27 Aralık 2011 Salı

Nazilli - Vol. 2

Niye blogumu boşladım ki ben... Hiç bilmiyorum vallahi. Neyse, yine de arada bir şeyler yazacak bir yer olması çok hoş. Uzun uzun olanı biteni yazmak yerine maddeler halinde önemli anekdotları yazacağım sadece.


  • Nazilli'ye alıştım. Hem de fazlasıyla.
  • Okul hoş. Derslerin öğleden sonra olması daha da hoş.
  • Evim düzene girdi. Buzdolabı hariç hiçbir eksiğim yok.
  • İnternet bağlattım. Ve tabii sabit telefon hattı. Hız harika.
  • Okulun basketbol takımına girdim.
  • Sınıflar arasında oynanan futbol turnuvasında averaj takımı olup, her rakibimize yenildik.
  • Basketbol ayakkabısı ve topu alarak kişisel çalışmalarıma başladım. Şut çalışıyorum.
  • Yalnız yaşamak ilk başta çok güzel gelse de sıkmaya başladı yavaştan.
  • Nazilli'nin kızları bayağı bir hoş. Kaş'taki yokluktan sonra buraya gelince insan afallıyor biraz.
  • Yılbaşında Kuşadasına gideceğiz. Koray ve Kemal'de gelecek.
  • Yine kitap okumaya niyetlendim ve bir kaç tane kitap aldım. Okuyorum arada.
  • The Big Bang Theory izlemeye başladım.
  • Prison Break bitti, özlüyorum.
  • Battlestar Galactica'nın ilk sezonunu indirdim ama hala duruyor öyle.
  • Gitar'da sürekli teknik çalışıyorum. 
  • Sololarımın güçlenmesi için en alt 3 telde alternate yaparak inip çıkıyorum.
  • Nazilli ufkumu genişletti. Artık liselilerle bir şeyler paylaşmaya kalkmam.
  • Kurtlar Vadisi izlemeye başladım. 2003'te yayınlanan bölümleri harikaymış.
  • Okul gazetesi için bir şeyler yazmak istiyorum.
  • Havalar Nazilli'de bayağı soğudu. Pencereye Cola koyuyorum ve buz gibi oluyor.
  • Vizelerden istediğim sonuçlar geldi. 10 dersin 5'inden geçsem yeter diyordum 6'sından geçtim.
  • Muhtemelen 3 dersten kalacağım bu dönem. Olsun.
  • En yüksek notu almam gereken iki dersi de sınav takviminin ilk iki sırasına koymuşlar.
  • İddaa oynamaya niyetlendim. Lakers ve Mavs yatırdı. İbneler.

30 Kasım 2011 Çarşamba

Vize Haftası ve Sınavlar

Evet. Uzun zaman olmuş bloga bir şeyler yazmayalı. Öyleyse son yaşananlar ile ilgili bir şeyler karalamak şart tabii ki.

Kurban bayramından sonra Nazilli'ye geri döndüm ve evimi tuttum. Güzel bir ev. Okula 20 metrelik mesafede. Ana caddede. Çok şirin ve yeni yapılmış bir ev. Her neyse... Nazilli'ye gider gitmez direkt sınavlara girmeye başladım. Her gün bir sınav oldu. Hiçbirine çalışmadım ve çalışmadan girdim sınavlara. Bazıları ona rağmen çok çok iyi geçti. Bazılarında ise hiçbir bok yapamadım.

İşletme'de hiçbir şey yazamadım mesela. Kağıdı tamamen şarkı sözleriyle doldurdum. 0 alacağımı biliyordum ve öyle de olmuş diyebiliriz; 05 almışım. Onun haricinde Türk Dili dersinde hoca Cumhuriyet dönemine ait bir şiir yazın demiş, benim aklıma gelmedi tabii şiir falan. İstiklal Marşı'nı yazdım bende... =D 55 almışım ondan.

Matematik iyi geçmişti. 90 falan bekliyordum ama beklediğim olmadı. 75 almışım. Onun dışında Hukuk sınavı açıklanmış. Hiç çalışmadım ona da ve en zor ders olarak konuşuluyordu hep. Tuğçe köpek gibi çalıştı 50 almış. Ben hiç çalışmadım 40 aldım. Adem orta halli çalıştı 30 aldı. Sırf genel kültür ile 8 soru yapmışım. Aferin bana.

Bunlar haricinde açıklanan sonuç yok şu an için. Muhtemelen 1 hafta içinde hepsi açıklanmış olur.

30 Ekim 2011 Pazar

Nazilli - Vol. 1

Kampüs'ün girişi.
Evet. 2 gün önce geldim Kaş'a. 4 gün kadar Nazilli'de kaldım ve 4 gün boyunca derslere girdim. Şehri de ufaktan tanımaya ve öğrenmeye başladım. Hatta öğrendim desem hiç de yanlış olmaz çünkü ufak bir yer sayılır ve pek de karmaşık bir yapısı yok.

Okulda ilk günüm çok garipti. Sınıfa girdiğimde yaklaşık 20 kişi falan vardı. İlk defa beni gördükleri için olsa gerek ilgili gözlerle baktılar. Hatta iki kez dönüp bakan bile oldu,  o derece. Neyse, en arkaya oturdum. Kimseyle konuşmuyorum tabii ki çünkü tanımıyorum kimseyi. Herkes birbirini tanıyor, bir ben kimseyi tanımıyorum. Sınıfa sonradan iki kişi girdi ve arkama oturdular. Sonradan onların sınıfta herkesle muhabbeti olan kişiler sıfatıyla gezdiklerini anlayacaktım ama henüz bilmiyordum arkama oturduklarında. Benimle de tanışma gereği duydular, biraz konuştuk falan... Önümdeki çocuk döndü biraz, onunla sohbet ettim kısa da olsa. Hiçbirinin isimlerini merak etmiyordum, o yüzden sormadım. =D Hala da bilmiyorum açıkçası.

Daha sonraki derslerde üçlü bir grup yanına çağırdı, onlarla takıldım bir süre. Yeni olduğum için pek arkadaş edinemem diye düşünüyordum ama adamlar bayağı sıcak kanlı çıktı. Şaşırdım fazlasıyla.

İkinci Öğretim olduğum için hava
karardığında ders bitiyor. Gördüğüm
kadarıyla etraf o kadar sessiz ve
sakinleşiyor ki, o karanlıkta seks
yapmak içten bile değil. Ki yapan
olmuştur ve olmaya devam edecektir.
Okul genel olarak güzel bence. En azından Eskişehir faciası gibi değil, 2 yıllık da olsa bir üniversite okuyor olduğumu buram buram hissettiriyor. Anadolu Üniversitesi'nin kampüsünün yanında bizim Sümer Kampüsü harabe gibi kalıyor ama olsun. Akdeniz Üniversitesi'nin merkezdeki yüksekokulu gibi tek binadan oluşmuyor hiç olmazsa. 3 farklı derslik binası var ve her birinde 12 derslik var. Hepsi amfi şeklinde. Biz o binaların orta hallisi diyebileceğimiz ayardaki binadayız hep.

Şehir ile ilgili ise söylenecek pek fazla bir şey yok. Eskişehir'i çok yadırgamıştım ama Nazilli'yi sevdim. Kaş ile benzer iklimde olmalarının bunun en büyük sebebi sanırım. Çarşısı dışında pek bir alan yok takılmak için. Çarşı da ufak tefek sayılır aslında gayet canlı. Eskişehir'in Doktorlar Caddesi'nin biraz daha dar ve labirent yapılı olanı gibi düşünülebilir çarşı. Gece tamamiyle öğrenci kaynıyor çarşı. Hoş bir durum.


Ev bulma konusu çok sıkıntılı burada. Eskişehir'deki gibi bol seçenek yok. Hatta hiç seçenek yok desem yanlış olmaz gibi. Henüz ev bulamadık. Aslında bulduk ama ahırdan bozma evlerdi bunlar. Çok ucuz fiyatlıydılar ama yaşanacak gibi değildiler. Bir tane güzel ev bulduk, onu da erkek öğrenciye vermem dedi sahibi. Nasıl bir zihniyettir anlamıyorum. Evin ikinci katında kendisi kalıyor ve kocasından ayrılmış olan kızı da yaşıyomuş kendisiyle, o yüzden erkek öğrenci almazmış. Ulan senin kokuşmuş kızına tecavüz mü edeceğiz? Onu geçtim, ona mı kaldık?

Ona mı kaldık demişken, Nazilli hatun anlamında çok çok şaşırttı beni. Eskişehir'deki gibi kezban kılıklı kızlar yok, gözlemlerime göre 3 hatundan 1'i sağlam ve çıkılabilitesi yüksek. Evet...

Neyse. Şu an Kaş'tayım. Bir hafta daha okulu ekip Kurban Bayramı ile birleştireceğim 29 Ekim tatilini. Yaklaşık 2 hafta kadar Kaş'ta kalmış olacağım. Sonrasında tekrar Nazilli'ye gideceğim ve bulabilirsem yeni evime taşınıp; yeni düzenime alışmaya çalışacağım artık.

24 Ekim 2011 Pazartesi

Okul - Dizi - Hayat

Evet. Uzun zaman olmuş bloga yazmayalı. Her gün bir şeyler yazdığım günleri hatırlıyorum. Bu ay ise sadece bir tane yazmışım. Bu da ikincisi oluyor.

Ek Yerleştirme sonuçları açıklandı. Tuğçe Şakar ile yaptığımız planlar vardı ve bu bağlamda Nazilli çıkmasını istiyordum. İlk tercihim Nazilli'ydi ve Nazilli geldi. Hem de aynı bölüm. Adnan Menderes Üniversitesi, Nazilli Meslek Yüksekokulu, Menkul Kıymetler ve Sermaye piyasası. Planlarım uzun zaman sonra düzgün bir şekilde gerçekleşiyor son 1 aylık dönemde. Bundan 1,5 hafta önce kayıt yaptırmak için Nazilli'ye gittim. Kaydımı yaptırdım pek bir zahmet harcamadan. Akabinde biraz gezindik şehirde ve ev baktık. Yaklaşık 2 saat aradık ev ve bir bok bulamadan geri döndük.

Dövmen olayım Michael reyiz!
Bu gece tekrar gideceğim Nazilli'ye. Bu kez ev tutmak ve derslere de girmek için gidiyorum. İlk Nazilli ziyaretimden sonra gözlemlerimi yazacaktım ama pek iç açıcı değildi gördüklerim, bu yüzden biraz daha gözlemlemek için sonraya erteledim o konuda yazmayı. O yüzden değinmeyeceğim ona. Muhtemelen gelecek hafta değinirim.

Yeni bir dizi arayışlarındaydım uzun zamandır. Bu bağlamda The Walking Dead'i denemeye karar verdim. Pilot bölümünü izledim ve beğenmedim. Akabinde Prison Break'i izlemeye niyetlendim, 3. kez. Daha önce de denemiştim izlemeyi ama sarmamıştı pek. Ancak bu kez öyle olmadı ve 5 bölüm üst üste izledim. Basketbol oynama saatim gelmese izlemeye devam ederdim. Basketbola gittim geldim, 2 bölüm daha izledim. Bu sabah 1 bölüm daha izledim ve şu an 9. bölüme geçmiş durumdayım. Uzun zamandır bu kadar tempolu dizi izlememiştim. Çok fena sardı Prison Break.

2 Ekim 2011 Pazar

Western Filmler ve Müzikleri


Son zamanlarda Western filmlere merak sarmış durumdayım. Özellikle Clint Eastwood filmleri çok hoşuma gidiyor. Zaten Western diyince akla gelen ilk isim tabii ki Clint Eastwood. Bu bağlamda bu herifin filmlerini beğeniyor olmak çok olağan ve sıradan olmuş oluyor.

Her neyse, ben aslında filmlerin içeriğine değinmek istemiyorum. Müzikler harika. Çok çok güzel. Arada açıp dinlenecek kadar güzel. Playlist'e eklenecek kadar güzel. Gitarda çıkartıp, Enes ile birlikte çalacak kadar güzel.

Filmlerin hepsi Spagetti Western, aşağıdaki müziklerin hepsi Ennio Morricone imzalı. Demek ki neymiş, bu ikili süper ikili. Gerçi biri film türü, diğeri insan olsa da öyle bir şey işte... 

Evet, koyayım hoşuma gidenleri:

24 Eylül 2011 Cumartesi

Supernatural - 7. Sezon

Evet. Nihayet 7. sezonun ilk bölümü yayınlandı. Direkt hd olarak bilgisayarıma indirip izlemeye başladım. Yayınlandıktan saatler sonra altyazısını da hazırlamış altyazı ekipleri. Güzel güzel seyrettim o yüzden.


