir yola girmişti. Kaş-Kalkan arasında mekik dokuyor, günümün en az 7 saatini Kalkan'da geçiriyor, 1 gün Kalkan'da 1 gün Kaş'ta kalıyor ve kaldığım yerler olan kendi evim ve teyzemin evini pansiyon gibi kullanıyordum. Ama her şeye rağmen güzeldi, bu durumdan şikayetçi değildim. Geçtiğimiz günlerde yaşanan talihsiz bir olay üzerine, son bir aydır içerisinde bulunduğum yaşam tarzından tamamen kendimi soyutlamak durumunda kaldım. Bu talihsiz olayın ne olduğunu bilen bilir, biraz aşırı özel bir durum olduğu için buraya yazma gereği duymuyorum. Hayatım zaten alt üst olmuştu son bir ayda fakat alışmıştım o yaşam tarzına; geçtiğimiz hafta başımızdan geçen olay sonrasında alıştığım o yaşam tarzından kopmak biraz zor oldu haliyle ama son 2 gündür kendimi toparladım diyebilirim. Şu an iyiyim, Kaş'tayım, bir çok şeyden kopmuş durumdayım ama halimden memnun gibiyim.

Eski yaşantıma geri dönmüş durumdayım şu an. Evimde bilgisayarımın başında, akşama kadar müzik dinleyerek, gitar çalarak ve çeşitli alternatif aktiviteler içerisinde bulunarak günlerimi geçirmeye başladım. Üniversite yolumun kapanmasından dolayı, ki kendi isteğim ve bazı yan sebeplerden dolayı gitmedim üniversiteye, bu sene dershaneye gideceğim. Sanırım gelecek hafta başlayacağım dershaneye.

Dershane dışında tabii ki net ortamında da yeni bir uğraş içerisine girmezsek olmaz. Bunun için de kolları sıvadım yepyeni ve marjinal bir site projesi ile geri dönüş yapacağım. Türkiye'de eşi benzeri olmayan bir site projesi bu. Gerçekten yabancı sitelere göz attığınızda da bu tarz sitelerin ne kadar az olduğunu göreceksiniz. Turnayı gözünden vurmuş bir proje olacak kanımca bu proje.

Bakalım neler olacak...

27 Temmuz 2009 Pazartesi

Onitsuka Tiger In, Converse Out

Her geçen gün farklı farklı ürünler, özellikle giyim sektöründe moda haline geliyor ve hemen hemen herkes tarafından kullanılmaya başlanıyor. Özellikle ayakkabı sektöründe bu durum tavan yapmış durumda. Yaptığım ufak bir araştırma sonrasında her 2-3 yılda bir farklı ayakkabı modellerinin, benimde içinde bulunduğum genç nesil tarafından tutulmaya başlandığını ve hemen hemen her gencin bu ayakkabıdan en az bir tane bulundurduğunu gördüm. Evet...

2-3 sene önce başlayan Converse akımı gerçekten olağanüstüydü. Sanırım en az bir 20-30 yıl kadardır piyasada olan Converse isimli ayakkabı ve o isimle özdeşleşmiş ayakkabı modeli, 20-30 yıldır bu piyasada varken son dönemde olağanüstü bir patlama yaşadı. Converse akımının bu denli büyük patlama yapmasının sebebi aslında gayet açık. Bizim Türk gençliği, kendine özgü bir zevk profiline sahip olamıyor ne yazik ki. Bu yüzden de etrafında gördüğü ve kendine hoş gelen farklı bir tarzı benimsiyor ve "evet bende böyle olmalıyım" diyor. Ardından da taklit olayına başlıyor. Örnek aldığı şahsın ayağında 100 YTL'lik orjinal Converse var. Converse, çok basit bir şekilde imitasyonu üretilebilen, "bez parçası" diyebileceğimiz bir niteliğe sahip bir ayakkabı. İmitasyonları 25-30 YTL'ye gidiyor. Yani sonuç olarak maliyet açısından da pek sıkmıyor insanı. Aslında en mantıklısı imitasyon almak. Mesela ben öyle yapıyorum. Son 2 senedir Converse'ten başka ayakkabı giymemiş birisi olarak söylüyorum; 100 YTL orjinal Converse'e vereceğime, 25 YTL'den dört tane imitasyon Converse alırım. Evet... Bence bu daha mantıklı...

Neyse... Converse akımı sürerken, bir ara Vans modası ortaya çıktı. Yaklaşık 6-7 ay önce bu Vans takıntısının farkına varmış ve Converse'in veliahtı olarak Vans'ı görmüştüm. Fakat beklediğim şey olmadı ve Converse'in tahtına Vans değil Onitsuka Tiger oturdu.



Onitsuka Tiger ne ara kendini gösterdi ve ne ara moda oldu bilmiyorum. Ama etrafımda gördüğüm kadarıyla bir çok Onitsuka Tiger giyicisi var. İnternette ufak bir araştırma yaptım ve artık tiki ayakkabısı olarak kabul görmeye başlamış Onitsuka Tiger. Oysa ki 3 yıl öncesine kadar çok saygın bir konumdaydı, Kill Bill'de Uma Thurman'ın giydiği ayakkabıydı falan filan. Onitsuka Tiger'ın imitasyonları henüz Converse kadar yaygın bir şekilde görülmeye başlanmadı. Orjinalleri de Converse'in yanında ebesinin şeyi gibi. 170-180 YTL civarı bir fiyatla satılıyor. Bugün Gittigidiyor'da 50 YTL'ye orjinal olduğu iddia edilen Onitsuka Tiger'lar gördüm. Satıcı ayakkabıların fotoğraflarını da çekmiş ve gerçekten orjinal gibi duruyorlar...

Onitsuka Tiger'ın en önemli özelliği rahatlığıymış. Sanki ayağınızda yokmuş gibi, sanki bir patik giymişsiniz gibiymiş. Benim bir Onitsuka Tiger'ım olmadığı için mış-miş diye konuşuyorum. Ama almayı düşünüyorum. Gerçekten hoşuma gitti. Converse haricinde farklı bir ayakkabı giymek farklı bir deneyim olacak.

25 Temmuz 2009 Cumartesi

İşten Ayrıldım - Bar Macerası

İşten ayrıldım. Tam bir boşluk içerisindeyim. Yapacak hiçbir şey(!) yok. Günler boş geçiyor. Sıkıntıdan patlıyorum.

İşten ayrılınca gitarıma sımsıkı sarılmış durumdayım. Her gün yeni bir şarkı öğrenmeye gayret gösteriyorum. Bugün Pink Floyd - Time'ın solosunu öğrendim. Dün Still Loving You'nun ara solosunu, ondan önceki gün de Kupa Kızı ve Sinek Valesi'nin sondaki solo vari kısmını. Her gün yeni bir şey öğreniyorum. Bu arada parmaklarım acayip yumuşamış. Eskiden Guitar Pro'da tablara bakarak direkt olarak çalardım şarkıyı, şimdi biraz zaman alıyor sanki tabı okuyup çalmak. Bunun dışında parmaklarım da harap oldu. Sol elimin parmaklarında yer yer parçalanmalar ve soyulmalar meydana geldi. Hatta yanıyor işaret, yüzük ve orta parmağım...

ÖSS demiştim bundan önceki yazımda. ÖSS'den aldığım sonuç sonrasında bir sene daha Kaş'ta kalmayı, dershaneye gitmeyi ve biraz olsun gayret göstererek bir lisans programına yerleşebilmeyi ümit etme kararı aldım. Buradaki dershanenin kalitesizliğinden herkes yakınıyor ama sanırım başka çarem de yok. Demre veya Finike'ye gidip gelmek gerçekten zor olur.

Bu arada son günlerde bende bir gözlük takıntısı başladı. Hiç bana göre bir şey olarak görmediğim gözlük takmak eylemini, ciddi anlamda isteyerek yapmak istiyorum şu sıralar. Nerden çıktı lan diye soracak olursanız, bizim Koray'ın gözlüğünden çıktı. Bir taktım çok hoşuma gitti. Ardından o gözlüğünü geri aldı. Bugün Kemal'in dükkanda bir gözlük varmış, gerçekten çok hoş bir gözlük. Bana verdi onu. Keyifle takıyorum evde ama henüz dışarda takabileceğimi sanmıyorum. Bir acayip geliyor gözlükle gezmek =) Tepkilerden de çekiniyor insan. =D Ahaha.

In Köprüaltı in Rock Bar

Geçen gün Köprüaltı'na gittik. Grup Akxi çalıyordu yine. Zaten onları dinlemeye gittik =). İlk olarak Türkçe parçalar çaldılar. Bir ara, ara verdiler. Bu sırada etrafıma baktım, bizim Egehan'da orda =). Biraz konuştuk. Bizde çıkalım falan dedim buna, "her zaman" dedi. Sadece bir şarkılığına sahneyi bize bırakabilirlerdi o an isteseydik ama götümüz yemedi. Aslında benim götüm yemedi, sahnedeki gitarist olağanüstü çünkü. Neyse... Tekrar başladılar çalmaya. Sanki bana ve Egehan'a nazire yaparcasına, Sarı Çizmeli Mehmet Ağa çalmaya başladılar, bir an gözgöze geldik Egehan'la. =) Evet, bizim okul gecesinde çaldığımız Sarı Çizmeli Mehmet Ağa. :D Geyik gibi izledik. Gitaristte tüm pedallar var, Wah ile olağanüstü bir intro attı. Harikaydı valla =).

