24 Eylül 2011 Cumartesi

Supernatural - 7. Sezon

Evet. Nihayet 7. sezonun ilk bölümü yayınlandı. Direkt hd olarak bilgisayarıma indirip izlemeye başladım. Yayınlandıktan saatler sonra altyazısını da hazırlamış altyazı ekipleri. Güzel güzel seyrettim o yüzden.


Bildiğiniz veya bilmediğiniz üzere 6. sezon çok çok sıradışı bir biçimde bitmişti. Castiel, Araf'ın kapısını açmış ve oradaki tüm ruhları içine çekip; elde ettiği gücü Raphael'e karşı kullanmıştı. Bu bağlamda Cennet'teki "taht kavgası" nı sonuçlandırmış ve Cennet'in yeni patronu olmuştu. Hatta kendi değimiyle tanrı olmuştu. Bizimkilerden de kendisinin önünde diz çökmelerini, aksi takdirde onları öldüreceğini söylemişti.

Hepimiz tahmin edebileceği üzere bizimkileri öldürmedi. Zaten Bobby direkt boyun eğdi ve önünde eğildi. Bu sırada Castiel, zoraki ve korkuyla yapılan bir şey olduğu için durmasını istedi bizimkilerden. Daha sonra, bir daha karşıma çıkmayın deyip mekanı terketti.

Ben Castiel vs Dean-Sam savaşı olacağını düşünüyordum bu sezonun ama öyle olmadı. Castiel içindeki ruhları hapsetmekte zorluk çekmeye başladı ve onları bırakması gerekti. Tabii bundan hemen önce Dean ve Sam, "Tanrı'yı öldürebileceğini" söyleyen Death'i kullanmaya karar verdiler. Bu yüzden Death'i bir büyü ile bağladılar ve Castiel'in karşısına çıkarttılar. Death, Castiel'i öldürecekken Castiel onun büyüsünü kırdı ve Death de onu öldürmekten vazgeçti. Ardından Dean ve Sam'e tekrar Araf'ın kapısını açacağını söyledi; çekti gitti.

Death vs Castiel. Death'in Castiel'i
öldürüşünü görmek isterdim.
Castiel içindeki ruhları daha fazla tutamayacağını anlayınca Dean ve Sam'den yardım istedi. Death'in söylediği saatte kapının açılacağı yere gittiler ve Castiel ruhları bıraktı. Fakat bu sırada bir terslik oldu ve Castiel'in içinde tutunmayı başaran bir kaç yaratık olduğu anlaşıldı. Bunlar, Death'in de bahsettiği ve Araf'ın yapılma sebebi olan çok çok tehlike yaratıklar; Leviathan'lardı. Castiel'in içinde tutunmayı başaran Leviathan, Castiel'in kontrolünü eline aldı ve bizimkilerle karşı karşıya geldi. Bu sırada da sezonun ilk bölümü sona erdi.

Bunun yanı sıra Sam'in karşısına Lucifer çıktı ve hepimizi şok eden sözler sarfetti. Sam'in dışarda değil hala kafeste olduğunu söyledi ve bu durumun sadece kendisinin yaptığı bir şakadan ibaret olduğunu söyledi. Yani, Sam'in kafesten kurtulduğunu düşünmesini sağladı ve bir bakıma fake bir Sam'i dünyaya gönderdi. Şaşırdık.

7. sezon neyin etrafında dönecek gayet açık gibi duruyor. Muhtemelen bu sezonun ilk yarısı direkt olarak Leviathan ve Sam'in kafesten kurtarılması temaları üzerinde dönecektir. Ardından başka bir dal bulunacak ve dizi o dala kaydırılacaktır. Sezonun sonu da, o yeni dalla alakalı bir şekilde bitecektir. Bakalım nasıl olacak...

20 Eylül 2011 Salı

How I Met Your Mother - 7. Sezon

Diziler bir bir geri dönmeye başlıyor artık. How I Met Your Mother geri döndü. Şu an Supernatural ve Dexter'ın dönmesini dört gözle bekliyorum -özellikle Supernatural-.

Lily... Benim Annem Bir Melektir dizisindeki Hasıla gibi vücut yapmış. Berbat ötesi.

Artık bu sezon bir şeyler olur beklentisi içerisindeyim ama görüldüğü kadarıyla bu sezonda da "anne" yi göremeyeceğiz. Ted çocuklarına hikayenin daha çok uzun olduğundan falan bahsetti. İlk bölüm Barney'ni düğününden başladı. Fakat o noktada bir flashback ile olayı çok farklı bir yere çektiler ve dizi de o flashback noktasından itibaren başlamış oldu. Hatta ikinci bölümde de o başlangıç noktasından anlatılan hikayenin sonrasında olanlar niteliğinde bir devam bölümü oldu.

Barney ve Robin'in dansı hoştu.
Robin'in Barney'e karşı hala bir şeyler hissediyor olması çok güzel. Gayet yakışıyorlardı ve Barney'ni düğünü de Robin ile bence. Nora'ya tekrar döndü Barney; bu sağ gösterip sol vurma taktiği olacaktır. Nora'ya çekiyorlar ilgiyi ama muhtemelen bir şekilde Barney ve Robin birleşecek. Bundan eminim. Zaten dikkatli düşünürseniz Barney ve Ted'in düğün öncesi konuşmalarının hemen ardından Lily geliyor ve "Ted, gelin seninle konuşmak istiyor" diyor. Bu da demek oluyor ki gelin Robin. Çünkü Nora olsa Ted ile ne konuşabilirler ki?