Bildiğiniz veya bilmediğiniz üzere 6. sezon çok çok sıradışı bir biçimde bitmişti. Castiel, Araf'ın kapısını açmış ve oradaki tüm ruhları içine çekip; elde ettiği gücü Raphael'e karşı kullanmıştı. Bu bağlamda Cennet'teki "taht kavgası" nı sonuçlandırmış ve Cennet'in yeni patronu olmuştu. Hatta kendi değimiyle tanrı olmuştu. Bizimkilerden de kendisinin önünde diz çökmelerini, aksi takdirde onları öldüreceğini söylemişti.

Hepimiz tahmin edebileceği üzere bizimkileri öldürmedi. Zaten Bobby direkt boyun eğdi ve önünde eğildi. Bu sırada Castiel, zoraki ve korkuyla yapılan bir şey olduğu için durmasını istedi bizimkilerden. Daha sonra, bir daha karşıma çıkmayın deyip mekanı terketti.

Ben Castiel vs Dean-Sam savaşı olacağını düşünüyordum bu sezonun ama öyle olmadı. Castiel içindeki ruhları hapsetmekte zorluk çekmeye başladı ve onları bırakması gerekti. Tabii bundan hemen önce Dean ve Sam, "Tanrı'yı öldürebileceğini" söyleyen Death'i kullanmaya karar verdiler. Bu yüzden Death'i bir büyü ile bağladılar ve Castiel'in karşısına çıkarttılar. Death, Castiel'i öldürecekken Castiel onun büyüsünü kırdı ve Death de onu öldürmekten vazgeçti. Ardından Dean ve Sam'e tekrar Araf'ın kapısını açacağını söyledi; çekti gitti.

Death vs Castiel. Death'in Castiel'i
öldürüşünü görmek isterdim.
Castiel içindeki ruhları daha fazla tutamayacağını anlayınca Dean ve Sam'den yardım istedi. Death'in söylediği saatte kapının açılacağı yere gittiler ve Castiel ruhları bıraktı. Fakat bu sırada bir terslik oldu ve Castiel'in içinde tutunmayı başaran bir kaç yaratık olduğu anlaşıldı. Bunlar, Death'in de bahsettiği ve Araf'ın yapılma sebebi olan çok çok tehlike yaratıklar; Leviathan'lardı. Castiel'in içinde tutunmayı başaran Leviathan, Castiel'in kontrolünü eline aldı ve bizimkilerle karşı karşıya geldi. Bu sırada da sezonun ilk bölümü sona erdi.

Bunun yanı sıra Sam'in karşısına Lucifer çıktı ve hepimizi şok eden sözler sarfetti. Sam'in dışarda değil hala kafeste olduğunu söyledi ve bu durumun sadece kendisinin yaptığı bir şakadan ibaret olduğunu söyledi. Yani, Sam'in kafesten kurtulduğunu düşünmesini sağladı ve bir bakıma fake bir Sam'i dünyaya gönderdi. Şaşırdık.

7. sezon neyin etrafında dönecek gayet açık gibi duruyor. Muhtemelen bu sezonun ilk yarısı direkt olarak Leviathan ve Sam'in kafesten kurtarılması temaları üzerinde dönecektir. Ardından başka bir dal bulunacak ve dizi o dala kaydırılacaktır. Sezonun sonu da, o yeni dalla alakalı bir şekilde bitecektir. Bakalım nasıl olacak...

20 Eylül 2011 Salı

How I Met Your Mother - 7. Sezon

Diziler bir bir geri dönmeye başlıyor artık. How I Met Your Mother geri döndü. Şu an Supernatural ve Dexter'ın dönmesini dört gözle bekliyorum -özellikle Supernatural-.

Lily... Benim Annem Bir Melektir dizisindeki Hasıla gibi vücut yapmış. Berbat ötesi.

Artık bu sezon bir şeyler olur beklentisi içerisindeyim ama görüldüğü kadarıyla bu sezonda da "anne" yi göremeyeceğiz. Ted çocuklarına hikayenin daha çok uzun olduğundan falan bahsetti. İlk bölüm Barney'ni düğününden başladı. Fakat o noktada bir flashback ile olayı çok farklı bir yere çektiler ve dizi de o flashback noktasından itibaren başlamış oldu. Hatta ikinci bölümde de o başlangıç noktasından anlatılan hikayenin sonrasında olanlar niteliğinde bir devam bölümü oldu.

Barney ve Robin'in dansı hoştu.
Robin'in Barney'e karşı hala bir şeyler hissediyor olması çok güzel. Gayet yakışıyorlardı ve Barney'ni düğünü de Robin ile bence. Nora'ya tekrar döndü Barney; bu sağ gösterip sol vurma taktiği olacaktır. Nora'ya çekiyorlar ilgiyi ama muhtemelen bir şekilde Barney ve Robin birleşecek. Bundan eminim. Zaten dikkatli düşünürseniz Barney ve Ted'in düğün öncesi konuşmalarının hemen ardından Lily geliyor ve "Ted, gelin seninle konuşmak istiyor" diyor. Bu da demek oluyor ki gelin Robin. Çünkü Nora olsa Ted ile ne konuşabilirler ki?

Bunun yanı sıra bir diğer çarpıcı nokta ise tabii ki Victoria'nın geri dönmüş olması. Ted, hayatının kadını olarak lanse ettiği hatunlar arasında belki de en çok ona değer vermişti ve onun zamansız çekip gitmesi her şeyi alt üst etmişti. Şimdi ise tesadüfen karşılaşıyorlar ve ilk bakışma sonrasında anlıyoruz ki aşkları tekrardan alevlenecek. Victoria önceden daha hoş bir hatundu, şimdi şişmiş öküz gibi olmuş. Herhalde gittiği yerde bakımı gayet iyiydi =D.

Her neyse... Güzel bir başlangıç oldu bence. Victoria'nın dönüşü güzel oldu. Yine de Victoria'nın anne olacağını pek sanmıyorum. Hikaye daha çok uzun dedi Ted. Ve bu bağlamda bu dizi en az 2 sezon daha gider. Victoria muhtemelen bu sezonu atlatmak için ortaya atılmış çerezlik bir hatundan öteye gidemeyecektir. Olsun, Victoria ile nasıl ayrılacaklarını görmek için bile izlenebilir yani bu ilişki etrafında dönecek olan olaylar. Onun haricinde Ted hiç kimsenin peşinden koşmasa bile izlenir. How I Met Your Mother, her şartta izlenir.


15 Eylül 2011 Perşembe

Fifa 12 Demo

Uzun zamandır oyunlarla ilgili bir şeyler yazmıyordum. Zaten son dönemde oyunlara olan ilgim yok denecek kadar azalmıştı. BSC'ye yazar olarak girip, oyunlardan uzaklaşma durumumun önüne geçmek istedim ancak o da çare olmadı. 2 ay kadar siteye haber girdikten sonra geçtiğimiz 3 aydır hiçbir şey girmedim. Bu yüzden olsa gerek editör hesabımı kapatmışlar. Yaz aylarında kışın olduğu gibi boş vaktim olmadığı için pek haber giremiyordum BSC'ye. Bu nedenle hem oyun dünyasından tekrar uzaklaştım hem de elimdeki editörlük hesabı da gittik. Her neyse. Fifa 12 ve PES 2012'nin demoları yayınlandı geçtiğimiz günlerde. Her ikisini birden denedim ve izlenimlerimi yazmak istiyorum.

Zamunda'dan oyunu çektikten sonra bilgisayarım yükledim. Masaüstü bilgisayarımın klavyesi bozulduğu için bilgisayarı açamadım ve Laptop'ta oyunu oynamak zorunda kaldım. Benim laptop pek bir hantal, oyunu pek akıcı oynatamadı. Bunu neden söylüyorum, çünkü PES'i gayet akıcı oynadım. Neyse, Fifa'yı oynamak üzere Koray'ın yanına gittim ve orada oynadım.

Çok garip bir kontrol sistemi yapmışlar. Fifa 2011'i oynamadım. Eskiden tüm Fifa ve PES serisi oyunlarını piyasaya sürüldüğü an oynardım; ancak geçtiğimiz seneki oyunlardan uzaklaşma dönemim sebebiyle ne PES'i ne de Fifa'yı oynadım.

Kontrollar bok gibiydi. Değiştirmek istedim, değiştiremedim. Değiştirmek istediğim şeye tıklıyorum, ardından butonu seçiyorum ama seçilmiyor. Sonra bıraktım bu olayı ve girdim oyuna. Manchester City'yi seçtim takım olarak. Oyunun açılışı çok hoş. Girişteki sunumlar falan oldukça güzel. Beğendim. Maça başladığımda kontrolleri anlamaya çalışırken zaten ilk yarıyı geçtik. Daha sonra ısındım oyuna ve biraz keyif almaya başladım.

Son 2 senedir yokları oynayan Kaka umarım bu sezon eski performansına kavuşur.

Koşma tuşunu bulamadım ve öyle oynamak zorunda kaldım. Zaten sırf bu kontroller yüzünden asla çok keyifli olamadı oyun. Top çalma olayını çok beğendim. Onun haricinde geçtiğimiz yıl geliştirilen pasın şiddetini ayarlama olayı çok hoş. Ben zaten 2005'ten beri bunu istiyordum hep. Kendin kontrol etmek gibisi var mı ya...

Grafik konusunda pek fazla bir şey söyleyemeyeceğim, laptopta pek iyi bir grafik performansı alamadık. Ama eminim ki oldukça başarılıdır, özellikle konsollarda. Fifa 11 gayet harikaydı zaten ve ondan kötü olma ihtimali olmadığına göre Fifa 12'nin; başarılı olacağı kesin yani.

İki maç yaptım ve pek fazla keyif alamadım açıkçası. PC'de Fifa hala tat vermiyor gibi geldi bana. Geçtiğimiz yıl öve öve bitirilemeyen bir Fifa vardı piyasada, bu sene de muhtemelen öyle olacaktır ama PC versiyonu için olacağını sanmıyorum. Sarmıyor çünkü. PES daha çok sardı beni. Onunla ilgili izlenimlerimi de yazacağım buraya.

11 Eylül 2011 Pazar

Scuba Diving Yaptım

Scuba Diving logosu.
Yaklaşık olarak 20 yıldır Kaş'ta yaşıyorum, yani doğduğum bu yana. Kaş, Türkiye'nin önde gelen dalış merkezlerinden biri ve ben ömrümde bir kez bile dalış yapmamıştım. Taa ki bugüne kadar.

Kemal'den çıktı fikir. Begonvil'de çalışan bir yakını sokmuş kafasına dalış işini. Bana sordu, ben de tamam dedim tabii ki. Çünkü dediğim gibi 20 yıldır buralarda yaşayıp bir kez bile dalmamak çok boktan bir durum gibi geliyordu hep. Aynı durumu paraşüt için de yaşıyorum.

Bugün öğlen Begonvil'in ofisine gittik. Orada hoca tarafından kısa bir video seyrettirildi bize. Pek gerekliliği yok gibiydi aslında çünkü zaten orada gösterilen şeyleri teknede de birebir olarak anlattılar. Her neyse... Videodan sonra tekneye geçtik. İlk biz gelmiştik tekneye ve boştu komple. Zamanla dolmaya başladı. Bu sırada hoca bize brifing verdi. Kullandığımız ekipmanları anlattı tek tek. İşaretleri falan gösterdi. Pek fazla bir şey yoktu. Scuba Diving, eğitim ile yapılan bir şeymiş. İlk önce belli başlı kurslara gidip, kurslarda teorik bilgiyi aldıktan sonra pratikte kullanılan bir spormuş. O yüzden bizim yaptığımız dalışın adı deneme dalışı olarak geçiyordu ve fazlasıyla basitti.

Olay bu, fazla söze gerek yok.
Dalacağımız yere ulaştığımızda, bizden üst kademedeki dalgıçlar daldıktan sonra sıra bize geldi. İlk olarak ben daldım. Ekipmanımı hazırladılar ve ardından atladım denize. Hoca tüm dalış boyunca üzerimdeydi. Tüpüme tutunmuş bir vaziyetteydi hatta. Yönümü falan bile o ayarladı. Ben sadece mal mal etrafı seyrettim ve ayaklarımla kendimi ittim; o kadar. Deneme dalışı zaten bundan ibaretmiş.

Yaklaşık 20-30 dakika kadar sürdü dalışım. En fazla 4-5 metreye kadar indik. Çok güzel ilginç balıklar gördüm. İsimlerini bilmiyorum tabii ama bu konuda şanslı olduğumu hoca da söyledi. Pek görünmeyen balıklar görme fırsatım olmuş.

Dalmak gerçekten çok harika bir şeymiş. Zaten çok fazla müdavimi olan bir sektör dalış sektörü. Mavi Bar mesela, sırf dalışçıların mekanı ve Kaş'ın en işlek barı. O derece potansiyelli bir sektör. Zaten Mavi'nin önünden geçerken görmeye aşina olduğum hemen hemen tüm insanları dalış hocası veya o sektörde bir eleman olarak görmek mümkün. Her neyse...