Ardından bir ara daha verdiler. Gitarist bizim masaya geldi. Master of Puppets çalar mısınız dedim =). "Çalacağız" dedi. Tekrar sahneye geldiler. Aslında repertuarlarında Master of Puppets yok. Ama buna rağmen sırf beni kırmamak için davulcu ve bascıyla anlaştı gitarist abi ve Master of Puppets çaldılar. Ortasına kadar vokalsiz bir şekilde çalıp, bir anda bitirdi ve parmağıyla bizi işaret etti. Bizi mutlu etti, işte böyle alçak gönüllü insanlar da var dünya da. Gitarist abinin adı Ahmet, saygı ve sevgilerimi gönderiyorum burdan =).

Neyse... Master of Puppets'ın ardından 2 parça çaldılar. Biz bu arada bir istek parça daha yazmak derdindeydik. Kağıt kalem aldım geldim. Seek and Destroy yazdık kağıda. İsmail gitti verdi. Sonra vokalist "Seek and Destroy istiyor arkadaşlar, birazdan çalacağız" dedi. Seek and Destroy'u duyan bir grup turist, bir an celallendi =). "Now play... Now!!!" şeklinde bir tepki verdiler. Ardından bir alkış ve çığlık koptu ve vokal tamam dedi ve sahneden indi. Seek and Destroy'u gitarist Ahmet seslendirdi. Öküz gibi girdi şarkıya, millet indirdi kafayı öe, başladı headbang'e. Gitarist Ahmet'de öküz gibi headbang yaptı. Çok gazdı çok. Searchiiiiing diyor bize dönüyor, biz öküz gibi SEEK AND DESTROOOY diye anırıyoruz. Ben direkt brutal vokal şeklinde bağırıyordum ama pek anlaşılmıyordu ses sisteminin mükemmel olmasından dolayı =). Sanırım son 2 hafta içinde yaşadığım en eğlenceli gecelerden biriydi. Bu arada ortam o kadar acayipleşti ki, şarkı sonrasında bir herif geldi "Ne güzel parça seçmişiniz lan aferin" şeklinde bir tebrik ile göğsümüzü kabarttı. Harikayız.

Seek and Destroy ve ardından gelen tebriğin ardından ben bir tane daha gaz parça istemenin derdine düştüm. Aklıma ne geldi dersiniz? Black Sabbath - IRON MAN... I am iron maaan... Hell yeah... Evet. Yazdım kağıda verdim vokaliste. "Yok" dedi ve siktiri çekti. Bende siktir oldum gittim. =) Bu siktirin üzerine bir yudum soğukluk aldım. Neyse... Sıkıldık yavaş yavaş. Adamlara saygısızlık olmasın diye ara vermelerini bekledik. Ara verdiler gitarist yine yanımıza geldi, nasılız falan dedi. Sen süpersin abi dedim, hoşuna gitti. =) Sonra ayrıldı yanımızdan. Bizde mekandan ayrıldık.

13 Temmuz 2009 Pazartesi

ÖSS 2009

Evet. Evet. Evet...

ÖSS sonuçlarının bugün açıklanacağını geçen gün öğrendim. Sabah heyecanlıydım biraz. Sanki gelecek sonucu bilmiyormuşum gibi. Belki bir sürpriz yaşarım umudu varmış gibiydi sabah içimde. 9:30'da açıklanıyor diye biliyordum sonuçları. Saat 9:30 oldu ama ÖSYM'nin sitesinde herhangi bir kıpırdanma yoktu. Bir kaç web sitesini gezindiğimde sonuçların 10:30'da açıklanacağını öğrendim.

Yine gereksiz bir heyecan seli içerisinde, o saati beklemeye başladım. Düşünüyordum acaba ne olacak diye... Bir yandan farklı düşünceler de vardı kafamda ama onlara biraz daha öznel olduğu için girmiyorum. Neyse... Saat geldi çattı. Winamp, Metallica'dan No Remorse'u çalıyordu.

Açtım sayfayı, TC Kimlik numaramı sordu haliyle. Yazdım. Olmadı. Hata verdi. Normal. Bir kez daha denedim ve sonuçlar karşımdaydı. Her şey tam beklediğim gibi, olması gerektiği gibiydi. Yetersizdi, komikti. =) Bu puanla ne yapılır ki? En fazla tercih formuna 24 tane 2 yıllık üniversite yazılır ve "ya tutarsa" diye pusuya yatılır :D. Aslında bende öyle yapacağım. Herkes bir şeyler öneriyor. 2 yıllığa gitmemi önerenler var; gelecek yıl tekrar denememi isteyenler var; sınav sisteminin değişeceğini hatırlatanlar; bu yıl her iki kişiden biri üniversitede diyenler... Düşüneceğim. Bolca vaktim var nasıl olsa. Bakalım neler olacak... Yazarım daha sonra olan gelişmeleri...

Ve son olarak; ÖSYM için gelsin:

5 Temmuz 2009 Pazar

Dövme Yaptırmak


Sol ayak bileğime yaptırmayı düşündüğüm Gibson Les Paul'ün resmi.

Aslında hoş olur. Ama düşünüyorum da, ömrün boyunca üzerinde taşıyacağın bir motif. Asla silinmeyecek, aslında silebiliyorlarmış ama mutlaka bir iz kalıyor ve deri asla eskisi gibi olamıyormuş. O yüzden sildirme olayını bir kere baştan kafamdan attım. Öyle bir dövme olmalı ki, tüm hayatım boyunca asla sıkılmayacağım, asla vazgeçmeyeceğim, asla bu motife olan ilgimden bir azalma kaybetmeyeceğim bir şey olmalı. Şu an kafamda bir Gibson Les Paul çizdirmek var. Tam olarak nereye çizileceğine de karar verdim, eğer olursa; sol ayak bileğime yaptıracağım. Bizim bir öğretmende vardı, sağ ayak bileğinde ve hoş duruyordu. Ufak bir dövmeydi onunki. Benimkinin boyutları da 5x10 cm falan olacak.Belki en olarak biraz daha ufak olabilir. Şimdi kafamdaki soru işaretlerini ve internette yaptığım araştırma sonuçlarından hareketle bu sorular cevaplarını yazmak istiyorum.

Neden dövme yaptırmak istiyorum?
Aslında bu sorunun cevabını tam olarak bilmiyorum. Şu an sadece bunun bir anlık heves olmamamasını diliyorum.

Dövme yaptıracağım yer kaliteli ve temiz mi?
Bunu da tam olarak bilmiyorum. Adamın söylediğine göre temizmiş, zaten kendi dükkanı herifin, "pis bir ortamda yapıyorum" diyecek hali yok. Bazı forumlara sordum bu soruyu, yani bir dövmecinin kaliteli ve temiz bir dövmeci olduğunu nasıl anlarım diye. Bakalım, cevap bekliyorum. Çok merak edeniniz olursa bu cevabı, bir şekilde bana ulaşabilir.

Dövmeyi beğenmezsem ne olacak?
Ne olacak diye bir şey yok. Dövmeyi yaptırdığım fiyatın 4-5 katı bir fiyata sildirme olanağı var. Fakat dediğim gibi, dövme silindikten sonra mutlaka bir iz kalıyor ve deri asla eskisi gibi olmuyor. Bir de şöyle bir şey var. Yani sonuçta ömrün boyunca taşıyacağın bir şey bu, iyi düşünmen lazım. Dövme yaptırdıktan sonra muhtemelen çok iyi düşünmüş olacağım için dövmeyi yaptırdıktan sonra pişmanlık duyacağımı veya sildirmek isteyeceğimi sanmıyorum.

Dövme yaptırırken çok acı hisseder miyim?
İlk olarak karıncalanma ardından biraz sızı şeklinde acı hissediliyormuş. Ama bu 10 dakika sonra hafiften keyif vermeye başlayan bir acı oluyormuş .Hatta bu acıyı tekrar yaşamak için tekrar tekrar dövme yaptıranlar bile varmış. Asıl acı veren dövme sırasında belli aralıklarla peçeteyle derinin silinmesi. O biraz gıcık ediyormuş. Onun dışında bir şey yokmuş. Kalkan'daki dövmeci uyuşturarak yaptığını söyledi. Ama pek önermiyorlar uyuşturmayı. O keyfi almak gerekiyormuş =)

Dövmenin maliyeti nedir?
Ömürlük bir şey olduğu için aslında güzel yapılması daha önemli geliyor maddiyattan. Ama tabii kaç para olduğunu da bilmek lazım. Tahminen benim yaptıracağım dövme 100, taş çatlasa 150 lira falan olur. Hadi taşı biraz daha çatlatalım, 200 lira. Değer mi? Değer sanırım. Düzgün yapıldıktan sonra, değer...