Teknemiz.
Denizin altı çok güzel. Farklı bir dünya gibi. Her şeyi unutuyor insan ve sadece etrafı seyredip keşfediyor; o kadar. Dalışımın  ilk dakikalarında Bioshock'ın ilk bölümü geldi aklıma. Rapture'a giriş yaptığımız bölümün hemen öncesinde asansör ile Rapture'a indiğimiz ve etrafı seyrettiğimiz anlar. Benziyor yani. Çok güzel.

Devam etmek isterim aslında bu dalış olayına. Çünkü gerçekten çok çok güzel. Eğitimini alıp devam etmek istiyorum gibi. Eğer kışımı Kaş'ta geçirecek olursam başlayabilirim kurslara.

9 Eylül 2011 Cuma

Back to the Future IV

Doktor, gökten inmekte olan bir
penise bakar gibi bakıyor.
Evet. Bugün itibariyle Back to the Future serisinin yeni bir halkasının çekileceği duyuruldu. Film 2012'de gösterime girecekmiş. Gerçekten bayağı bir mutlu oldum. Normalde sinema sektörünü pek takip etmem, çok fazla film izlerim ama takip etmem yenilikleri. Bu durum ise farklı. Back to the Future serisini özel bir şefkat ile sevmişimdir hep.

Bu haberin şerefine seriyi tekrardan izlemeye karar verdim ve bugün ilk iki partı izledim. Çok eğlendim. Neyse. Yazacak pek de bir şey yok aslında. Niye bu yazıya başladığımı zaten pek kestiremedim şu an. Sanırım Back to the Future'a olan sevgimin ve saygımın göstergesi olan bir yazı bulunsun istedim blogta.

Yeni filmin trailer'ı da var bir tane. Onu da koyalım buraya.



Edit: Yalanmış.

8 Eylül 2011 Perşembe

Özel Yetenek Sınavı Günlüğüm Vol. 2

Dün yazının birinci bölümünü yazmış ve yayınlamıştım. Aslında tek seferde yazacaktım ama sıkıldım yazarken, o yüzden ikiye bölmek istedim. Şimdi devam ediyorum kaldığım yerden.

Grafimania ile olan ufak sohbetimizin ardından sınavın yapılacağı yere doğru hareket ettim. Kendime güzel bir yer seçmek amacıyla keşif yaptım ilk olarak. Atölyede hep aynı açıda takılıyordum ve o açıya benzer bir açıda olsun istedim oturacağım yeri. Bu uygun olarak seçtim bir yer ve oturdum. Sol yanıma cüsseli bir herif oturdu. Hep bir şeyler söyledi bu herif, gelen geçen insanlar hakkında yorum yapıyor falan, gülüyor eğleniyor. Kazanır mısın diye sordum, kazanırım dedi. Gerçekten de kazandı. Neyse.

Bizim model hatun geldi oturdu. Gerçekten bayağı sağlam bir hatundu. Yanımdaki cüsseli herif de aynı görüşteydi benimle. Beğendik kısacası. Üzerinde askılı bir şey vardı. Altında vücuduna yapışık bir blue jean. Ayakkabısı ise Onitsuka Tiger'dı. Pantolonunun yapışık olması kötüydü bizim için ama nasıl olsa benim için bir şey farketmeyecekti. Başladık çizmeye. Yanımdaki heri ayağa inmişken ben hala kafa ile uğraşıyordum. Derken tonlamaya falan girdim. Yarak gibi oldu. Hiçbir boka benzemedi. Ama atölye ortamında yaptıklarımın yanında fena da olmadı hani. Ama yanımdakiler öküz gibi çiziyordu, onlarla kıyaslanamayacak kadar kötüydü benim çizim. Her neyse, çıktım daha sonra kağıdımı vererek.

Dışarda bekledim biraz, Hakan abi'de çıksın diye. O da çıkınca yemek yemeye gittik. 20 dakikalık bir bekleyişin ardından yemek sırası bize geldi ve köftelerimizi alıp masaya geçtik. Yedik ve kalktık. Zaten ikinci aşamanın saati geldi ve biraz daha oturduktan sonra girdik yine sınav alanlarımıza. Benim yer doluydu bu kez. 3 embesil kız kapmış yerimizi, o yüzden başka bir yere oturdum. Benim yanımda oturan bir başka erkek çocuk da yeri kapılmış olduğu için benim yan tarafıma oturdu. O yerin asıl sahibi olan kız geldi sonra ve o çocuğu kaldırdı. =D Çok komik bir görüntüydü. Git yerimden falan dedi, çocuk da mal gibi kalktı gitti.

İmgesel konusu: Kadın, kahvaltı yaparken dışarıda sert esen rüzgar mutfağın penceresini açarak perdeyi havalandırır. Havalanan perde kahvaltı masasındaki çaydanlığın devrilmesine sebep olur.

Her neyse. İmgesel konusu elimize bir kağıt ile verildi. Etrafımdakiler çizmeye başladı ama bende tık yok. Biraz düşündükten sonra çift kaçışlı perspektif ile bir oda yapıp, bir masa kurmayı ve pencere yapmaya karar verdim. Klasik sıradan bir çizim olacaktı. Başladım odayı yapmaya, masayı yapmaya... Derken etrafımdakilere bakıyorum, adamlar bitirdi nerdeyse. 20 dakikada millet komple bitirdi eskiz atmayı ve tonlamaya falan geçti. Ve etrafımdakilerin hiçbiri perspektif ile falan uğraşmadı. Direkt figürü yerleştirip etrafına odayı koydular. Bense tam tersini yapmaya kalktım ve çok sikindirik oldu. Moral olarak çöktüm zaten ben. Kalemi bıraktım, etrafımdakileri seyretmeye başladım. Solumdaki kız gerçekten çok iyi çiziyordu. Zaten sonuçlara baktığımda adını gördüm, Resim bölümüne birinci sıradan girmiş. İlk sınavda yanımda oturan herif de Seramik'e ikinci sıradan girmiş. Hep iyi çizenler denk geldi yani yanıma.

Daha sonra baktım benim çizimden bir cacık olmayacak. Verdim kağıdı çıktım. Niyeyse hiç üzülmedim veya pişman olmadım. Üzerimden bir yük kalkmış gibi hissettim. Zaten resim yapmaktan hiçbir zaman keyif almadığım için boktan bir yola girmektense girememiş olmak daha iyi geldi. Şu an gayet mutluyum, ikinci tercihlere bel bağlayacak olmaktan.

7 Eylül 2011 Çarşamba

Özel Yetenek Sınavı Günlüğüm Vol. 1

Evet arkadaşlar. Üzerimden büyük bir yük kalktı. Geçtiğimiz gün Çanakkale 18 Mart Üniversitesi'nin Güzel Sanatlar Fakültesi'nde yer alan Plastik Sanatlar bölümünün Özel Yetenek Sınavları'na girdim. İçimde az da olsa bir umut var mıydı? Vardı.

Muğla'dan bir götüntü. Google'dan aldım
direkt ve gerçekten köy gibi.
5 Eylül sabahı saat 9:30'da yola çıktım. Sırasıyla Fethiye, Muğla, Aydın, İzmir'den geçtim ve son olarak Çanakkale'ye ulaştım. Daha önce bu güzergahtan en son 5 yıl önce gitmiştim ve az biraz hatırlıyorum onu da. Neyse, şu an ki izlenimlerimi söylemezsem olmaz. Fethiye, bilindik Fethiye, geçiyorum. Muğla... Bildiğin bizim Bezirgan gibi. Dağa çıkıyorsun ve çukurumsu bir alana kurulmuş bir şehir. Her taraf tarla dolu, ufak bir betonarme alan var o kadar. Köy gibi yer, hiç sevmedim. Aydın fena değildi. Niyeyse pek bir beğendim. Biraz daha derli toplu geldi ve Antalya'yı anımsattı bana. İzmir'e ise çok fena hayran kaldım. Yok böyle bir şehir, bildiğin metropol yahu. Ne güzel yermiş, yaşamak isterdim. Mahalle aralarından geçti otobüs, bir ara futbol oynayan çocuklar gördük mahalle arasında; hala var demek ki böyle çocuklar. Şaşırdım bayağı.

Google'a KYK yazınca bu oda resmi
çıkıyor ama alakası yoktu bizim odanın
bu fotoğraftakiyle.
Neyse. Gece 24:00 sularında Çanakkale'ye vardım ve KYK Yurtlarına giriş yaptım. Aslında bir otele rezervasyon yaptırmıştım ama sonradan planlar değişti ve KYK'ya geldim. Giriş yaptım, sikindirik bir oda verdiler. Ben otel kıvamında bir yer bekliyordum ama yok. Odada tuvalet falan hiçbir bok yok. Neyse, biraz uzanayım dedim. Zaten 15 saat yol çektiğim için uykum vardı ama gözüme uyku girmedi. Direkt toparlandım ve kalktım, kapıya gittim. Otele gitmeye karar vermiştim çünkü. Ancak salmadılar kapıdan. İmza attığım için sabaha kadar burada kalmam gerektiğini söylediler. Karnım da açtı bayağı. Aç aç yattım yıllar sonra. Evde bile her zaman yatmadan önce bir şeyler yerim. Yiyemedim burada. Neyse, zor da olsa uydum ve sabah 8:30'da uyandım.

Uyandığımda yapmam gereken çok şey vardı. İlk önce kahvaltı birincil ihtiyaç. Sonra bir kırtasiye bulup duralit almam gerekiyordu. Sonra da kampüsü ve sınava gireceğim yeri bulmam gerekiyordu. Sınav 10:30'da başlayacaktı. Hemen yola koyuldum tabii. Sabah bayağı aç olmama rağmen niyeyse yemek istemedi canım bir şeyler. Yolda takıldım biraz, insanlara yol sordum. Kampüsün yolunu öğrendim, atladım dolmuşlardan birine ve gittim kampüse.


Kampüs buydu. Bİraz kurak gibi ama
denize sıfır olması çok hoş.
Kampüs güzel geldi. Niyeyse Çanakkale'yi sevdim hafiften zaten de neyse... Öğrencilerin takıldığı bir alan vardı, orada kırtasiye varmış, daldım hemen tabii ben. Bir duralit, bir kaç tane de kalem aldım. 2B, 3B, H, 2H. Aldığım kalemler bunlardı. Her zaman ki klasik kalemliğim yanımdaydı, onun içine koydum kalemleri ve çıktım. Sırada sınava gireceğim yeri bulmak vardı. GSF'nin Yemekhanesi'nin yerini sordum kırtasiyede, tarif ettiler ve gittim. Sınav yeri kalabalıktı. Orada GSF Forum'dan arkadaş Hakan "grafimania" Çelebi'yi gördüm ve tanıdım hemen. KYK Yurt'unu o önermişti bana, gittim tabii hemen yanına. Kısa bir sohbet geçti aramızda, ardından sınav mekanlarımıza gitmek için ayrıldık.

3 Eylül 2011 Cumartesi

Domain - Film - Çanakkale

Evet, blogu bayağı bir boşladım. Aslına bakarsanız güzel bir sebebim var. Bloga giriş yapamıyorum. Enom denen sikimsonik domain firmasının yabancı ülke tabanlı olması sebebiyle sıradan bir yönlendirme işlemini bile gerçekleştirmemesinden ötürü bloga .com adresli domain'im ile giriş yapılamıyor. E öyle olunca da giresim gelmiyor, hevesim kaçıyor. Ama bugün buna bir çözüm getirdim ve domain'i taşıma kararı aldım. Türkiye'den bir firmaya taşıyorum domain'imi. Gerekli işlemlere başladım, Google efendiden cevap bekliyorum.

Hatunun saçları çok güzel. Özellikle mavi hallerini çok beğendim.
Son dönemde çok fazla film izledim. Blogu bir ara sırf film yorumları ve eleştirileri ile dolduruyordum, o günleri düşününce bu kadar film izlemişken onları bloga aktarmamama şaşırdım. Neler izledim, bir düşüneyim, sayayım. The Prestige, Eternal Sunshine of the Spotless Mind, Kill Bill, Requeim for a Dream. Aklıma bunlar geldi ilk olarak, aslında pek de fazla değil gibi. 5 tane film =D. Ama daha var, şimdi aklıma gelmedi.

Bu arada yerleştirme sonuçları açıklandı ve hiçbir yer tutmadı. Olacak iş değil, bayağı bir şaşırdım cidden. Onun haricinde GSF denemeleri kapsamında Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi'ni deneyeceğim. Pazar günü çıkıyorum hatta yola. Önce İzmir'e, oradan da Çanakkale'ye geçeceğim. Salı sabahı da sınav olacak. Duyduğum kadarıyla çok az talep varmış o okula. Hatta ben başvuru yaptığımda 100 kadar başvuran olduğu söyleniyordu. 110 kişilik kontenjan var zaten, eğer 200 kişi katılsa yüzde 50 şans var demektir. 3 aydır elime kalem almadım ama bakarsınız tuttururum bir şeyler. Hiç belli olmaz yani şu şartlarda sonucun ne olacağı.

Grup işlerine de başladık Enes'in Kaş'a gelmesiyle birlikte. Hiç kasmadan takılıyoruz kafamıza göre. Ona rağmen 15-16 parça hazır diyebileceğimiz seviyede. O derece yani. Bir vokal olsa, 2 haftada barda çalacak kıvama geliriz. Geçtiğimiz günlerde barda çalan insanları biraz daha dikkatli etüt ettim. Hiçbir şey yaptıkları yok vallahi. Barda çalmak çok ama çok basit. Hiçbir zorluğunu göremedim ben. Ayrıca hata götüren bir yer bar, hiç kasmana gerek yok yani. Çok über insanlar da dinlemediği için repertuar konusunda da pek fazla sıkıntı yaşanmaz bence. Dinleyen sarhoş, ne çalarsan çal havaya giriyor adam.

Yaz içindeki planlarımdan ve hedeflerimden biri araba kullanmayı geliştirmek ve araba ile gezip tozacak kadar pratiğe sahip olmaktı. Bunu yaptım. Artık araba ile her yere gidiyorum. Kendime ait anahtar bile yaptırdım, istediğim an çıkabiliyorum. Araba çok keyifli gerçekten. NFS'de sürüş takımı ile oynadığım ve haz aldığım günler aklıma geliyor; o bile çok keyifliyken direkt gerçek hayatta sürmek inanılmaz keyifli.

27 Temmuz 2011 Çarşamba

Harry Potter - Fethiye - Araba

Geçtiğimiz günlerde farklı bir gün yaşamak adına Koray ile birlikte Fethiye'ye gittik (hayır, keraneye gitmedik). Harry Potter'ın son filmi Harry Potter ve Ölüm Yadirgarları Bölüm 2'yi seyrettik. Güzel filmdi. Harry Potter serisinin en iyi filmiydi ve gittiğimize deydi. Sırf bu film için tüm Harry Potter serisini izlemek zorunda kalmıştım geçtiğimiz hafta. Ona da deydi diyebiliriz. Harry Potter ilk başlarda çocuk filmi havasındayken sonlara doğru iyi toparlandı ama yine de bir çocuk filmi havası hep mevcut. Sinemada bizim haricimizde 3 büyük insan, 4 tane de 12 yaş altı çocuk vardı. O derece...

Her neyse... Filmden sonra Ölüdeniz'e gittik. Daha önce bundan yaklaşık 10 yıl önce gitmiştim oraya. Hatırladığım kadarıyla girişinde dinazor heykeli gibi bir şey vardı. Hala duruyordu o heykel. Fethiye ve özellikle Ölüdeniz'de ikinci dil olarak esnaflar rusçayı tercih ediyorlar ve tabelalarında rusça kullanıyorlar. Bu bağlamda ortalık rus kaynıyordur diye düşünüyordum ve farklı bir ırk göreceğimiz için (Kaş'taki mature almanlar haricinde) mutluydum ancak olmadı. Ölüdeniz çok vasat. Gerçekten... Bizim Akçagerme'deki sosyal yapı nasılsa, orada da aynı. Hep yerli ameleler takılıyor plajda. Hiç beğenmedim. Ama suyu güzeldi, ılıktı. Çok işiyorlar herhalde. Akçagerme de çok ılıktır mesela...

Bu arada araba sürmeye başladım. 1 haftadır sürekli pratik yapıyorum. İlk olarak anayolda başladım. Gayet akıcı kullanıyorum. Dün şehir içine de girdim. Çok keyifli gerçekten. Motordan çok daha keyifli ve hastası oldum.

Plan yaptık. Araba kiralayacağız Ağustos sonunda ve gezeceğiz. Fethiye, Marmaris, Bodrum. Rota bu. Umarım gerçekleştiririz. Ki gerçekleştiririz... Koray'ın kafasına sokarsan bir işi, o çoğu zaman olur. Bu da olacaktır ne pahasına olursa olsun. =D

11 Temmuz 2011 Pazartesi

Son Bir Sene

Evet. 9 Temmuz 2010'dan itibaren, şu güne kadar devam etmekte olan bir bokluk var hayatımda. Niyeyse her şey hep benim istediğimin tersinde veya dışında gelişiyor. Buna gerçekten anlam veremiyorum, neden böyle oluyor çözemiyorum.

Tam bir sene önce yaptığım kaza ile başladı bu durum. Kaza ile gebermeye ramak kala hayatta kalıp, zibilyon tane yara bere sahibi olmuştum. Hem fiziksel hem de psikolojik olarak bayağı yıprandım. Çok büyük bir özlemle beklediğim yazım zehir oldu. Sikilmişten beter oldum resmen.

O olaydan yaklaşık bir ay sonra belli bir düzen tutturmuş olduğum sevgili şahsımdan kendi salaklığım yüzünden ayrıldım. Niyeyse ona siktir çektim, kız beni bırakmadı ancak ben hep ayrılmak için ısrarlıydım. En sonunda benim yerime başka birini buldu ve beni terketti. Hala da o şahısla çıkıyorlarmış. Evliliğe kadar yolları var sanırım. =D Benim için kötü olmuştu bu durum. İlk başlarda hoştu, hiç umursamadım ama düzenli bir cinsel hayatımın artık olmadığının kafama dank etmesi ile birlikte bu durum kötü olduğunu anladım. Kız benden ayrılınca iyi bir düzen tutturmuş anlaşılan, bir senedir çıktığına göre herifle. Demek ki bende bir cenabetlik varmış.

Bunların haricinde YGS ve LYS sonuçları da oldukça boktandı. Geçen sene hiç yoktan iki yıllık İşletme Yönetimi kazanmıştım ama gitmemiştim; bu sene daha beteri oldu ve AÖF'ye talim ettim. AÖF geldi. Bununla da yetinmeyip, Eskişehir'e taşındım. Sırf AÖF için... İklimi çok boktandı oranın ve 5 ay zehir gibi geçti. Eskişehir günlerimin hiçbir döneminde mutlu olmadım.

5 ay kursa gittim, çizim kursuna. GSF umutu ile başladım ve belli bir noktaya geldim. Ama yok, onda da ışık yok. Son bir aydır elime kalem almadım ve 5 aylık emeğim her geçen gün eriyor.

Son bir senedir aşk meşk işlerinde de tam bir fiyasko yaşanıyor. Öyle bir insan haline geldim ki, sanki ben bayağı bir bokmuşum gibi insan beğenmiyorum. Son bir senede hoşuma giden ve yazılabilir olarak gördüğüm insan sayısı 1. Evet 1, bir. O da olmadı zaten.

Grup işlerine başlayacağım diye plandım. Bu işte direkt olarak benimle birlikte olacağını düşündüğüm ve plan yaptığım insan 2 aylığına İstanbul'a gitmiş. Hiçbir bok yediğim yok.

Yine de ufaktan güzel şeyler de olmadı değil hani. Web tasarım işine dönüşüm ile birlikte en azından kendi kendimi idare edecek parayı kazanmamı sağlayacak işler aldım. Şu an hala piyasadan para alacağım var. Alamıyorum gerçi ama var... Kendime yeni bir gitar aldım. Les Paul kasaya olan hayranlığımı Cort dandikliği ile birleştirip kendime Cort CR100 isimli gitarı aldım. Bu gitar önceki gitarımdan biraz daha iyi.

Bu şarkı da bana gelsin. =D

3 Temmuz 2011 Pazar

Gitar - Hayat - Kaş

Yeni gitarım geldi. Yaklaşık 1,5 hafta oldu. Ufaktan bir inceleme yazısı yazmazsam olmazdı. Öyleyse, başlayalım.


Gitarın görüntüsü çok güzel. Gerçekten çok hoş. Epiphone Les Paul'leri aratmayacak kadar güzel bir işçilik var görünüş açısından. Kafa kısmındaki yazıyı silip yerine Gibson Les Paul yazıp birine göstersen, yutar. Tabii gitarı amfiye takıp tıngırdatmaya başladığınız an gitarın Gibson olmadığı açığa çıkar ancak görünüş iyi yani.

Amfiye gitarı taktığımda ilk olarak clean ile denemeye başladım. Clean tonları gerçekten çok lezzetli. Direkt hayran kaldım ve "iyi ki almışım ulan" falan dedim kendi kendime. Ardından overdrive'da denemeye kalktım. Tam bir facia. Eski gitarımdan iyi ama yine de pek tat vermedi. Belki de önceki tona alıştığım için bu gitarın tonunun farklılığı yüzünden beğenimi kazanmadı. Gerçi zaman geçtikçe alıştım ama neyse.

Overdrive'da ton potansını açınca çok çok parlak bir ton elde ediliyor. Kapatınca sönük ve ritim gitar için elverişli bir ton oluyor. Aslına bakarsanız parlak ton o kadar parlak ki, çok cırtlak geliyor, kulak sikiyor. Soloda da ton potansı 0'da çalmak en iyisi gibi geldi bana.

Henüz gitar distortion ve wah pedalı ile deneme fırsatım olmadı. Aletlerin pili olmadığı ve benim de bir türlü almayı akıl edememem yüzünden hep kalıyor o iş. Şimdi tekrar hatırladığım iyi oldu. Muhtemelen yarın pil alır ve denerim o iki pedalı da. Amfinin overdrive modunda iyi ton elde edememiş olmak bana pek koymuyor açıkçası. Sonuçta o amfiyi ve overdrive'ı bir sahne durumlarında kullanmıyorum. Ki overdrive bana ters gelen bir pedal. Distortion tercih ediyorum, çaldığım tür gereği. Ki zaten benim pedal ile overdrive tarzı daha yumuşak tonlar da iyi kötü elde edilebiliyor. Duman falan bile çaldık onunla, sesten şikayetçi olan olmadı hiç.

Bu arada bizim grup işi de başka bir bahara kaldı. Davulcu Enes piyasada yok, İstanbul' gitmiş. Vokal zaten hiç olmadı... Olsa da fazla dayanmaz zaten, bu konuda niyeyse şans yok bizde/bende. Kalkan'da dayım çağırıyor, Restaurant'ın önünde solo takıl falan diyor ama pek tat vereceğini sanmıyorum onun da. Blues yapabilsem yemek yiyen heriflere alttan çalsam falan hoş olabilir ama blues bilmiyorum ki... Benim müzik kafasını siker milletin. Türkçe bir vokal bulup, ben gitar, o vokal takılsak diye düşünüyorum ama vokal hep sorun. Moon River'da bu formatla iki farklı grup çıkıyor ve paşa paşa çalıyorlar. Neden biz de yapamayalım ki. Hepsini geçtim iyi kötü doğaçlama solo atacak kapasitemiz de var şu an. Bizim eski vokal Egehan'ı çağırıp, ona söyletsem aralara da kendim solo koysam diye düşünüyorum ama herife ulaşamıyorum. Ne hikmetse nete girmez oldu; e şans işte, ne zaman bizden yana oldu ki. =D

Kaş son yılların en kötü yazını geçiriyor. Çok sevimsiz ve tatsız bir yaz var. Çalışan insanlar çalıştığı için hayatın gerisinde kalıyor; ben çalışmadığım halde kalıyorum. Çözemedim olayı. =D Web sitesi işleri tıkırında. 2 site işi bitirdim, 3. site üzerinde çalışıyorum. Tekrar eski isim yapmış zamanlarıma geri dönüyorum; eskiden mal gibi gelen işleri çevirirdim. Çevire çevire unutulduk, şimdi tekrar insanların aklına "web tasarım" diyince gelmeye başladım. Yoldan çevirip site yaptırmak isteyenler bile oluyor. İyi de para kazanıyorum hani. Aile baskısı da yok, iyi kötü para kazandığım için. Çok hoş o açıdan bu yaz.

Bloga da yazamaz olduk. Haziran'da sadece bir yazı yazmışım. Eskiden her gün yazı yazıyordum. Alın işte, hayatım o kadar boş ki yazacak bir bok yok. Sözlük'e seks ve aşk maceralarımı yardırırdım, ondan da eser kalmadı. Artık kıpırdanma vakti geldi. Hayatı biraz renklendirmek, bloga da yazacak bir boklar yaratmanın tam zamanı. Son 2 seneki yazlarımı düşünüyorum, hep bir atraksiyon vardı. En kötü ihtimal bir fuck buddy'miz vardı, bu sene Eskişehir'de de olmanın etkisiyle yaza partnersiz girmenin dezavantajlarını yaşıyorum şu an. Neyse, telafi ederiz umarım en kısa zamanda.