Dövme yaptırdıktan sonra nelere dikkat edilmelidir?
Vallahi dövmeden sonra 1-2 hafta su ile teması pek hoş görmüyorlar. Ama ödüllü bir dövme sanatçısı her gün temiz su ile temizlenmesinin çok yararlı olduğundan falan bahsetmiş. Ayrıca UzmanTv'deki herif de öneriyor. Ama deniz suyu kesinlikle önerilmiyor. Bunun yanında güneş de pek önerilmiyor. Güneş hem dövmenin renginin solmasına yol açıyor hem de cildi tahriş ediyor. O yüzden yaz aylarında değil mümkün olduğunca biraz daha güneşsiz aylarda yaptırmak mantıklı. Ama soğuk havada da cilt biraz daha fazla hassas olacağı için acı durumu da biraz daha artıyormuş. Bir de krem varmış. Günde 3-4 kez sürüyormuşuz onu da.

20-30 yıl sonra dövmenin durumu ne olacak?
Evet, bu da sakat bir durum. İlerde vücutta oluşacak deformasyonlar sonucu dövmede oluşacak şekil değişiklikleri sıkıntı yaratabilir. Bunun yanında renklerde de bazı solmalar olabiliyormuş. Sanırım böyle durumlarda dövmenin üstünden geçme ve yenileme durumu oluyor. Hatta bazı dövmeciler bedavaya yenileme garantisi veriyormuş.

Dövme cilt kanseri yapar mı?
Kullanılan aletlerden kaynaklanan bazı cilt problemleri olabilirmiş. Bunun nedeni de temizlik durumu. Temizlik düzgün yapılırsa bir problem olma ihtimali çok düşükmüş.

Dövme İslamiyet açısından bir problem yaratıyor mu?
Gusül abdesti konusunda bir sıkıntı yok. Derinin altına yapılan bir işlem sonuçta. Fakat şöyle bir şey varmış; Allah'ın verdiği bedene bir daha telafisi olmayan bir hasar verildiği için bir sakatlık yapabiliyormuş. Bu durum estetik ameliyatlar ile hemen hemen aynı kapıya çıkıyor aslında ama hangisi daha fazla günahtır orasını bilemiyorum.

Enes nasıl bir dövme yaptırmak istiyor?
Harry Kewell dövmesi yaptıracakmış. Özenti herif.

30 Haziran 2009 Salı

Scorpions

2 gün önce yine ofiste saçma sapan otururken bir şey keşfettim. Aslında iki şey keşfettim, sırayla anlatmak daha açıklayıcı olacaktır.

Ofisin bilgisayarında takılırken, Belgerim'de bulunan Müziğim klasörünün yaklaşık 20 Gb boyutunda -çoğunlukla Mp3 formatınd- binlerce şarkı olduğunu gördüm. Gruplar tek tek klasörlenmiş, hatta her albüm 1, 2, 3 diye sıralanmış. İşin güzel tarafı bu muhteşem arşivde İsmail YK, Can Kan ve bilimum Metalci kılıklı arabest şarkıcılarının ve popcuların olmayışıydı. Neyse, tüm arşivi attım Winamp'a, tek tek bakıyorum.



Depeche Mode, Death, Deep Purple, Dio derken Scorpions'a ilişti gözüm. Açtım, başladım dinlemeye. Büyük bir şans olarak 2 gündür dinlemekten bıkmadığım, LastFM istatistiklerine göre 2 günde 40 kez dinlediğim Still Loving You'ya rastladım. Bu şarkı ile Scorpions grubunu keşfetmiş oldum. Send me an Angel, Rock You Like a Hurricane, No One Like You, Holiday, Wind of Chage, Always Somewhere. Tüm şarkıları harika bu grubun.



Vokal muhteşem. Klaus Meine diye bir herif. Canlı performanslarını izledim, herif 50 yaşında ama canlı performansta tek bir kez detone olmadı, bunun yanında sesi de albüm kayıtlarındaki ile hemen hemen aynı. Bazı gruplar vardır, maalesef Metallica'da bunlarından biridir, konserlerde albüm kayıtlarının yanına bile yaklaşamazlar. Fakat Scorpions öyle değil işte. Scorpions gibi canlı performansta kral olan bir diğer grupta AC/DC'dir. Onlar da muhteşemdir konserde.



Gitarlara da bayıldım. Gibson Flying V ve Gibson Explorer kullanıyor grubun gitaristleri Matthias Jabs ve Rudolf Schenker. Tonlar harika. Söz sonları gitarla vokali tamamlama olayı harika. Sololar harika. Özellikle Still Loving You'daki hafif aksayan gitar solosuna bayıldım. Ton da dediğim gibi harika. Lynyrd Skynyrd ve Pink Floyd tonu kadar hatta belki de daha harika. Bilemiyorum.Akustik gitarı da Opeth kadar hayvani olmasa da hoş kullanıyorlar. Herifler gitar kasasına o kadar çok önem veriyor ki, akustik gitarları bile Explorer ve Flying V kasa. =) Ama o kasa yapısıyla akustik gitarın o sesi nasıl yakalanıyor, onu çözemedim.

İşte böyle. Grubun bascı ve davulcusuna değinmeye gerek yok. Yok çünkü pek değinecek bir şey. İkisi de fena sayılmaz. Davulda bir şey dikkatimi çekti sadece, trampet bir acayip.

27 Haziran 2009 Cumartesi

2005 - 2009

2005 yılında başladım Lise hayatıma ve 4 yıl sonra yani 2009 yılında sona erdi. Çok az bir farkla kötü anılarımın ağırlıkta olduğu bir dönemdi aslında ama her şeye rağmen "güzeldi" diyorum. Sonuçta bir daha asla böyle bir ortama sahip olamayacağım. Bir daha asla liseye geri dönemem. Sınıftaki o geyik ortamını bir daha asla göremeyeceğim. Kötü bir şey...

Güzel iş aslında öğrencilik. Sabah kalk, okula git, akşam 3'te çık, sonra ne yaparsan yap. Başka hiçbir işin yok. Tek işin sınıfını geçmek. Hatta biraz da sıkıp bir takdir veya teşekkür belgesi koparabilmek. Düzenli bir yaşam sağlıyor aslında okul. Rutin bir hayatmış gibi görünüyor olsa da insanı disiplinli bir yaşantıya itiyor. Her sabah kalkmaya, saçların uzadığında zorla da olsa kestirmeye, az da olsa derslerine çalışmaya itiyor insanı. Güzeldi yaa. Her şeye rağmen güzeldi. Üzülüyorum gerçekten bittiğine. Keşke bitmeseydi. Keşke 2,5 ay sonra tekrar okullar başladığında biz de okuldaki yerimizi alabilseydik. Ama olmayacak işte. Başı boş koyun gibi ortalıkta takılacağız.

Lise hayatım boyunca çeşitli derslerde çeşitli öğretmenler derslerime girdi. İyi kötü hepsinin benim üzerinde bir etki bıraktığını düşünüyorum. Kimisinin iyi anlamda kimisinin ise gerçekten kötü anlamda etkileri olmuştur. Ama şu an bu o kadar önemli değil, ben sadece o şahısları buraya yazmak ve hepsine teşekkür etmek istiyorum...
  • Abdurrahman Gültekin
  • Aysun Uruğ
  • Ayşe Hiçsanmaz
  • Bayram Salman
  • Engin Görsoy
  • Erkan Ünoğlu
  • Füsun Karaca
  • Güven Doğan
  • Hamdi Özdemir
  • Hatice X?
  • İhsan Hiçsanmaz
  • İlkay Tarım
  • Kadriye Oğul
  • Lale Kantık
  • Mehmet Gür
  • Nilgün Yücel
  • Sultan Yıldırım
  • Süleyman Gülaşlar
  • Şükran Ünver
  • Tanju Toraman
  • Umut Eş
  • Zeynel Havuz
Not: Bu liste alfabetik sıraya göre hazırlanmıştır. "Ben niye sondayım lan?" diye düşünmeyin...

26 Haziran 2009 Cuma

Çalışmaya Başladım

Evet. Blogu ilk açtığımda ne güzeldi, her gün yeni bir yazı yazıyordum. Hep böyle oluyor zaten, bloglar hep bir hevesle açılıyor ve unutulup gidiyor. Etrafımdaki, internetten arkadaş olduklarım... Herkes için bu durum geçerli. Neyse... Daha seyrek aralıklarla da olsa bloga yazı yazmaktan vazgeçmeyeceğim.

Bu salı çalışmaya başladım. "Deniz Rent a Car" isimli Rent a Car'da çalışıyorum. Sabah 8'de dükkanı açıyor, öğlen 2-3 saat tatil yapıyorum ve akşam 21:30'da da komple çıkıyorum. Ama herhangi önemli bir işim olduğunda dükkanda kalmak bir zorunluluğum yok. Dükkan sahibi yani patronum, eniştem. Bana gereken tüm kolaylığı sağlıyor =) Alıştım şu an işe ve pek şikayetçi değilim...