12 Haziran 2011 Pazar

Neler Oldu, Neler Bitti, Nedir?

Bugün yine Kaputaş'a gittik. 3 haftadır her pazar günü Kalkan tarafına gidiyoruz. Yüzüyoruz falan. Eğlenceli oluyor. Geçen hafta Patara'ya gitmiştik. Kaputaş'a oranla daha çok sevdim Patara'yı. Deniz hem daha sıcak hem de her yer kum ve yürümek problem olmuyor. Kaputaş yer yer taşlı ve taşlar insanın ayağını acıtıyor. Ayrıca Kaputaş dar, Patara bayağı geniş.

Web sitesi işlerine döneceğimi aylar öncesinden burada belirtmiştim. İşler gayet tıkırında gidiyor şu an. Geleli 3 hafta olmasına rağmen 2 web sitesi işi aldım ve tamamladım. Bu bağlamda yaklaşık olarak 600 lira para kazandım. Bir işte çalışıyor olsaydım aylık verecekleri para 600 lira oluyor zaten. O yüzden şu an kazandığım para gayet tatmin edici. Hem de oturduğum yerden... Yaz sonuna kadar böyle devam edebilsem harika olur. Ayda iki site yapsam yolumu bulurum.

Ödemeler konusunda sıkıntı yaşandığı için yeni gitarımı hala alamadım. Muhtemelen bu hafta içi eğer ödemeler yapılırsa gitarı alacağım. Bu arada gitara çok fazla zaman ayırmaya başladım. Öküz gibi alternate picking kasıyorum. Master of Puppets'ın solosunu neredeyse sorunsuz halde çalmaya başladım. Çok hoş oluyor. Kamera ile kaydedince görüyorum ki gayet akıcı gidiyor çaldığım o hızlı sololar. Gelecek sene peygamber gibi olacağım, göreceksniiz...

Grup işlerine de önümüzdeki hafta başlayacağız. Turnuvanın bitmesi ile birlikte o işe de koyulacağım. Enes ile çalışacağız, bakacağız durumumuza. Sonra vokal aranacak muhtemelen. Eğer bizim kafa dengi bir vokal bulursak bu yaz bizim canlı müzik olayı gerçekleşir. Gerçekleşmemesi için hiçbir sebep yok ortada.

26 Mayıs 2011 Perşembe

Yeni Gitar Alıyorum

Oha. Bayağı uzun zamandır yazmıyorum blog'a. Aslında şu an bile ne yazacağımı bilmiyorum ama hadi bakalım. Çıkar tabii bir şeyler.

Kaş'ta hayat bayağı bir yoğun geçiyor. Nedendir bilinmez gerçekten bayağı bir yoğunum. Dexter bile izleyemez oldum. Dexter'ı geçtim, BSC'ye haber bile girecek zaman bulamıyorum. Peki ne bok yiyorum...

Turnuva işleri ile uğraşıyoruz. Sponsordur, başvurulardır... Zaten bu iş için dışarıya çıkınca banko 5-6 saat gidiyor kafadan. Gece de takılıyoruz dışarıda. Özlemişim Kaş'ı ama ne hikmekse pek gezemiyoruz. Sadece mal gibi oturup bir şeyler içiyoruz. Tabii ben alkolü bıraktığım için çoğu zaman kola veya fanta içiyorum. Bu çok sikindirik bir şey ya, millet meydanda koparken dahi biz kuyku köşede mal mal oturuyoruz. Çok seviyorlar bizimkiler bunu. Bana daral getiriyor resmen.

Turnuvaya şu ana kadar 12-13 takım falan katıldı. Muhtemelen pazartesi günü başlayacak. Çok sağlam takımlar var. Yarı final oynarız diye düşünüyorum ben. Bakalım neler olacak...

Bu arada bir web sitesi işi aldım. Ondan gelecek para ve daha önce elimde bulunan paralarla yeni bir gitar alacağım. Epiphone Special 2 veya Cort CR100 almayı düşünüyorum. Muhtemelen tercihim Cort'tan yana olacak. Şu ana kadar hiçbir problem yaşamadım donanımsal açıdan Cort'ta. O yüzden sağlam gitar bence Cort. Düzgün kullanırsan en ucuz gitarı bile 3 sene problemsiz götürüyor. Muhtemelen tercihim Cort'tan yana olacak. Ayrıca görüntü olarak da çok cazip geliyor Cort CR100. Sanıyorum ki bir hafta içinde gitarı alırım. Veya en kötü ihtimal iki hafta içinde...

Heyecanlıyım vallahi. Çok istiyordum Les Paul kasa bir gitarım olsun, sonunda olacak gibi.

15 Mayıs 2011 Pazar

Beşiktaş Ulan!

Evet, bugün gerçekten çok mutlu oldum. Takım kupayı alınca nedendir bilinmez saçma bir sevinç patlaması yaşadım. =D Sanki Barcelona'yı yenip Şampiyonlar Ligi şampiyonu oldunuz falan diyenler var; gerçekten o kadar sevindim yahu. Eziklik olarak görenler var bunu ama onların ezikliği o. Siz kendi işinize bakın arkadaşım, biz yaşayalım kendi sevincimizi.

Bayağı sıkı maç oldu. Beşiktaş çok çok tutuktu maç boyunca. Guti ve Bobo yokları oynadı resmen. Heriflerin hiçbir boka katkısı olmadı. Gerçekten olacak iş değil. Quaresma, Simao, Fernandes, Sivok ve Necip gerçekten çok iyiydiler. Gerçi Quaresma çok gol kaçırdı ve bencildi ama seviyoruz ya herifi. Ne yapsa yeridir, anlık kızsam da düşününce bu adam bambaşka ve gerçekten hastasıyım yahu.


Guti 100  bilmem kaç dakika nasıl sahada kaldı anlamadım. Tayfur'un yaptığı en boktan iş buydu sanırım bu gece. Onun haricinde Bobo hatası vardı tabii bir de ama Almeida 60'ta falan girdi ve girdiğini belli etti. En azından pres yapıyor, koşuyor, hava toplarının hepsini alıyor herif. Bobo gibi topu ezmiyor, koşmamazlık yapmıyorum. Sırf koştuğu için adama hasta oluyorum. Bobo geyiği gibi gezinmemesi yetiyor yani.

Fernandes mükemmeldi. Herif 115'inci dakikada bile öküz gibi deparlar attı, çalım attı, koştu, çabaladı. Her boku yaptı. Çalımlarına zaten hastayız. Özellikle 180 derece dönmeli Zidane hareketi yok mu... Ölüyorum ona. Adam tek başına taşak geçti resmen IBB orta sahasıyla. Tabii yanında Necip'i de unutmamak lazım. Ölümüne oynuor Necip resmen. Sanırım son yıllarda Beşiktaş orta sahasına gelip giden en iyi yerli ön libero konumunda şu an. Ernst'in yokluğunu hiç hissettirmiyor hatta çabukluğuyla öne bile geçiyor bence. Bravo Necip'e.


Simao bence takımın en iyisi. Adamın tek yararsız işi yok. Sadece penaltı pozisyonunda şanssız bir pas verdi o kadar. Quaresma bu adamdan bir şeyler kapmalı bence. Çok az sahneye çıkıyor ama çıktığında da en efektif işi yapıyor Simao. Gösterişsiz ve öldürücü. Quaresma egoizm problemini yense takım fena olacak.

Quaresma aldığı her topu şutladı kaleye. Onların yarısını paslasa belki de şu an ne uzatma ne de penaltılar olacaktı. Ah Quaresma ah. Penaltılarda niye penaltı atmadı anlamadım bu herif. Acaba kendi isteğiyle mi yoksa Tayfur'un isteğiyle mi kullanmadı penaltı. O değil de penaltılar sırasındaki Quaresma'nın hali gerçekten beni bu adama iki misli aşık etti. Adam ölüyordu ya heyecandan. Ve Simao golü attığında Beşiktaş armasını öpüyordu. İşte gerçek Beşiktaş'lı, kutluyorum kendisini.

Sivok'a da değinmek lazım. Bence Beşiktaş tarihinde bu adam gibi stoper gelmedi. Hiçbir hava topunu rakibe vermiyor adam, nasıl bir yer tutuşsa artık, zıplıyor ve direkt kafasına oturuyor top. Onun haricinde maç içinde sürekli takip ediyorum, hep arkadaşlarını morallendirmek ve gaza getirmek için çabalıyor bu adam. Sivok'un bu tavırları Toraman'ı anımsatıyor bana. Toraman'ın nasıl bir Beşiktaş aşığı olduğu malum zaten, Sivok'un da ondan aşağı kalır yanı yok bence.

Ve son olarak, Almeida'ya mutsuz diyor bizim medya. Gördük bugün kupa töreninde. Onun kadar mutlu ve coşkulu ikinci bir adam göremedim ben (biraz da Nihat vardı, çok bir bok yapmış gibi...). Herif resmen zafer sarhoşu olmuştu ve mutluluğu her halinden belli oluyordu. Umarım gitmez sezon sonu. Bobo'dan kat be kat kaliteli bir oyuncu ve kalmasını istiyorum.

14 Mayıs 2011 Cumartesi

İlk Dövmemi Yaptırdım

Evet, dün Eskişehir'deki son günümdü ve gider ayak dövme yaptırdım. Bildiğiniz veya bilmediğiniz üzere daha önce ne yaptıracağıma karar vermiştim. Dün öğleden sonra buluştuk dövmeci Mehmet Masatoğlu ile (bizim Utku reyizin çok yakın arkadaşı). Dövmenin çıktısını alıp, onun evine geçtik. Üzerimize rahat bir şeyler giydikten sonra işe başladık.

İlk önce taslak olarak hazırlandı dövme. Sonra özel bir madde ile koluma geçirildi. En sonunda da dövme makinesi ile üzerinden geçildi. İlk önce dış hatlarını yapıp, daha sonra 2 kez üzerinden geçti. Yaklaşık 20 dakika falan sürdü. Sandığımdan bayağı bir kısa sürdü.

Acıyı çok merak ediyordum. Gerçekten acıdı yahu. Kemikliydi bölgenin yarısı, kemikli yere geldiğinde fena sızlattı valla. Dayanılmıcak bir acı değildi ama kötüydü yine de.

Paticik forumdaki geyikler hariç dövme beğenildi. Düşüncelerini dikkate aldığım insanların ve özellikle de benim beğenmiş olmam yeterli tabii. Beğendim ve seviyorum.

Mehmet Masatoğlu ve Utku Tan Çağlan'a teşekkürler.

Dövmeyi görmek isteyen arkadaşlarıma caps atabilirim ancak buraya koymayacağım. Nedeni ise gösterip direkt yorum alabilmek, buraya koyarsam yorum alamam.

10 Mayıs 2011 Salı

Ve Dönüyorum

Bu gece tüm malları Kaş'a gönderdim. Geriye sadece laptop, gitar ve 2 çanta kaldı. Dönerken sadece onlar olacak yanımda. Bir kaç eşya bıraktım gidene kadar yaşabilmek için evde; onları muhtemelen kargo ile göndereceğim son gün. Cuma gecesi komple dönüyorum Kaş'a.

Perşembe günü elektrik ve doğalgaz aboneliğimizi kapattıracağız. Bunlardan toplamda 350 lira kadar depozito parası gelecek. Ayrıca ev için verdiğimiz 350 lira var. Elimize güzel para geçecek dönerken. Bu yüzden dövme yaptırma kararı aldık. Cuma günü öğleden sonra dövme yapılacak. Ayrıca yine cuma günü kanal tedavimin 3. seansı olacak, sabah saatlerinde. Acı bir gün olacak sanırım benim için... =D

Dövme demişken, ne yaptıracağımı sabitledim kafamda. Daha önce sürekli bacağıma Gibson Les Paul yaptırmak bahsediyordum ama vazgeçtim ondan. Çoğu kişinin "gitar ne ulan" falan gibi tepkileri ve gitarın anatomik yapısı sebebiyle çok şekilsiz duracağından ötürü komple attım gitar olayını. Sol kolumun alt ve dış kısmna "And Justice for All" yazdıracağım. Bildiğiniz veya bilmediğiniz üzere bu, Metallica'nın 4. stüdyo albümünün adı ve Amerikan Anayasasının son cümlesi.

Şöyle bir font ile yazılacak yazı.
Utku sağolsun bize bir kıyak yaptı ve arkadaşını bize mükemmel bir indirim ile dövmeyi yapmaya ikna etti. Gerçekten iyi oldu bu. Başka birine yaptırmaya kalksak dünya para ödeyecektik. Neredeyse tek dövme fiyatına iki dövme yaptıracağız şu anki fiyat ile. Bakalım neler olacak, nasıl olacak... Heyecanla cumayı bekliyorum.

4 Mayıs 2011 Çarşamba

Uzun Zamandır Yazmıyordum

Son 2 yıldır özellikle Lise'nin bitmesi ile birlikte bayağı bir boş ve amaçsız yaşamaktaydım. Eskişehir'e gelmemle birlikte ufak çaplı bir amaç yerleşti hayatıma. 6 ay önce bana sormuş olsalardı, 6 ay sonra kendini nerede görüyorsun diye; eminim ki GSF için hazırlanıyor olacağım aklımın ucundan bile geçmezdi. Hayatımın hiçbir döneminde resim ve çizime ilgi duymadım. Ama işte görüyorsunuz, hayat sürprizler ile dolu. İnternette görülmüş bir çizim atölyesi ilanı ile başlayan bir hikaye; sanıyorum ki GSF'ye girmek ile sonuçlanacak. İlerde anlatacağım güzel bir hikaye olur bence. =D

Bölüm Sonu Canavarı maceram da gayet güzel gidiyor. Gerçekten büyük bir heves ile yazıyorum oraya. Daha öncekiler gibi değil. Okunuyor olduğumu bilerek yazmaktan ötürü olsa gerek, haber aramaktan, haber girmekten hiç vazgeçmiyorum. Sabah uyandığımda ilk işim yeni haber var mı diye siteleri kontrol etmek oluyor. Akşam atölyeden geldiğimde de aynen bu şekilde, Gametab'a giriyor ve haberleri kontrol ediyorum. Hoşuma gidenleri siteye ekliyorum ve seyrediyorum. Yönetim sayfasını yeniliyorum, kaç kişi okumuş diye bakıyorum. O kadar güzel bir şey ki bu...

Son 10 gün artık. Sktir olup gidiyorum Eskişehir'den. Bilmiyorum özler miyim burayı. Sanmıyorum aslında. Düşünüyorum, Eskişehir'e dair pek fazla güzel şey gelmiyor aklıma. Eskişehir'i anlamlı kılan tek şey Garaj Atölye oldu sanıyorum ki. Kaş'a döndüğümde "ne bok yedin Eskişehir'de" diyenlere cevap olarak verebileceğim tek şey atölye. Hoş. Güzel zamanlarımız geçti gerçekten. Fazlasıyla eğlenceliydi o ortam. Lise sondayken sırf geyik yapmak için okula giderdim, Atölye'de aynen o kıvama gelmişti neredeyse. Ve Eskişehir'e dair özleyeceğim tek şey orası olacak sanırım.

İyi güzel döneceğiz Kaş'a ama 28 Mayıs'a sınav koymuşlar. Ne bok yiyeceğim kara kara düşünüyorum.

Ve son olarak Atölye'den Utku'nun önerdiği ve gerçekten çok çok beğendiğim bir şarkıyı koymak istiyorum. Pek huyum değildir ama içimden geldi bu şarkıyı koymak.

29 Nisan 2011 Cuma

Kil'le Gitar Yaptım

Dün atölyede kil ile çalıştık. 3 boyutlu algımızın gelişmesi adına hocalarımız böyle bir şey yapmaya karar vermişler. Geldi killer ve daldık eğlenceye.

Yapmak istediğimiz şeyi çizdik ilk önce. Ben direkt bir Gibson Les Paul çizmeye çalıştım ama başaramadım, kasasını tam oturtamadım. Sonra Explorer kasa çizmeye karar verdim ve çizdim. Başladım sonra kile aktarmaya. Aslında güzel bir şey çıktı ortaya. Sapı biraz büyük ve kasası biraz küçük oldu ama olsun. İlk sefer için fena değil. Umarım çatlamaz da, Kaş'a götürüp duvara asabilirim.

50x70 duralitin üstünde duruyor şu an, yani bayağı büyük oldu.

26 Nisan 2011 Salı

Hayatım Pozitif Bir İvme Kazandı

Evet, son bir haftada nedendir bilinmez hep çok güzel şeyler oluyor. Çok güzel olmasa bile güzel şeyler oluyor. Şimdi bunlara değineceğim. Sanırım Kaş'a dönecek olmanın verdiği pozitif enerji ile hayat pozitif akmaya başladı.

Bundan aylar önce bir yazı yazmıştım. Bölüm Sonu Canavarı'na yazarlık başvurusu yaptığım ile alakalıydı. 3,5 ay geçti üzerinden ancak istediğim şey oldu. Bugün siteye yazar olarak kabul edildim. Ve hatta haber falan bile eklemeye başladım. O derece... (H).

Bunun dışında Kaş Tasarım'ı da elden geçirdim ve önceki halinden onlarca kat daha güzel şeyler çıktı ortaya. Aferin bana. Bu sırada Kaş Aydın Haber'den de haber geldi ve reklamımı yayınlayacaklarını söylediler. Ben de hemen gönderdim tabii hazırladığım banner tarzı şeyi. Umarım oradan bir kaç iş gelir.

Diş ağrılarım bugün sona erdi. İşgence gibiydi ama deydi. Gerçekten zor bir tedaviymiş. Bayağı acıdı "Kanal Tedavisi". Resmen sikilmişim gibi hissettim, Facebook'a da yazdım bunu. Hatun dişimi iki yerden delip köke ulaştı. Ulaşmakla da kalmadı çubukları bir soktu bir çıkardı. Resmen cinsel ilişkiye girdi dişimle. Çok fazla acıdı ama şu an mutluyum.

Yaza dair aylardır kafamda bulunan bir planın da adımlarını atmaya başladım. Yavaş istediğim noktaya geleceğini ümit ediyorum ki, şu an gelinen nokta gayet tatmin edici. Neler olacak acaba...

Son olarak... Eskişehir'de havalar ısındı. Bugün resmen sadece sweatshirt ile terledim. Yarın da hava böyle olursa şort giymeyi düşünüyorum. Umarım olur.

21 Nisan 2011 Perşembe

Death Metal'i Anlamak

Aslında yeni sayılır Death Metal'de. Yaklaşık olarak bir yıldır falan dinliyorum sanırım. Ama yine de kendimi bu konuda bir şeyler söyleyebilecek kadar yeterli görüyorum.

Death Metal gerçekten çok esnek bir müzik türüdür öncelikle. İsterseniz bol melodi koyarsınız, isterseniz yavaş takılırsınız, isterseniz hızın sınırlarını zorlarsınız, isterseniz vokale yüklenirsiniz, isterseniz gitar ile yardırırsınız. Bu sebepten ötürü çok fazla farklı tipte insana hitap edebilecek bir türlü. Ayrıca çok fazla çeşidi ve seçeneği olduğu için zenginlik açısından da üst seviyelerde bir tür; bu da onu diğer bir çok "belli rutinde ilerleyen" türün önüne geçiriyor.

Death Metal diyince insanlar bunu böğürmek olarak algılıyorlar. Ben bunun sebebini Türkiye'deki saçma sapan pop kültürüne bağlıyorum. Pop kültüründe direkt olarak akılda yer eden şey vokal. Eğer diğer türlere özel bir ilginiz yoksa zaten her yerde Pop müziğe maruz kalıyorsunuz ve ister istemez müziği sadece vokalden ibaret sanıyorsunuz. Ama öyle değil. Death Metal'i böğürmek olarak algılayan insanlar çoğu zaman belli bir türü benimesemekten uzak, sadece etrafta duyduğu şeyleri sadece "insan sesi" olarak algılayan ve yorumlayan insanlar oluyorlar. Death Metal böğürtüden ibaret değildir, öyle sananların müzik kültürü pek gelişmiş değildir. Enstrumanları yorumlamak konusunda problemleri vardır.

Vokaller elbette böğürtü olarak isimlendirilebilir ama ben pek doğru bulmuyorum. Sonuçta herif orada bir şeyler anlatıyor ve bu vokal şekli sonuçta bir teknik ve vokal o tekniği uyguluyor. Türk Sanat Müziği'ndeki ses sanatçılarının yaptığı gibi. Ve bazılarımız mesela onlar için de "boyna çığırıyor" falan deriz. Benzer durum.

Chuck Schuldiner
Death Metal özellikle sözleri ile çok çarpıcı bir türdür. Türün kurucusu ve başını çeken grup Death'in sözleri mükemmeldir mesela. Hatta bir tanesini yazayım en alttan okuyun...

Bir başka olay ise bu türde duygular fazlaca ön plandadır. Ağlayarak değil bağırarak dile getirilir duygular, anlatılmak istenenler. Eğer o sözleri anlayarak şarkıları dinlerseniz emin olun ki siz de bir boklar hissedebilirsiniz. Death'in Spirit Crusher'ı. Opeth'in Black Rose Immortal'ı. Dark Tranquillity'nin Gallery'si. Hepsi bir duygu patlamasıdır mesela bunların. Death'in Voice of the Soul'u ağlatır adamı, efkarlandırır.

Hepsini bir kenara bırakırsak teknik anlamda fazlaca zorlayıcı bir türdür Death Metal. Herkes Death Metal gitaristi olamaz. Teknik olarak gitarı yemiş bitirmiş olman gerekir o hızlı ve sert olan solo ve riff'leri çalabilmek için. Aynı zamanda davulun işi de hiç kolay değildir. Şu an davulda dünyanın en iyisi olarak kabul gören Slipknot davulcusu Joey Jordison'ın çaldığı twin pedal perküsyonları hemen hemen her Death Metal grubunun davulcusunda görebilirsiniz. Özel bir şeymiş gibi lanse edilir ancak tüm Death Metal gruplarında zaten o ve benzeri davullar vardır.

Son olarak... Death Metal ilk başta böğürtülerden ibaret bir müzik türü gibi gelebilir. Eğer metal türüne aşina iseniz zamanla alışacak ve seveceksiniz... Bu konuda emin olun. Ancak daha yumuşak olan metalin diğer türlerine de alışamadıysanız, Death Metal için zorlamanın alemi yok. Herkes bu türü sevecek diye bir şey yok sonuçta...

Death - Empty Words'ün sözleri:

"Küller ve umutlar bir bağı paylaşır. Değişimin rüzgarları boyunca sözcükler uzaklara uçar. Görüntüler düşüncelerinde dövmelenmeliyken, güçlü yürümek bazen zoru aramaktır. Cevaplar bulunamadı başkalarının yazısında yada eğitilmiş bir aklın sözcükleri hafızalarımızın değerli dünyasında. Kendimizin hapsedildiğini buluruz, ustura gibi keskin pençeler ruhumuzu yırtar. Umutlar potansiyel bir inciniş, hiçbir şey gerçek değil midir? Sonsuza dek derinliklerde olurken, boş sözcüklerin dünyasında, bu saldırılardan kaçış yok. Boş sözcükler..."
- Chuck Schuldiner
 

19 Nisan 2011 Salı

Teorik Planların Pratikte Tutmaması

Günlerdir ara ara aklıma geliyor bu durum. Teorik olarak çok sağlam ve akılcı gelen bir planın pratikte istenen sonuçları vermemesi durumu fazlaca karşılaştığım bir durum. Nereden çıktı bilmiyorum ama pratikte istenilen sonucu vermeyen projelerimi sıralamak istedim bugün. Sıralıyorum...

Gamershot.net
Teorik plan: Oyun inceleme ve haber portalı olarak geniş bir oyuncu kitlesine hitap etmek. Bu bağlamda gelecek reklamlar ile maddi bir kazanç elde etmek.
Pratikte olan: İçerik olarak fazlasıyla geniş bir site haline gelindi. Ancak zaman içerisinde site unutuldu ve en sonunda domain süresi doldu. Site kapandı.

Gitarinceleme.com
Teorik plan: Türkiye'nin ilk ve tek gitar inceleme portalı olarak yayın yapmak ve isme uygun olarak gitar incelemeleriyle dolu bir site oluşturmak. Çeşitli müzik marketler ile anlaşmalar yapmak ve gitarlar incelemek. İncelenilen gitarların altına Müzik Marketlerden linkler koymak ve bu şekilde gelir elde etmek.
Pratikte olan: Yaklaşık 2 ay boyunca sıkı bir çalışma ile sağlam sayılabilecek bir içerik ve kadro oluşturuldu. Ancak zaman içerisinde yine siteyle ilgilenme durumu seyrekleşti. Ve en sonunda komple kaderina terkedildi.

Esesemlak.net
Teorik plan: Eskişehir'de emlak piyasasının fazlaca işlek olmasından ötürü bu sitenin iş yapacağını düşündük. Amaç Eskişehir'deki emlakçıları tek bir sitede toplamak ve bu sitede yer alabilmek için bize ufak bir ücret ödemelerini sağlamaktı.
Pratikte olan: Çok az kez reklam aramaya çıktık ve onlardan da bir sonuç alamadık.