2 gündür saatlerce bir sandalyede PC başında oturmaktan belim ağrımaya başladı. Bugün gece 1-1,5 saat arayla sürekli uyandım. Bir türlü düzgün bir uyku çekemedim bel ağrısı yüzünden. Sabah kas gevşetici krem sürdüm ve bu biraz olsun beni rahatlattı ama bu rahatlatma durumu da 20 dakika sürdü. Tekrar ağrılar başladı. Bunun üzerine doktora gittim. Bel kaslarımın güçsüz olduğundan bahsetti doktor. Bel kaslarımı güçlendirmeli ve dengeli ve düzgün beslenmeliymişim. Hatta ne bulursam yersem de fena olmazmış =) . Bel kaslarımı güçlendiremezsem bu sorunun ilerleyen zamanlarda bel fıtığına kadar yolu var dedi. Bel kasları için de spor şartmış. Zaten spor yapıyorum ben. Basketbol ve futbol oynuyorum aktif olarak. Böyle olunca da direkt olarak bel kaslarına yoğunlaşmamı sağlayacak olan bir öneride bulundu doktor ve Fitness'a başlamamı söyledi. Fitness'ta hem vücut olarak dinç bir vücuda sahip olacağım hem de bana ayarlayacakları beslenme programı ile vücudumun ihtiyacı olan tüm gerekli besinleri alacağım. Doktor 2 tane de hap verdi. Onları kullandıktan sonra biraz daha rahatladım. En azından şu an sandalye de otururken bir sorun yaşamıyorum. İlaçlar işe yaramasaydı halim ne olurdu acaba... Çok fena bir şey yaa bu bel ağrısı...

20 Haziran 2009 Cumartesi

ÖSS 2009 - Grup

Evet. Uzun zaman oldu blog'a yazmayalı. Hatta beklemiyordum ama "olm niye yazmıyorsun artık, okuyorduk" gibi tepkiler bile almaya başladım. ÖSS geldi geçti, onunla ilgili bile bir bok yazmamış oluşum gerçekten çok kötü. Neyse, yazayım işte şimdi...

ÖSS 2009

Antalya'ya ÖSS'den bir gün önce gittim. Yolculukları hiç sevmem. 4 saat yolda geçirdik tabii. Neyse, vardık Antalya'ya, gece kalacağımız yer olan akraba evine gittik. Ardından 3-4 saat Antalya'da gezdik ve eve geldik. ÖSS ile hiçbir bağım yok tabii, ne bir stres ne bir korku. Hiçbir şey. Neyse... Yorgunluk ve biraz da sınav olacağından dolayı gece çok erken yattım, yanlış hatırlamıyorsam uyuduğumda saat 22:00 idi.

Sabah uyandım. Saat 6. Karnım acıkmış =) Tanımadığım bir evdeyim, millet uyuyor. Bir bardak su ile açlığımı bastırdıktan sonra tekrar uyumak için yatağıma gittim. Uyudum da... Bir saat sonra millet uyanmıştı, kahvaltı hazırlandı 40 dakika içinde. Kahvaltı çok güzel olmasına rağmen, hiçbir şey yiyemedim. Yiyesim gelmedi, sadece 2 bardak çay içtim... Sınava da bu iki bardak çay ile girdim. Aç aç girdim yani...

Neyse, okula geldik. Bizim buradan bir kaç arkadaşı gördüm. Bazı arkadaşlar motosikletle geçiyordu okulun önünden. 180 km yolu motosikletle gelmiş olma ihtimalleri oldukça yüksekti. Allah akıl fikir versin diyorum... :D

Sınava girdik. Oldukça zor geldi bana. Çok kötü başladı ama daha sonra hafiften toparladığımı hissediyordum. Bir yandan da açtım tabii. =) ÖSS'ye aç girilir mi ulan demeyin... Biliyoruz herhalde, girilmeyeceğini ama yiyemedim işte sabah. Bir şeyler oldu... Sınavın içeriğine pek fazla girmeyeceğim. Kötü geçti. 185 ham falan gelir birinci bölümden. İkinci bölümden daha da düşük. Büyük bir mucize olmazsa, 1 sene daha buradayım. Üniversite hayalleri yalan oldu. Gerçi böyle olması da gerekiyordu, hiç çalışmadım etmedim. Şimdi salak salak ağlamanın, yakınmanın bir anlamı yok. Kendi düşen ağlamaz... Hatta durumun vahimiyetini size aktarmak için şöyle bir matematiksel veri vermek istiyorum: Mat2'den 2 soru işaretleyebildim, biri doğru diğer yanlış.

Sınavdan sonra hemen eve döndük. Antalya'yı hiç sevmiyorum. Hemen döndüğümüz iyi oldu.

Grup olayları

Bu yaz bir barda çıkmak hayallerimiz vardı. Repertuarı genişletmek ve en azından haftada iki gece çalmak istiyorduk. Hatta Efendi Bar'ı falan ayarlayabileceğimiz konusunda Sinan'ın ciddi konuşmaları vardı. Ama şu an için hepsi yalan oldu. Bugün çalışmalara başlayacağız. Grubun ikinci gitaristi olacak olan Mert'in de dün gelmiş olmasıyla birlikte, bugün başlıyoruz olaya. Şu an için bir yerde çalacağımızın garantisi var. Biliyorum merak ettiniz. 5 Temmuz 2009'da yapılacak olan, Kaş Lisesi 3. Geleneksel Pilav Günü'nde sahnedeyiz :D . Herkesi bekleriz...

10 Haziran 2009 Çarşamba

İlk Sahne Deneyimim

Çok heyecanlı olmayı bekliyordum ama hiç heyecanlı değildim. Ellerim titremedi, terlemedim, nefesim daralmadı... Her şey gayet normaldi. Sinan'ın evinde yaptığımız çalışmalardaki ruh haline sahiptim; tamamiyle. Ve sıra bize geldi. Çıktık sahneye...

Sarı Çizmeli Mehmet Ağa, ilk parça. Başladım introyu atmaya, ses bayağı bir alçak geliyordu, intronun sonuna doğru tamamen gitti. Kenarda herkes paniklemiş durumda, bana devam et diyorlar. Devam ettim. Bir şeyler yapmalarını bekliyorum ama kimsenin elinden bir şey geldiği yok. Sinirlendim de tabii, saçma sapan bir durum ortaya çıktı o an. Ardından attım kabloyu, gittim kenara. Millet şarkı bitti sandı alkışlamaya başladı. N'oldunu sordum. Bir hocamızın ayağı benim kabloya takılmış, kablonun Jack'ını kırmış, benim ses ondan gitmiş... Allahım... Olacak iş mi bu? Tüm sinir stresimi atmışın, heyecandan gram eser yok, sapasağlam devam ediyorum şarkıyı çalmaya, şans bu ya, benim kablo kopuyor. Ben mixerci herif benim ses ayarlarıyla oynuyor zannetim ilk başta, o yüzden o kadar sinirlendim. Kablonun koptuğunu bilsem, hiç devam etmez, anında keser kabloyu yenilerdim ama olmadı. Neyse, oldu artık. Kabloyu yeniledik.

Başlıyoruz tekrar çalmaya. Sarı'yı geçelim dedim ben, çalalım dedi Ege falan. Tamam dedim, başladım introya. Ses iyiydi. İyi geliyordu. Çalışmalarda 4 kolonda karşıya baktığı için ses alamıyordum, ama bu kez bir kolon bize çevriliydi ve o yüzden rahat rahat duyduk benim sesi. Sarı Çizmeli'yi neredeyse hatasız çaldım, o ufak hataları da zaten farkeden olmamış. Varsa farkeden buyursun nerede hata yaptım söylesin. =) Hodri meydan olayı yani. Şarkı bitince yine o hoş alkışlar geldi.

Ve sıra Yalan Dostum'da. Başladım ben yine intro ile. Gidiyoruz. Devam ediyoruz. Nakarat kısmına geldik, o da ne? Sinan kafayı yedi. =) Öyle bir kaçırdı ki beni, bir daha yakalayamadı. 1-2 saniye durakladı, ardından doğaçlama başka bir ritim uydurmaya başladı. Program bittikten sonra kendisine sorduğumda, o kısmı komple unuttuğunu söyledi. Sahne heyecanı işte. Sanırım benim dışımda herkes çok heyecanlıydı. Demek ki kendimi çok iyi hazırlamışım bu geceyi, iyi konsantre olmuşum. Yalan Dostum'da bitti. Bu iki parçayı çalarken çok az seyircilere bakmıştım, o yüzden tam olarak bizi ne şekilde dinlediklerinden haberim yoktu. Onu da birazdan Sevda Çiçeği'ni çalarken anlayacaktım.

Sevda Çiçeği'ne girdim yine. Attım introyu, vokal girdi. Benim hiçbir şey çalmadığım uzunca bir kısım var, o kısımda etrafı süzeyim dedim. Süzdüm biraz, baktım etrafa. Bön bön bakıyorlar. Hiç eşlik eden veya eğlendiğine kanaat getirilebilecek bir hareket yapan insan görmedim. Şarkının sonunda Egehan tek tek isimlerimizi söyledi. İlk beni söyledi, millet hazırlıksız yakalandı sanırım, en az alkış bana geldi. Ardından Sinan'ı söyledi, ona benden biraz fazla alkış. Sonra İsmail'i söyledi, ona baya baya fazla bir alkış. Sonda iki kez intro çalıyorum, ilk introda bizleri söyledi Egehan, ikinci intro sırasında da "ve ben Egehan " dedi, en çok alkış da kendisine geldi. =)

İlk sahne deneyimimde böyle bir duruma düşmek gerçekten kötü. Keşke olmasaydı. Hayır, millet benim hatam olmadığını falan da anlayamamış. Yani bazıları anlamış daha doğrusu. Sordum bir arkadaşa, "senin ses ilk şarkıda gelmiyordu" dedi. "Hadi yaa" demek vardı ama demedim. Yani ses gelmediğini tespit edebilmiş ama niye gelmediğini edememiş. Oradaki mimikler, hareketler her şey bir şeyler olduğunu anlatıyordu zaten.