Mydonanim.com
Teorik plan: Bilgisayar donanım ürünlerini incelemek amaçlı bir site. Bu bağlamda çeşitli üretici firmadan deneme amaçlı ürünler alabilmeyi ve hatta reklamlar alabilmeyi planlamıştık.
Pratikte olan: Deneme amaçlı ürün istenilen hiçbir firmadan cevap dahi gelmedi. Emekler boşa gitti. Zaman içerisinde site yok oldu gitti.

Kastanitim.com
Teorik plan: Kaş ilçemizin tanıtım sitesini oluşturmak ve Kaş'taki işletmelerden reklam almak.
Pratikte olan: Hiçbir işletmeden reklam alınamadı. Zaman içerisinde site yok oldu gitti.

Netyukle.com
Teorik plan: Download sitelerinin işlek olduğu dönemde bize ait bir download sitesi açmak ve gelecek reklamlar ile köşeyi dönmek.
Pratikte olan: Pek fazla tercih edilen bir site olunamadı ve en sonunda site saçma sapan bir şekilde oyun sitesine çevirildi. Netoyuncu.org domain'i alındı ve oradan devam edildi.

Turkakdeniz.com
Teorik plan: Ne haddimizeyse Kaş tabanlı bir akdeniz portalı yapalım dedik.
Pratikte olan: Bir sikim olmadı.

Sanırım bu kadar... Başarılı olan projeler oldu mu diye düşünüyorum da olmadı sanırım. E-Oyun projesini ben o zaman şartlarını düşününce başarılı buluyorum. Sadece o var başarılı diyebileceğim projem. Utanç verici bir şey... =D

Muhtemelen unuttuğum projelerde olmuş olabilir. O kadar çoklar ki...

14 Nisan 2011 Perşembe

Web Tasarım'a Dönüş Yapıyorum

Evet, geçtiğimiz günlerde bir yazı yazmıştım ve bu yaz ile ilgili planlarımdan bahsetmiştim. O yazıda fazla detaya girmemiş ve daha yüzeysel takılmıştım. Bu yüzden Kastasarim.net konusuna girememistim. Bildiğiniz veya bilmediğiniz üzere aylar önce "web tasarım" olayına geri dönme kararı almıştım. Bu bağlamda Kasaydinhaber.com adresli web sitesinin tasarımını yapmış ve Kaş Aydın Haber'e ücretsiz olarak hibe etmiştim. Kendileri de yaza doğru benim "web tasarım" konulu reklamımı yapacaklardı. Zaman geldi.

Şöyle bir şey sitenin görüntüsü.
Kuru kuruya reklam koyup, adımı soyadımı yazdırıp, numara koydurmak yerine direkt olarak bir kurum havası vermek istedim. Bu yüzden Kastasarim.net'i açtım. Sitenin tasarımı pek güzel olmadı ancak yine de bana kazanç getireceğini düşünüyorum. Sonuçta reklam konusunda sıkıntı yaşanmayacak, Kaş Aydın Haber gerçekten geniş kitlelere hitap ediyor Kaş ve çevresinde. Direkt olarak benim reklamı görenler siteye akacaklar. Biraz takıldıktan sonra da benim numaramı görüp arayacaklar.

Teorik olarak gayet basit ve işlevsel bir plan bence. Çoğu zaman teoride güzel ve akılcıl gelen şeyler pratikte gerçekleşmiyor ancak bu kez olacak bence. 2-3 site işi alsam yeter zaten. Tüm yazı geçirecek kadar birikim yaparım vallahi 3 site yapsam ve harika olur. Ayrıca yeni bir gitar almak istiyordum, onu da gerçekleştirebilirim bu sayede.

13 Nisan 2011 Çarşamba

Dexter - Çizim

Dexter'da üçüncü sezonu da bitirdim nihayet. Güzel bir sezondu. Dexter'ın en büyük problemi sezon finallerini pek bomba bitirememesi bence. Bu kez de aynısı oldu. Çok üst seviye gidiyor sezon sonuna kadar ama finalde pek tat vermiyor. Neyse, yine de iyiydi diyorum tabii.

Üçüncü sezon katil ve düşman konumunda bulunan herifi pek beğenmedim. Diğer iki sezonun alt yapısı daha iyiydi sanki. Borç para verdiği bir herifin peşine düşen ve o herifin yerini bildiği düşünülen herkesi öldürüp ortalık yere bırakan bir seri katil fazlaca uç bir karakter olmuş bence. Onu geçtim derisini niye yüzüyor... Derisini yüzmeyi geçtim, aradığı kişinin yerini bilse neden söylemesin kişi derisinin yüzüleceğini bildiği durumda... Çok saçma sapan bir şey olmuş bence o karakter. Respect respect diye gezinmesine de acayip kıl oldum. =D
Dexter evlendi tabii bir de... Çocuğu bile olacak herifin.

Her neyse bugün olmasa da yarın başlayacağım dördüncü sezona. Bu kez nereye odaklanacak konu gerçekten çok merak ediyorum. Ki bu sezon diğer üç sezondan daha iyi şeyler bekliyorum. Bu konuda konuşan herkes en bomba sezonun dördüncü sezon olduğundan bahsediyordu. Meraklıyım ben de...

Bu arada çizim olayında da ilerledim gibi biraz. En azından desen çizmek konusunda eskisi gibi zorlanmıyorum. Daha az sıkılıyorum. Hatta artık süre deseni yerleştirmeye yettiği gibi tonlamaya da yetiyor. Tam bitiremiyor ve elle tutulur bir boklar ortaya çıkartamıyor olsam da; tonlamaya giriş yapmak da bir olay tabii. =D

7 Nisan 2011 Perşembe

Ne Oldu Ne Bitti?

4 gündür Eskişehir'de tek başımayım. Aslına bakarsanız sevdim biraz da bu yaşamı. Yalnız yaşamak güzel gibi. Bazı boktanlıkları oluyor olsa da hoş. Zaten hep merak etmişimdir nasıl bir şey olur diye ve tatmış oldum böylece.

Çizim kursuna devam ediyorum tabii bir de... Yavaş yavaş çizmeyi sevmeye başladım sanki. Daha çok çizmeye yoğunlaşabiliyorum. Bunun yanında artık çok çabuk sıkılma durumum da ortadan kalktı gibi. Gereksiz bir hızlı çizmeye çalışma durumum vardı, onu da aştım gibi. Keyif alıyorum artık biraz olsun. Olayı çözdüğüm için olsa gerek bu durum. Artık görme konusunda bir problemim kalmadı gibi. Karşımda gördüğüm şeyi çizgi kalitesi iyi olmasa bile benzer şekillerde kağıda aktarabiliyorum. Hoca gelip "sil bunu" demiyor en azından. Böyle olunca da alıp başımı gidiyorum, kendim birilerinin telkini ve uyarıları olmadığında daha iyi çalışıyorum.

Alet böyle bir şeydi...
Bugün Eskişehir'e bir arkadaşım geldi Ankara'dan. Daha önce de İstanbul'dan gelen olmuştu ancak onunla problemler yaşamıştık fazlasıyla. Neyseki bu kez öyle olmadı. Hoş ve eğlenceli zaman geçirdim diyebilirim. Eskişehir'de hep aynı şeyleri yapıyor olduğum için biraz farklılık yaşamak cidden iyi geldi. Evden atölyeye, atölyeden eve durumu çok baymıştı. Atölye demişken, geçtiğimiz gün atölyeye biri geldi ve elinde 60-70 yıllık bir pikap vardı. O aletten Beatles ve Deep Purple dinledik. Oldukça hoş anlar yaşadık cidden. Ama ne yazık ki alet 3-4 parça dinledikten sonra bozuldu. =D

Bu arada Paticik forumdaki banımın da bugün kalkması gerekiyor. Acaba geri dönsem mi diye düşünüyorum. Ne yapsam acaba...

4 Nisan 2011 Pazartesi

Nietzsche Gerçekleri - Kadınlara Karşı Beslediği Nefret

Evet arkadaşlar, Nietzsche'nin etinden ve sütünden yararlanmaya devam ediyorum ve bugün kü konum çok ilginç cidden. Nietzsche'nin nefret derecesinde kin beslediği kadınlarla ilgili probleminin temelinde yatan olaya değineceğim.

Nietzsche ve yakın dostu Hans hatun muhabbeti çevirmektedir. Nietzsche tip olarak pek sağlam bir herif olmadığı için 30 yaşına gelmiş ancak hala bekaretini bozamamıştır. Hans ise oldukça atik ve bir o kadar da taş bir heriftir. Hans hatunları götürürken, Nietzsche idealar dünyasında kendini tatmin etmektedir.

Şu tipe hangi hatun versin zaten?

Her neyse, yukarıda da söylediğim gibi karı kız muhabbeti çevirmektedir bu ikili ve o sırada Hans Nietzsche'yi bam telinden vurur:

-Hans: Hiç mi olmadı abi?
-Nietzsche: Hiç...
Bu diyalogun ardından hiççi olmaya karar veren Nietzsche dağlara çıkmış ve kendini günümüzde okuduğumuz kitap ve öğretilerine vermiştir.Bu konuda yazılmış binlerce kaynak olduğu için o kaynakları burada yazmak istemiyorum.

1 Nisan 2011 Cuma

Yeni Başlayanlar İçin Nietzsche

Günümüzde bir çok ergen tarafından bir numaralı model olarak seçilen ve sürekli belli konularda ön plana çıkartılıp üzerinden prim yapılan Nietzsche üstada yeni giriş yapmak isteyen ergen topluluklara kaynak olacak bir yazı yazmak istedim.

Nietzsche üzerinden prim yapabilmek için yapılması veya öğrenilmesi gerekenler sırasıyla şöyledir ve bunu sadece üç adımda öğrenebilir ve uygulayabiliriz.

  •  "Tanrı öldü" sözünü sürekli ön plana çıkartmak. Burada işin püf noktası bu sözü başka bir söz ile de destekleyerek göz boyama kat sayısını arttırmak, onu da şu şekilde yapıyoruz: Nietzsche şöyle der diyoruz ve akabinde şunu söylüyoruz "dünya üzerinde bulunan tüm kötü şeyler, nasıl iyi bir tanrıya mal edilebilir?". Evet, aferin başarıyoruz; zaten bunu söylemek direkt sizi bir bokmuş gibi gösterecektir.
  • Tabii tek bir bok üzerinden bir bok elde edemeyedebilirsiniz. Bu durumda ise üzerinde duracağınız şey Nietzsche'nin Böyle Buyurdu Zerdüşt kitabına atlamak olacaktır. Bu kitaptan konuyu açtıktan sonra da şöyle bir cümle kurarsanız bayağı bir boklar biliyormuşsunuz izlenimi yaratırsınız: "Nietzsche o kitapta verdiği öğütleri bir hikayenin içine yedirmiş ve okunabilirliği arttırmış. Zerdüşt karakterinin başından geçenleri anlatmış gibi gözükse de aslında kendi öğretilerini veriyor". Evet, şu an bayağı bir boksunuz.
  • Nietzsche'den yararlanılabilecek bir bakşa konu ise üst insan terimidir. Bu konu hakkında ufak çaplı bir araştırma yapıp, ne olduğunu kaba taslak öğrenip bunu karşınızdakine yedirirseniz tamamdır. Hatta direkt bknz olarak verdiğim şeye tıklayın ve sözlükten öğrenin bu terimi.

Yukarıdaki üç yolu izleyerek sanki Nietzsche hakkında yazılan tüm kitapları, Nietzsche'nin tüm kitaplarını ve bu konular hakkında yazılmış tüm anti tezleri okumuşçasına bir bilgi birikiminiz olduğu izlenimi bırakabilirsiniz. Bu da sizi karşı taraf için cool ve kültürlü bir kişilik yapmaya yetecektir. Saygılar.

31 Mart 2011 Perşembe

Yaz İçin Planlarım

Yaz yaklaşıyor. Zaten son 1 aydır Antalya ve çevresinde sağlam bir sıcak varmış. Eskişehir'de de son 1 haftadır sıcak bir hava hakim. Hatta direkt Antalya iklimine bağladı Eskişehir, yağmuru olsun, sıcağı olsun... Yaklaşık iki ay sonra yaz tamamiyle gelmiş olacak. 20 Mayıs'ta Eskişehir'den ayrılıyorum ve evime dönüyorum. Geçtiğimiz yaz talihsiz geçmişti benim için, kaza falan bok etmişti güzelim yazı. Bu sene tabii öyle olmayacak.

Mayıs sonu Kaş'a döner dönmez basketbol turnuvası olacak. Geçtiğimiz turnuvada olduğu gibi yine biz yapıyoruz tabii turnuvayı. Muhtemelen bu kez daha çok katılan olacak ve geçtiğimiz turnuvadan daha keyifli olacak. Hedefimiz bu kez en az final. Ki geçtiğimiz turnuva çok boktan bir şekilde elenmiş ve üçüncülükle yetinmek zorunda kalmıştık.

Bunun haricinde tabii grup kurma planım var. Burada çalışmalarıma hız verdim ve her gün düzenli olarak çalışıyorum. Güzel de bir repertuar oluşturdum. Sololarıyla, ritim gitarıyla tamamen hazırım diyebilirim. Bazı sololar çok fazla kastıracağı için biraz kırptım ancak bar ortamında kulağa batacağını sanmıyorum. Vokal konusunda sıkıntı var ama hala. Kendim vokal yapayım diye düşünüyorum ancak bu konuda özgüvenim yok. Sahneye çıkıp çalmak problem değil, söylemek zor geliyor. Belki biri çıkar da söyler falan umuduyla takılıyorum şu sıralar. Umarım çıkar öyle biri. Çıkmazsa da cidden gözümü karartıp yapacağım bir şeyler.

İş olarak da bir boklar düşünüyorum. Geçtiğimiz sene bir çok arkadaşın turizm acentalarına asistan olarak giridiğini ve sıkılmadan çalıştıklarını gördüm. Tabii onlar işin zorluğundan bahsettiler sürekli ama onlar yapıyorsa ben niye yapamayayım düşüncesi ile o konuda bir şeyler yapacağım. Eğer olmazsa başka bir iş bulunur, olmadı çalışmam ulan... =D Bu kadar basit. Zaten çizim yapıyoruz, elimin durmaması için çalışmaya devam etmem lazım çizim konusunda. Umarım çizimle de bir yerlere gelebilirim, artık son çare başladık bu işe ve işe yaramazsa göte geleceğim.

Ve son olarak repertuar demişken koyayım buraya, şöyle bir şey düşündüm şimdilik ve aşağı yukarı böyle olur bir grup kurarsak repertuar:

  • Metallica - Creeping Death
  • Metallica - Jump in the Fire
  • Metallica - The Four Horsemen
  • Metallica - Sanitarium
  • Metallica - Seek And Destroy
  • Metallica - Enter Sandman
  • Metallica - And Justice for All
  • Metallica - Harvester of Sorrow
  • Metallica - For Whom The Bell Tolls
  • Metallica - Fade To Black
  • Metallica - Master of Puppets
  • Metallica - My Friend of Misery
  • Ac Dc - TNT
  • AC DC - Back in Black
  • Deep Purple - Smoke On The Water
  • Nirvana - Smells Like Teen Spirit
  • Black Sabbath - Iron Man
  • Black Sabbath - Paranoid
  • Led Zeppelin - Black Dog
  • Malt - Deprem
  • Duman - Ah
  • Duman - Her Şeyi Yak
  • Duman - Bu Akşam
  • Duman - En Güzel Günüm Gecem
  • Duman - Senden Daha Güzel
  • Duman - Hatun
  • Pentagram - Şeytan Bunun Neresinde
  • Demir Demirkan - Aşktan Öte
  • Kurban - Yalan Dostum
  • Kurban - Lambaya Püf De
  • Kurban - Sarı Çizmeli Mehmet Ağa
  • Mor ve Ötesi - Sevda Çiçeği

28 Mart 2011 Pazartesi

YGS 2011

Büyük (?) sınav dün yapıldı. Bildiğiniz üzere dün yapıldı. Üçüncü kez girdim bu sınava. Gerçi ben ilk girdiğimde ismi ÖSS'ydi. ÖSS'yken daha berbattı formatı sınavın, şimdi daha güzel

Sınavı yaz saatine geçmiş gününe koymuş allahın belaları. Her ihtimale karşı okula bir saat önceden gittim. Yaklaşık olarak 1,5 saat kadar bekledim yani okulda. Pek bir şey yiyememiştim evden çıkmadan önce, kantinde bir güzel karnımı doyurdum. Bu sınava hiçbir şey almadılar. Telefonların içeri alınmaması zaten olağan bir olaydı, bu kez kalemlik dahi sokamadık içeri. Devlet kendi kalemlerini vermiş, onlarla girdik sınava.

Eskişehir Atatürk Lisesi bayağı sağlam okulmuş. Güzel bir restorasyon çalışması ile daha da iyi olabilir.
Türkçe'ye başladığımda ilk 20 soru o kadar basit geldi ki anlatamam. Şu ana kadar girdiğim en basit sınav olduğunu düşündüm sınavın ancak daha sonra anladım ki  o kadar da kolay değilmiş. Türkçe soruları çok uzun paragraflardan oluşuyordu, bu yüzden 2 ye bölerek çözdüm bu soruları. İlk 20'yi çözdükten sonra, Matematik'e geçtim. Ardından tekrar Türkçe'ye döndüm. Güzel oldu böyle. Sınavda Matematik bayağı dumura uğrattı. Beklediğimden zordu, aslında sanırım çalışmamakla da alakalı. Hiçbir bok hatırlamıyordum, bu soruların benzerlerini en son YGS 2010'da çözmüştüm. O derece... Neyse, iyi kötü 20 tane işaretleyebildim, sanırım 15-16 tanesi doğru çıkacak.

Türkçe ve Sosyal güzeldi. Benim amacım zaten ham puan olarak 250, okul puanıyla da 300 civarı bir şey yapmak olduğu için amaca uygun ve yeterli bir sınav geçirdiğimi söyleyebilirim. Sanırım 250-260 civarı bir ham puan gelecek. Bu puan GSF için yeterli bir puan. En azından Türkiye'deki her okulu deneyebilirim bu puanla.

24 Mart 2011 Perşembe

Temizlik - LOTR - The Office

Dün evi temizledik. 2,5 aydır bu evdeyiz ve ilk defa genel bir temizlik yaptık. Aslında pek de fazla kirli değilmiş ortalık. Toz alıp paspaslayarak üstesinden geldik 40 dakikada. Ayrıca evin düzenini de değiştirdik. Kullanmadığımız ve sadece benim arada gidip gitar çalmak için kullandığım odayı da düzene soktuk. Güzel oldu bayağı. Şahan gavatı gelecek diye düzene soktuk aslında orayı, normalde ellemezdik.

Cuma akşamı Anadolu Üniversitesi'nin LOTR etkinliği var. Akşam 7:30'da başlayıp, sabaha kadar sürecek olan bir etkinlik. Sucuk ekmek yenilecek ve LOTR üçlemesi seyredilecek. Sabah da kahvaltı yapılacak ve bitecek. O etkinlik biter bitmez bizim eve gelip uyuyacağız. Öğleden sonra uyanıp, Şekerli Yoğurt buluşmasını yapacağız. Ancak şu ana kadar evdeki hesap çarşıya uymuyor. Bazı(!) arkadaşlar yamuk yapma eğilimi gösteriyor. Bakalım, umarım satışlar yaşanmaz.t

Dexter'a ek olarak bir sitcom daha ekledim dizilerime. The Offoce izliyorum artık Şahan efendinin önerisi üzerine. İlginç bir yapım, ilginç bir yapısı var dizinin. Pek fazla güldürmese de izlenebilir bir dizi, güldürünce bayağı bir güldürüyor. Yine de hala How Not To Live Your Life'ta güldüğüm kadar güldüğüm bir diziye rastlayamadım. Çok acı bir durum.

20 Mart 2011 Pazar

GSF - Çizim - Yaz

Cumartesi günü uyumak suretiyle kursa gidememiştik. Bugün gittik. Güzeldi, eğlenceliydi yine. Desen ve imgesel çalıştık. İmgeseli çok seviyorum. Sonuçta direkt olarak kafamdan geçen şeyleri kağıda dökmeye çalıştığım için fazlasıyla sarıyor. Desen veya obje gibi değil. Karşımdaki şeyi olduğu gibi kağıda dökmek zorunda olmak beni benden alıyor. İmgeselin özgürlüğünü ve yaratıcılıkta bir sınırlarının olmayışına hastayım. Keyifli oluyor cidden.

Çizim koymak pek adetim degil ama resme
tıklayarak diğer çalışmalarımı da görebilirsiniz.
Gösteriş amacıyla değil çizim konusundaki
gelişimimi görmek adına açmıştım forumdaki
konuyu. Gerçi görürsünüz orada.
Güzel Sanatlar için bildiğiniz veya bilmediğiniz üzere 2 farklı sınav oluyor. Birinci sınavı geçenler ikinci sınava girmeye hak kazanıyor. İki sınavdan da başarılı olanlar okula giriyor. Birinci bölüm sadece desen. Yani bir herif oturuyor karşımıza ve onu çiziyoruz. İkinci bölümde ise bölüme yönelik bir konu veriliyor ve o konu tabanlı bir imgesel çıkartıyoruz. İmgeselin herkesten farklı ve uç bir düşüncenin eseri olması çok büyük getiri sağlıyor. Bu sebepten ötürü imgeselde hayal gücümün sınırlarını zorlayarak çok rahat bir imgesel sınavı geçireceğimi düşünüyorum. Ki imgesele girebilmek için birinci bölümde deseni yapabilmek gerek. Sanırım deseni geçersem, gerisi oldukça kolay olacak. En azından ben öyle görüyorum.

Yaz yaklaşıyor yavaş yavaş. Çok güzel bir hava vardı bugün Eskişehir'de. Resmen Antalya staylaydı hava. Sabah güneşli ve sıcak, akşama doğru kapalı ve yağmurlu. Antalya iklimini buralarda görmek acayip oldu.

Yaz demişken yazın nerede çalışacağımı da yavaş yavaş düşünmeye başladım. Asistan yardımcısı olarak bir çok arkadaşım turizm acentalarında çalıştı geçen yaz. Ben o sıralarda yaptığım kaza sebebiyle geberiyordum ve bu işlerden nasibimi alamamıştım. Fakat bu yaz bir boklar yiyeceğim. Kıyak iş gibi geliyor bana. Turist gibi takılıyorsun, tek olayın malzeme taşımak. Ayrıca gece de sana kalıyor. Vallahi süper. Umarım olur bu iş.

18 Mart 2011 Cuma

Yıllar Sonra Bir Ex İle Karşılaşmak

Evet arkadaşlar. Çok vahim bir olay ile tekrar buralardayım. Gerçi ben hep buralardayım ancak bu kez olay var.

Bundan 2 yıl önce çıktığım ve o dönem gerçekten aşık olduğum bir şahıs vardı. Gerçekten sevmiştim yani o hatunu. Zaten bilen bilir az çok, çoğu zaman güzel bir biçimde anarım onu. Bu akşam bir arkadaş facebook'ta onun linkini attı. Karşılaşma dedim, facebook karşılaşması bu.

Ekledim ben tabii. Bundan aylar önce eski sevgilisi bana gelmişti ve onun hakkında bilgi istemişti. Ben de vermiştim sonuna kadar. Sorun yaşamışlardı falan... Ayrılışımızda yaşadığım sinir harbi sebebiyle böyle bir öc alma girişiminde bulunmuştum kendimce. Bu sebeple bana kin besleyebileceğini düşünüyordum ve kabul etmesi sürpriz olurdu benim için.

Ekledim ve yaklaşık 10 dakika sonra kabul etti. Online değildi, telefondan kabul ettiğini anladım. 20 dakika sonra falan online oldu. Kabul ettikten 50 dakika sonra da beni sildi. =D Evet. Kabul ettiğinde sevinmiştim. Biraz üzüldüm sildiğinde.

Mesaj atma gereği duydum. Niye kabul ettin, niye sildin dedim. Başka biri sanmış beni, soyadımı unutmuş da telefondan kabul etmiş zaten falan... Daha önce arasını siktiğim sevgilisiyle 15 ay çıkmışlar. Evlenmeye kadar yolları varmış. Aileler biliyormuş ve nişanlıymışlar hatta. Ancak sayemde ayrılmışlar, bok etmişim ilişkilerini. Benimleyken hiç evlenme taraftarı biri değildi, çok değişmiş.

Geçmiş günlerimiz geldi aklıma. Nereden nereye ama değil mi... Bir zamanlar her dakika seni sevdiğini söyleyen insanın artık bir hiç olması. Yaşanmış onca şeyin bir hiç olması. Sizin bir hiç olmanız. Onun da bir hiç olması. Herkesin kendi yoluna bakmış ve o günlerin anlamını yitirmiş olması. Çok ilginç şeyler.

Bir sürü şey geldi aklıma. Kardeşi vardı bunun bir tane, Facebook'ta fotoğrafları vardı, koymuş. O bile büyümüş. =D Beraber gezdirirdik Kalkan sokaklarında. Hatta bu yüzden beni çocuk bakıcısı sananların bile olduğunu gördüm aylar sonra, komik. =D

Tüm anılar canlanıyor ama cidden hiç acıtmıyor. Güzel günlermiş diyip geçmek, hayatına devam edebilmek bu işte. Zamanında yaptığım tüm çalışmalar onu unutmak adına; hepsi işe yaramış. Aferin bana. =D