9 Haziran 2009 Salı

Yarın Neler Olacak?

Yarın derken, gelecek anlamında değil. Gerçek anlamda yarın. Yarın 9 Haziran. Okul gecesi günü. Uzun zamandır beklediğimiz, haftalardır çalıştığımız gün. Peki yarın tam olarak ne olacak? Evet, gereksiz ama yazmak istiyorum.

Sabah muhtemelen 11:00'da uyanırım. 1-1,5 saat bilgisayara takıldıktan sonra kahvaltımı yapar, duşumu alır ve okula giderim. Saat 13:00'da Sinan'ın davulunun taşınması konusunda son detaylar konuşulacak. Ayrıca Egehan ve Oğuzhan (tüf)'ın Aysun hocaya son bir kez şarkıları dinletmesi gerekiyormuş, onu izleyeceğiz. Ardından ne olacaksa olacak ve saat 16:00 olacak.

16:00'da okulun ayarladığı pikap Sinan'ın davulu ve diğer taşınması gereken eşyalarımızı Sinan'ın evinden alacak ve Antik Tiyatro'ya getirecek. Tiyatro sahnesi büyük bir ihtimal kurulu olacaktır biz oraya geldiğimizde. Sinan'ın davulu kurduktan sonra bizim gitar setup'larını ayarlayacağız. Bu olayların tamamının bitmesi 17:00'ı bulacaktır hatta geçecektir. 17:00'da Aysun hoca ve klasik gitar grubu Grup Antik gelecek.

Ardından biz gitarları bağladıktan ve Sinan'ın davulu kurduktan sonra, birer kez daha şarkıları çalacağız. Sound Check olayı yani. Ardından sırasıyla Rap ve Klasik gitar grupları da birer sound check yaparlar. Bunlar bittiğinde saat 18:00 olmuş olacak.

18:00'da herkes dağılacak. 20:00'a kadar ne yapacaksa yapacak millet. Ben muhtemelen yemek yerim, ardından duşumu alıp Antik Tiyatro'ya gelirim saat 20:00'da. 20:45 veya 21:00'da gece programı başlar. İlk olarak slayt gösterisi izletilecek. Slayt tahminen 9 dakikalık bir süre alacak.

Slaytın hemen ardından sahneye biz çıkacağız. Sırasıyla Sarı Çizmeli Mehmet Ağa, Yalan Dostum ve Sevda Çiçeği çalacağız. Sarı Çizmeli Mehmet Ağa'nın introsunda bir hata yapmazsam tüm şarkıları hatasız çalacağımı düşünüyorum. Sarı Çizmeli'de hata yaparsam, yaptığım tek hata da o olur muhtemelen.

Bizden sonra Egehan ve Oğuzhan çıkacak ve 2 parça söyleyecekler. Birisi Egehan'ın solo şarkısı diğeri ise Oğuzhan'la düet.

Rap'ten sonra Grup Antik gelecek. Muhtemelen 6-7 parça çalar onlar. Tam olarak ne çalacaklarını veya ne yapacaklarını bilmiyorum. Ben de orada göreceğim.

Müzik olayları tümden bittikten sonra Tiyatro olayı var. Tiyatro'nun adı Seni Seviyorum. Merakla bekliyorum ben de bu tiyatroyu. Güzel diyorlar, izleyip göreceğiz.

Tüm program bittikten sonra malları tekrar okulun ayarlayacağı pikap'a doldurup, geri götüreceğiz. Ve gece burada sona ermiş olacak. Bu kadar... Egzantrik bir durum yok yani.

4 Haziran 2009 Perşembe

Level'dayım

Evet... Uzun zamandır istediğim şey nihayet gerçek oldu. Bir incelemem Level'da yayınlandı. Level Haziran sayısını aldım az önce ve yazım oradaydı. Uzun zamandır gerçekleşmesini istediğim bu şeyin gerçekleşmesi beni gerçekten çok sevindirdi. Künye bölümünde henüz adım geçmiyor, sanırım hala tam olarak Level dergisi yazarlığına alınmış değilim. Fakat bu da sonuçta bir başlangıçtır. Bir incelemem yayınlandı, gelecek sayılarda da dergi içeriğine yapacağım katkılar ile eminim ki derginin kadrolu yazarlarından biri olacağım.

Level Haziran sayısını almayanlar, ölsün... Ölün...

29 Mayıs 2009 Cuma

Okul

Yıllardır okuyoruz, en azından lisenin bitmesini ve biraz daha sıkı olmayan bir yaşam tarzına kavuşmayı hayal ediyorduk (saçları kesmek zorunda olmak, okul kıyafetlerini giymek zorunda olmak gibi şeylerden bahsediyorum). En sonunda lise bitti, yaklaşık 2 haftadır okula gitmiyoruz. Ama sanki bir boşluk var hayatımızda. Tüm arkadaşlar böyle diyor. Sabah kalkıp okula gitmek, 7-8 saatini orada geçirmek. Hep bunları yapıyorduk. Şimdi ise sabah istediğim saatte kalkıyorum ve akşama kadar sıkıntıdan patlıyorum, yapacak pek bir şey yok. ÖSS çalışmaları da yalan oldu. Normalde okula gitmekten nefret eden bizler, her gün okuldayız. Hele bugün, tüm ekip okuldaydı. Biliyordum okulu özleyeceğimizi ama bu kadar erken olacağını tahmin etmiyordum. Gerçekten özledim lan, o sınıf ortamı, geyik ortamı... Müthişti. Bir daha asla yakalayamayacağımız güzellikteydi bana göre. O ortamdan bir çok kez şikayetçi olmuş olsak da seviyorduk demek ki. Evet, işte böyle. Yarın yine boş bir gün olacak, okulun bahçesine gideceğiz sivil olarak, oturacağız saatlerce, müdür gelecek bizi kovacak. Akşam olacak, çarşıda bir kaç saat takılıp eve döneceğiz ve ertesi gün yine aynı şeyleri yapacağız. Yazın yine çalışma durumları vs olacak ve bir şekilde başka bir düzene adapte olacağız. Geçen yazki düzenimiz harikaydı, umarım bu sene de ona benzer rahatlıkta bir yaz olur. İnşallah...

24 Mayıs 2009 Pazar

Level'a İlk Adım ve Ortaya Karışık



Bildiğiniz veya bilmediğiniz gibi, 2 aydır Level Dergisi'nde deneme yazar olarak, Level Online'da yazmaktaydım. Dün gelen bir mail ile bu durum sanırım değişti. Dergi için bir inceleme yazdım bugün ve gönderdim. Yüzde 90 yayınlanacaktır o yazı ve uzun zamandır hayalini kurduğum şeye ulaşmış olacağım. Bir dergide yazıyor olacağım. Gerçekten çok mutluluk verici.

Yaz geldi dedik... Gelmemiş. Son 1 haftadır bir gün güneşli bir gün yağmurlu. Bu sabah havanın ne kadar güzel olduğunu görüp denize gitme planları yaparken, öğleden sonra havanın kapanması ve yağmur ile birlikte şok oldum. Nasıl bir iklimdir anlamadım. Şu sıralar gerçekten bir acayip ortalık.

Dün grup olayları kapsamında, okuldaki vokal şahıslar ile bir çalışma yaptık. Sonuç tam bir hüsran ve rezaletti. Hiç biri doğru düzgün şarkılarını söyleyemediler. Hatta bazıları o kadar batırdı ki, şarkıyı olduğu gibi değil kendi yorumuyla okumaya kalktı. Sinir bozucu bir durumdu. Yokluktan, sessimizi çıkartmadık. Yani, saçma sapan okuyorlar şarkıları, bir de giderken nasıldık diyorlar. Ulan nasıl olacaksınız? Götüm gibiydiniz. Allah allah... Aysun hocanın söylediğine göre iyi olurmuş bunlar, inşallah olurlar. Gelecek çalışma Pazartesi günü, göreceğiz bakalım neler olacak...

21 Mayıs 2009 Perşembe

How I Met Your Mother, 4. Sezon Bitti

Dördüncü sezon bu hafta sona erdi. Ted yine çocuklarının annesini bulamadı, hikaye biraz daha dallandı budaklandı ve farklı noktalara kaydı. Evet...



23. bölümde Stella'nın geri dönüşüne şahit olmuştuk. Bu herkes için sürpriz olmakla beraber, "ulan yine mi Stella" tadında tepkilere yol açmıştı. Çünkü Stella ciddi anlamda itici bir hatun, Ted'de zaten bunu farkında, o yüzden buna pek yüz vermedi. Yine de Stella bir yüzsüzlük yaparak, Ted'den hiç istenmeyecek bir şey istedi ve kocası ile arasını yapması için onu ikna etti. Ted iyi çocuk, yaptı bu işi.

Stella defteri tamamiyle kapanınca, bu sezon da annenin kim olduğunu öğrenemeyeceğimizi anladık zaten. Son bölüm biraz da sezonu sonlandıralım tadında yapılmış bir bölümdü. Bu bölümde Barney ve Robin'in ilişkisi tescillenmiş oldu. Artık bu ikili sevgili diyebiliriz sanırım. Robin'in biraz gönlü yokmuş gibi bir hali vardı ama daha sonra onunda yumuşadığını ve Barney'ye karşı boş olmadığını gördük. Bu ikili gerçekten hoş oldu. Tam gaz devam...




Ted açısından ise bazı acı gerçekleri görme bölümüydü bu bölüm. Mimarlıkta iş olmadığını ve bu sevdadan vazgeçip, daha elle tutulur ve kendisini kazanç sağlayacak bir iş yapması gerektiğini anladı Ted. Ve bu bağlamda mimarlık ile ilgili tüm hayallerini bir kenara bırakarak, Stella'nın herifinin ona yapmış olduğu "gel bir üniversitede hoca ol" teklifini kabul etti. Zaten bu olayı öğrendikten sonra bölüm sona erdi. Bu sırada çok önemli bir detayı daha öğrendik. Anne, Ted'in çalışacağı üniversitede öğrenci. Sınıf ortamındaki öğrenci-öğretmen ilişkisi, aşk ilişkilerine hatta evlenmeye kadar gidecek anlaşılan.



Bu arada bu sezon aralara sıkça serpiştirilen "keçi" olayı da sonuca bağlandı. En sonunda keçi ile yüzleşen Ted, keçi ile amansız bir kavgaya tutuştu ve keçi tarafından hastanelik edildi. Bununla da kalmayıp, adı "Keçi tecavüzcüsü" ne çıktı. Özellikle Ted'in hatırladığı kadarıyla, keçi ile olan kavgası çok hoştu, yardı geçti. =)


Ted, keçiden dayak yedikten sonra...

4. sezon da sona erdi. Ne kadarlık bir tatile girdiler tam olarak bilmiyorum ama merakla beklemekteyim yeni sezonu.

20 Mayıs 2009 Çarşamba

Canlı Müzik Modası

Geçtiğimiz yazı Kaş'ta geçirenler bilir, hakkıyla canlı müzik yapan tek bir mekan vardı, orası da Sun Cafe idi. Bunun yanında Meis barın da canlı müzik yapmak gibi bir uğraşı olsa da bir türlü hoş bir şeyler ortaya çıkaramıyorlardı. Geçen sene canlı müzik sayesinde parayı kıran Sun Cafe'yi gören diğer barlar, akıllarını bu sene başlarına topladılar ve hepsi yabancı müzik ağırlıklı canlı müzik yapmaya başladılar.

Köprüaltı in Rock Bar
Mekanın iç tasarımı, konumu ve ismi sayesinde diğer canlı müzik yapan barlardan bir adım önde duruyor Körpüaltı. Geçtiğimiz aylarda yaptırdıkları yeni sahneleri şuan Kaş'ın en iyi bar sahnesi gibi gözüküyor. Yazın çok çeşitli grupların sahne performanslarına şahit olacağımız Köprüaltı çok sağlam geliyor.


Köprüaltı in Rock Bar.


Efendi Bar
Efendi Bar geçen sene kendi halinde, 2 günde 1 falan canlı müzik yapıyordu. Sahne falan olayları da oldukça kısıtlıydı. Bu sene kendilerine yeni bir sahne yaptırmışlar. Gördüğüm kadarıyla geçen sene ki Sun Cafe'nin sahnesinin birebir aynısı. Fakat şöyle bir durum var sezon, geçtiğimiz 3 sene içinde hep Sun Cafe'de çalan Blues Ala Turka grubu bu sezon Efendi Bar'da çalacakmış. Evet, söylentiler bu yönde. Bugün sahnelerinde gördüğüm "tumba" da bu durumu destekler nitelikte. Fethi Slayer, bu yaz sezonunda Efendi Bar'da olacakmış.


Blues Ala Turka, Sun Cafe'deyken.
Soldan sağa: Fethi, Ercan, Efe.


Sun Cafe
Sun Cafe bu sezon el değiştirmiş sanırım. Ayrıca iç tasarım açısından da bir değişime gitmiş ve biraz daha hoş bir görünüm kazanmış. Dün gördüğümüz kadarıyla canlı müzik olayı burada da olacak. Hatta dün var yani... Bir akustik gitar ve "Ud" ile canlı müzik yapılıyordu. Türkçe parçalar falan çalıyorlar. Sun Cafe'yi bilen bilir, pencereleri vardır kocaman, caddeye bakar bu kocaman pencereler. O pencerelerden içeriyi biraz süzdük, herifleri dinledik. Biz biraz dinleyince, adamlar bizi yanlış anladı ve çaldıkları şarkıların çok hoşumuza gittiğini falan sandılar =). Selam verdiler ilk önce, ardından kocaman hoparlörü bize doğru çevirttiler. Biz de ibnelik olsun diye, bu hareketin hemen ardından olay yerini terkettik. Herifler buruk bir göt olma duygusu içerisinde kalakaldılar.

Echo Bar
Echo Bar Kaş'ın vasat barlarından birisidir bana göre. Ama bu sezon canlı müzik ile güzel bir atağa kalktılar. Ben gidip dinlemedim ama söylentiler var. Bir elektro ve akustik ile canlı müzik yapılıyormuş. Bir gün gidip bir bakmak lazım.

Şimdilik Kaş'ın canlı müzik yapan barlar listesi bu kadar. Eminim ki ilerleyen günlerde bir kaç bar daha canlı müzik yapmaya başlayacaktır. Bekleyip göreceğiz.

19 Mayıs 2009 Salı

Dünyanın En İyi 100 Metal Parçası

DigitalDreamDoor.com adresli web sitesi tam olarak neye dayanarak yaptığını bilemediğimiz "Dünyanın en iyi 100 metal parçası" isimli bir liste yayınladı. Fakat listede ciddi anlamda bazı problemler göze çarpıyor.

Ben ilk olarak Motörhead - Ace of Spades'e takıldım. 4. sıraya bu şarkıyı koymuşlar. Thrash metallik bir halini göremiyorum ben şarkının, bu listeye nasıl girdiğini de tam olarak anlayamadım. Öte yandan listede Pantera'nın efsane parçası "Walk" yok. Evet, Walk yok. Yine bir başka acayip durum, Enter Sandman'da bu listede yok. Metallica'nın en iyi parçası olarak lanse edildiği dönemler bile olan bu parçanın, Ace of Spades listeye 5. sıradan girerek hiç giremeyişi düşündürücü. Metal Militia gibi Thrash Metal'in mihenk taşlarından biri sayılabilecek bir şarkının da listede yer almıyor olması iyice canımı sıktı. Judas Priest'in Painkiller'ı da hakettiği yerde değil kanımca, ilk 10 yakışırdı bence bu parçaya.


Bunun dışında Master of Puppets'ın hakkıyla birinci olduğunu söyleyebilirim. Raining Blood'u ikinci sıraya koymuşlar, bence ikinci sıra Angel of Death'in hakkıdır. Bunun yanında Black Sabbath'ın Symptom of the Universe'ini 6. sıraya koymuşlar, çok da iyi yapmışlar. Bu parça ilk trash metal rifflerini içinde barından parça olarak bilinir, hakettiğini almış. Seek and Destroy'u ben olsam 2. sıraya koyardım ama ilk iki sıra Metallica olursa olmazdı tabii, iyi olmuş, kendine 4. sıradan yer bulmuş Seek and Destroy. İlk 10'a baktığımızda hepsi gerçekten hakettiği yerlerde diyebiliyorum. Bunun yanında Metallica ilk 10'a 3, tüm listeye ise 12 parça sokarak, Thrash Metal'in kralı olduğunu bir kez daha ispatladı. Metallica rulz...

Liste ise aşağıda:

1. Master of Puppets - Metallica
2. Raining Blood - Slayer
3. Holy Wars... The Punishment Due - Megadeth
4. Ace of Spades - Motorhead
5. Seek & Destroy - Metallica
6. Angel of Death - Slayer
7. Symptom of The Universe - Black Sabbath
8. The Four Horsemen - Metallica
9. Cowboys From Hell - Pantera
10. Hangar 18 - Megadeth
11. Caught In A Mosh - Anthrax
12. Fast As A Shark - Accept
13. The Antichrist - Slayer
14. Witching Hour - Venom
15. The New Order - Testament
16. Hit The Lights - Metallica
17. Creeping Death - Metallica
18. Elimination - Overkill
19. War Ensemble - Slayer
20. Souls Of Black - Testament
21. Battery - Metallica
22. Primal Concrete Sledge - Pantera
23. Practice What You Preach - Testament
24. Indians - Anthrax
25. Painkiller - Judas Priest
26. Peace Sells - Megadeth
27. Cemetery Gates - Pantera
28. Bounded By Blood - Exodus
29. For Whom The Bell Tolls - Metallica
30. Too Late Too Late - Motorhead
31. Iron Fist - Motorhead
32. Symphony of Destruction - Megadeth
33. Lesson in Violence - Exodus
34. Hello From The Gutter - Overkill
35. The Mechanix - Megadeth
36. Tyrant - Judas Priest
37. Overkill - Motorhead
38. Madhouse - Anthrax
39. Set The World Afire - Megadeth
40. War Is My Shephard - Exodus
41. Ride The Lightning - Metallica
42. Black Magic - Slayer
43. Damage Inc. - Metallica
44. Do or Die - Testament
45. Blackened - Metallica
46. Jesus Saves - Slayer
47. Fucking Hostile - Pantera
48. Tornado of Souls - Megadeth
49. Hell Awaits - Slayer
50. Coma - Overkill
51. South Of Heaven - Slayer
52. Burnt Offerings - Testament
53. Mouth For War - Pantera
54. Good Mouring/Black Friday - Megadeth
55. My Last Words - Megadeth
56. Blood Red - Slayer
57. Black Metal - Venom
58. Escape to the Void - Sepultra
59. Metal Command - Exodus
60. Seasons In The Abyss - Slayer
61. Sodomy and Lust - Sodom
62. Overkill - Overkill
63. First Strike Is Deadly - Testament
64. Pleasure To Kill - Kreator
65. Strike Of The Beast - Exodus
66. Horrorscope - Overkill
67. Return To Serenity - Testament
68. Antichrist - Destruction
69. Piece By Piece - Slayer
70. The Toxic Waltz - Exodus
71. Crionics - Slayer
72. Dante's Inferno - Iced Earth
73. Alice In Hell - Annihilator
74. Riot Of Violence - Kreator
75. Remember The Fallen - Sodom
76. Mad Butcher - Destruction
77. And Then There Were None - Exodus
78. Beneath The Remains - Sepultura
79. Whiplash - Metallica
80. Hunter Kill - Annihilator
81. The Burning Of Sodom - Dark Angel
82. Chemical Warfare - Slayer
83. Into The Pit - Testament
84. Blood And Iron - Overkill
85. Voivod - Voivod
86. Motorbreath - Metallica
87. Infectious Hospital Waste - Demolition Hammer
88. I Am The Law - Anthrax
89. War Is Hell - Toxic Holocost
90. Possessed By Fire - Exumer
91. Calling In The Coroner - Vio-Lence
92. Pace Till Death - Bathory
93. Kill Yourself - S.O.D.
94. Masked Jackal - Coroner
95. Battalions - Metal Church
96. Death Rattle - Pantera
97. Tear It Down - D.R.I.
98. Thrash 'til Death - Destruction
99. Thrown To The Wolves - Death Angel
100. Heavy Metal Maniac - Exciter

Bu arada bu listeye aslında pek itibar etmemek lazım. Çünkü bu siteye baktığımız ota boka liste yapmışlar. Her şeyin listesi var. Hatta az önce bir listeye göz attım, "Dünyanın en iyi 100 metal gitaristi" diye bir liste. Listede James Hetfield, Kirk Hammett'ın önünde yer alıyordu. Bunu söyledikten sonra susuyorum.

16 Mayıs 2009 Cumartesi

Okul Bitti

Evet, bugün son sınavımızı da olduk. İlk yazılılardaki olağanüstü saçma notlarımı birer birer kurtararak, orta düzey bir karne görmeyi garantiledim. Şuan görünürde sadece bir tane zayıfım var. O da 44'den. =) O dersin herhangi bir sınavından 3 puan fazla not alabilseydim, şimdi bu durum üzerinde kafa yormak zorunda olmayacaktım. Gerçi yıllık ödev var bir de, hocanın ona 50 puan vermesi zayıfın yok olması anlamına gelebilir, tabii diğer 2 sözlü notunun da 45 ve üzeri olması şart.

Şimdi bizim okul nasıl bitti? Bildiğiniz gibi MEB bize bir kıyak yapmıştı ve son 1 ay veli onayı ile 45 günlük devamsızlık hakkımızın tamamını kullanabilme hakkı tanımıştı. Bunu kullandık. Pazartesi'den itibaren yürürlüğe girecek benim dilekçe. Sabah geç kalkıp, güzel bir kahvaltı. Ardından ufaktan ÖSS'ye çalışmak lazım. Belki biraz geç olabilir ama kendime güzel bir yol çizmeyi planlıyorum. İnşallah iradeli ve disiplinli bir şekilde çizeceğim bu yol üzerinde yürümeyi başarırım. Göreceğiz...

Bu arada, grup çalışmalarından bahsetmezsek olmaz. Grubun bildiğiniz gibi vokali yok. Bu iş için profesyonel bir şahıs olduğu haberini almamız ile birlikte, şahısla görüşmeye gittik ve okul gecesi kendisine uymayan bir tarihte yapılacağı için "red" cevabı aldık. Evet. Bunun üzerine okulumuzun "koro" sunda yer alan ve geçtiğimiz sene yapılan okul gecesinde solo performansları ile izleyenleri mest eden kızlar ile yola devam etme kararı aldık. 3 kız var, her biri farklı birer parça söyleyecekler. Bu parçalar da netlik kazandı: Yalan dostum, Sarı çizmeli mehmet ağa, Sevda çiçeği. Şuan parçaları büyük ölçüde oturttuk ve ufak tefek hatalar dışında çalabiliyoruz. Vokal ile çalışmalara da gelecek haftadan itibaren başlıyoruz. Facebook'dan bizim videoları takip edenler, artık vokalli videolarımızı da görecebilecekler. Ne büyük olay öyle değil mi?

14 Mayıs 2009 Perşembe

Şampiyon Beşiktaş!



Evet. Bunu bekliyorduk zaten. Fenerbahçe'nin İnönü'de yaptıklarının ardından "gaz mode: on" bir şekilde maça çıkacağımız apaçık ortadaydı.

Maçın başlarında oyunu kendi sahasında kabul eden, Fenerbahçe'yi oynatmama üzerine kurulu ve biraz da rakibi sanki ölçmeye çalışırmış izlenimi bırakan bir oyun vardı Beşiktaş'ta. Bu sırada biraz şansa gelen, beklenmedik bir gol ile işler tepetaklak oldu. Golü anlatmak gerekirse, herkes Yusuf'un orta yapmasını beklerken, o kaleyi düşündü. Ön direkte bekleyen Emre, ön direği çabuk terketmişti. Bir orta bekleyen Volkan Babacan'da gereken pozisyonu aldı. Fakat Yusuf kaleye vurdu, kaleci topu görmekte geç kaldı buna bir de ters ayakta yakalanması eklenince, topa yetişmesine rağmen çıkartamadı. Hoş bir goldü. Dediğim gibi bu gol ile oyunun tüm dengeleri bozuldu. Fenerbahçe biraz daha açık oynamak zorunda, Beşiktaş'ta hızlı hücumlar veya uzun toplarla çıkmaya başladı.



Fenerbahçe olabilecek en güzel dakika da beraberlik golünü buldu. Guiza denen it yine bizi boş geçmedi. Golde Sivok'un topa müdahale edemeyişi dışında hatalı bir durum gözükmüyor. Onun dışında savunmanın biraz dengesiz yakalanışı da büyük bir etken tabii ki golde. Golden sonra biraz daha baskın oynamaya başladı Fenerbahçe, bir kaç ufak pozisyon da yakaladılar ama atamadılar. İlk yarı böylece bitti.

İkinci yarı Beşiktaş'ta Toraman-Üzülmez değişikliği yapıldı. Ekrem sağa, Üzülmez sola geçti. İyi de oldu. Üzülmez savunmanın solunu kontrol ederken, orta sahanın ortasına sık sık yardıma geldi. Evet, Üzülmez göbeğe yardıma geldi. Üzülmez'e ne kadar laf etsek de, gelecek sezon onu arayacağımız günler olacaktır diye düşünüyorum. Orta yapamaması dışında, pek bir sorunlu yanı yok. Savunmada güven veriyor bence. Özellikle Yusuf ile birlikte harika bir ikili oldular. Üzülmez bindiriyor, Yusuf koşu yoluna nokta atışı yapıyor ve tehlikeli ataklar geliştiriyorlar. Güzel bir şey tabii...

Neyse... İlk yarı çok net bir pozisyondan yararlanamayan Bobo, yüzde yüzlük gol kaçırma kredisini doldurmuştu ve bundan sonra yakalayacağı pozisyonlarda golü bulması şarttı. Bobo'yu uzun bir zaman sonra ilk kez bu kadar istekli oynarken gördük. Bunun meyvesini de uzaktan vuruşu ile birlikte gelen gol ile aldı. Volkan Babacan'ın yapacak pek bir şeyi yoktu. Top tam köşeye gitti ve çok sertti. Bobo'yu bu muhteşem golünden ötürü kutluyorum.

Bu golün ardından Beşiktaş 2-1'i korumak için biraz daha savunma ağırlıklı bir oyun anlayışına büründü ve kontra ataklar ile gol aramak yoluna gitti. Bu plan gerçekten çok iyi işledi. Tello'nun bir topu direkten döndü, diğer başka bir pozisyonda kaleciyle karşı karşıya kaldı ve topu kaleciye nişanladı. Ardından sahneye Yusuf çıktı tekrar. Bir uzun top sonucu topa hareketlendi. Bitkindi, Gökhan Gönül hızla topu kontral altına aldı ve topun çıkması için perdelemeye başladı, bu sırada yavaş yavaş ona yaklaşan Yusuf, ustaca bir hareketli topu söktü aldı ve kaleye yöneldi. Arka direkte Holosko vardı, topu ona gönderdi fakat top Lugano'nun ayağına çarparak havalandı. Bobo en tepeye çıkarak kafayı vurdu ve skor 3-1'e getirdi. İyice rahatladık.



Beşiktaş'ın bu skorla yetinmesi beklenemezdi. Fenerbahçe iyice dağılmış, Beşiktaş ise aksine daha da güçlenmişti. Holosko son 4 maçta gol atıyordu ve bu maçta da atmasını bekliyorduk. Öyle de oldu, Bobo ile harika bir duvar pası yaptılar ve golü Holosko attı. Çok sevindik. 5. golü bekliyorduk artık.

Fakat bu golden sonra Beşiktaş hızını kesti ve sadece dakikaları tüketmeye başladı. Ardından skindirik bir pozisyondan penaltı kararı geldi. Bünyamin efendi sırf Fenerbahçe'ye yaranmak için bu penaltıyı çaldı. Sinirli olacak Fenerbahçe taraftarının en azından kendisine hiddetlenmesini önlemiş oldu böylece. Allah belasını versin. Ayrıca son 3 saniye kala maçı bitirdi, halbuki tam 3'e 1 gidiyordu Beşiktaş'lı oyuncular, 5. golün gelmesi içten bile değildi. Neyse, böylesi de güzel oldu.


Kupa sonrası ForzaBeşiktaş.com'un index s

Bu galibiyet ve kupa ile Beşiktaş moral anlamında doruk noktasına ulaştı. Bu gaz ile önümüzdeki maçı rahat geçeceğimizi düşünüyorum. Tek korkum Galatasaray maçından alınabilecek ters bir sonuç. Arkadan Sivasspor ve Trabzonspor geliyor. Her an her şey olabilir.

Beşiktaş bugün takım olarak harikaydı. Umarım hep böyle olur. Hiç bir oyuncuya kötü oynadı diyemiyorum. Hepsi elinden gelen tüm gayreti oyuna yansıttı. Hepsini tebrik ediyorum. Muhteşemdiler...



Bu arada maçın adamı Bobo seçilmiş. Hakkıdır. 2 gol 1 asist. Maçın ilk yarısında çok küfür etsem de ikinci yarıdaki oyunu ile bize muhteşem bir gece yaşattı. Teşekkür ediyoruz kendisine.

13 Mayıs 2009 Çarşamba

Yaz Geldi

Nihayet. Çok özlemiştim, güneşten kavrulduğumuz yaz günlerini. Ve yavaş yavaş "yaz" kendini hissettirmeye başladı. Hem hava olarak hem de çevre açısından yavaş yavaş Kaş yazın olduğu havasına bürünmeye başladı. Turistler yavaş yavaş buraya gelmeye başladılar. Barlar tekrar açılmaya başladı. Kışın ölü olan bu güzel ilçe, tekrar hayat kazandı sanki. Meydan bu sene belediyenin yaptığı bazı yenilikler biraz daha hoş ve düzenli bir görüntüye kavuştu. İsmi ekşi sözlükte bile geçmekte olan meydan duvarı yıkıldı ama yine de Kaş Meydan'ı o şirin görüntüsünden bir şey kaybetmedi.

Sun Cafe'ye kafam takıldı dün. Biraz baktım şöyle, eski iç tasarımından eser kalmamış. Bunun yanında geçen seneki gibi canlı müzik olayı da bir daha var olmamak üzere kaldırılmış. Sun Cafe'de hoş anılarım vardı, bu halini görünce pek hoşuma gitmedi bu durum. Ama bunun yanında Kaş'a yeni ve seviyeli bir bar açıldı. O da Köprü 6 in Rock Bar. Dün oraya da bir göz atma fırsatım oldu, Rock bar diye geçiyor ismi ama şu sıralar daha ağırlıklı olarak türkü söylenmekte barda. Haziran sonu veya Temmuz başlarında Blues Ala Turka bu barda çıkacak. Merakla ve heyecanla beklemekteyim. Uzun zaman oldu onları dinlemeyeli ve gerçente özledim. Fethi Slayer'ın sesinden ve gitarından, Smoke on the Water, Hotel California, Jumpin Jack Flash ve Another Brick in the Wall dinlemek gerçekten çok güzel bir şey. Bekliyorum... Bekliyoruz...

Son yıllarda Kaş'ta iki farklı iş açma trendi oluşmuştu. Bunlardan birisi İnternet Cafe, diğeri Fast Food açmaktı. İnternet Cafe trendi sona erdi fakat Fast Food sektörü gelişmeye ve her yerde karşımıza çıkmaya devam ediyor. İki 6 farklı Fast Food cafenin bulunduğu bir caddeye bu sezon yan yana iki cafe daha açıldı. Bunun yanında Kaş Meydanı'na da iki adet yeni Fast Food cafe açıldı. İş yaparlar mı? Yaparlar vallahi. Fiyatlar kazık olmadıktan sonra sırf turistlerden değil, bizden bile bayağı iyi iş yaparlar.

Biraz da okula değinelim. Yazılılar bitiyor. Analitik Geometri demiştim, girdi demiştim. Evet, gerçekten girmiş. "10 (on)" almışım. O yüzden hoca yazılıları tekrar etme kararı aldı ve yarın tekrar Analitik Geometri'den sınava gireceğiz. Herkesin bu iki sınavdan aldığı en yüksek not karneye geçirilecek. Güzel bir şey, Tanju hocanın (Tanju Toraman - Matematik Öğretmeni) bize son kıyağı bu olacak sanırım. Bunun dışında, Perşembe günü Mantık'tan, Cuma günü ise Matematik'ten son sınavlarımızı olup, okuldan sktir olup gideceğiz. Devletin bize vermiş olduğu devamsızlık hakkını kullanacağız.

8 Mayıs 2009 Cuma

Okul Bitiyor

Evvet. Nihayet lisenin de sonuna geliyoruz. Artık son yazılılarımızı oluyoruz. 3 yazılı kaldı. Yarın onlardan ilkini olacağız, Coğrafya. Gelecek hafta içinde de Mantık ve Matematik'ten birer yazılı olup, yazılı olayını bitiriyoruz. 15 Mayıs'tan sonra da veli dilekçesi ile raporlu sayılacağız. Yani bir ay önceden okulumuz bitmiş olacak. Ne kadar güzel, uzun zamandır bunu bekliyorduk.

Şuan karnemde iki sakat ders bulunuyor. Analitik Geometri ve Türk Edebiyatı. Türk Edebiyatı'nın zayıf düşeceğini düşünüyorum fakat Analitik Geometri hocamızdan bir sürpriz bekliyorum. İlk dönem 38'den, iki düşürmüştü. Ders içinde ve yazılıda gayet iyiydim. Fakat son yazılıda tüm sorular vektörlerden soruldu ve daha önce de yazdığım gibi vektörlerin işlendiği 4 ders kaçırmıştım ve hiçbir şey bilmiyordum. O yüzden son yazılı da sakata geldim. Yazılının sonucu henüz açıklanmasa da zayıf bekliyorum. Neyse önemli değil, ortalama ile nasıl olsa rahat rahat geçiyorum.

Şimdi önümüzde ÖSS var. Vallahi korkuyorum. Şimdi etrafımdaki insanlara bakıyorum, dershaneye falan gidiyorlar ama deneme sınavlarında benden düşük puan alıyorlar. Biliyorum, kendimi onlarla kıyaslamamam gerekir, milyonlarca insan girecek bu sınava. Ama şöyle baktığımda sınıfa, ÖSS'de bir sürpriz yapabilecek tek kişi benim sanırım. Gerçekten... Bir sürpriz yapacağımı ve en azından okulda ilk 14'e gireceğimi düşünüyorum. Bilemiyorum, büyük konuşmakta istemiyorum ama hakikaten öyle bir his var içimde. Göreceğiz bakalım. Yazdım bakın buraya.

Geometri Sınavları

Bu arada, Geometr i ilk ve ikinci yazılımın hikayesini de anlatmak istiyorum. 2 ay öncesiydi, sabah ders Geometri idi. Derse 15 dakika geç gelince hoca bir şey demiyordu ve hatta yok bile yazmıyordu. O yüzden yine bu duruma güvenerek, 15 dakika geç geldim okula. Sınıfa bir girdim, millet sınav oluyor! Hemen hoca kağıdı elime verdi, başladım yapmaya. Kürenin hacmi, Piramitlerin hacimleri, prizmaların hacimleri, silindirin hacmi. Hepsinin formülü birbiriyle karıştı ve sınav sonunda sözlerim açık ve netti "0 (sıfır) alıyorum". Ama hoca sanırım karalamalarıma puan vermiş ve 20 aldım. Geometri'den geçmek için farkettiğiniz gibi 70 almam gerekiyordu. Formüller aslında o kadar karmaşık değilmiş, hazırlıksız yakalandığım için ilk yazılı da öyle panik olmuşum ve yapamamışım. İkinci yazılı da tam almam gereken notu aldım. 75. Ve geçtim. Bir de sözlüm vardı gerçi, 60 alsaydım da geçirecekti hoca, öyle demişti.

Neyse... Bu arada grup çalışmaları devam ediyor. İnşallah güzel şeyler çıkacak ortaya, cumartesi günü sağlam bir çalışma yapacağız. Her şey çok güzel olacak. =)