Bunun yanı sıra bir diğer çarpıcı nokta ise tabii ki Victoria'nın geri dönmüş olması. Ted, hayatının kadını olarak lanse ettiği hatunlar arasında belki de en çok ona değer vermişti ve onun zamansız çekip gitmesi her şeyi alt üst etmişti. Şimdi ise tesadüfen karşılaşıyorlar ve ilk bakışma sonrasında anlıyoruz ki aşkları tekrardan alevlenecek. Victoria önceden daha hoş bir hatundu, şimdi şişmiş öküz gibi olmuş. Herhalde gittiği yerde bakımı gayet iyiydi =D.

Her neyse... Güzel bir başlangıç oldu bence. Victoria'nın dönüşü güzel oldu. Yine de Victoria'nın anne olacağını pek sanmıyorum. Hikaye daha çok uzun dedi Ted. Ve bu bağlamda bu dizi en az 2 sezon daha gider. Victoria muhtemelen bu sezonu atlatmak için ortaya atılmış çerezlik bir hatundan öteye gidemeyecektir. Olsun, Victoria ile nasıl ayrılacaklarını görmek için bile izlenebilir yani bu ilişki etrafında dönecek olan olaylar. Onun haricinde Ted hiç kimsenin peşinden koşmasa bile izlenir. How I Met Your Mother, her şartta izlenir.


15 Eylül 2011 Perşembe

Fifa 12 Demo

Uzun zamandır oyunlarla ilgili bir şeyler yazmıyordum. Zaten son dönemde oyunlara olan ilgim yok denecek kadar azalmıştı. BSC'ye yazar olarak girip, oyunlardan uzaklaşma durumumun önüne geçmek istedim ancak o da çare olmadı. 2 ay kadar siteye haber girdikten sonra geçtiğimiz 3 aydır hiçbir şey girmedim. Bu yüzden olsa gerek editör hesabımı kapatmışlar. Yaz aylarında kışın olduğu gibi boş vaktim olmadığı için pek haber giremiyordum BSC'ye. Bu nedenle hem oyun dünyasından tekrar uzaklaştım hem de elimdeki editörlük hesabı da gittik. Her neyse. Fifa 12 ve PES 2012'nin demoları yayınlandı geçtiğimiz günlerde. Her ikisini birden denedim ve izlenimlerimi yazmak istiyorum.

Zamunda'dan oyunu çektikten sonra bilgisayarım yükledim. Masaüstü bilgisayarımın klavyesi bozulduğu için bilgisayarı açamadım ve Laptop'ta oyunu oynamak zorunda kaldım. Benim laptop pek bir hantal, oyunu pek akıcı oynatamadı. Bunu neden söylüyorum, çünkü PES'i gayet akıcı oynadım. Neyse, Fifa'yı oynamak üzere Koray'ın yanına gittim ve orada oynadım.

Çok garip bir kontrol sistemi yapmışlar. Fifa 2011'i oynamadım. Eskiden tüm Fifa ve PES serisi oyunlarını piyasaya sürüldüğü an oynardım; ancak geçtiğimiz seneki oyunlardan uzaklaşma dönemim sebebiyle ne PES'i ne de Fifa'yı oynadım.

Kontrollar bok gibiydi. Değiştirmek istedim, değiştiremedim. Değiştirmek istediğim şeye tıklıyorum, ardından butonu seçiyorum ama seçilmiyor. Sonra bıraktım bu olayı ve girdim oyuna. Manchester City'yi seçtim takım olarak. Oyunun açılışı çok hoş. Girişteki sunumlar falan oldukça güzel. Beğendim. Maça başladığımda kontrolleri anlamaya çalışırken zaten ilk yarıyı geçtik. Daha sonra ısındım oyuna ve biraz keyif almaya başladım.

Son 2 senedir yokları oynayan Kaka umarım bu sezon eski performansına kavuşur.

Koşma tuşunu bulamadım ve öyle oynamak zorunda kaldım. Zaten sırf bu kontroller yüzünden asla çok keyifli olamadı oyun. Top çalma olayını çok beğendim. Onun haricinde geçtiğimiz yıl geliştirilen pasın şiddetini ayarlama olayı çok hoş. Ben zaten 2005'ten beri bunu istiyordum hep. Kendin kontrol etmek gibisi var mı ya...

Grafik konusunda pek fazla bir şey söyleyemeyeceğim, laptopta pek iyi bir grafik performansı alamadık. Ama eminim ki oldukça başarılıdır, özellikle konsollarda. Fifa 11 gayet harikaydı zaten ve ondan kötü olma ihtimali olmadığına göre Fifa 12'nin; başarılı olacağı kesin yani.

İki maç yaptım ve pek fazla keyif alamadım açıkçası. PC'de Fifa hala tat vermiyor gibi geldi bana. Geçtiğimiz yıl öve öve bitirilemeyen bir Fifa vardı piyasada, bu sene de muhtemelen öyle olacaktır ama PC versiyonu için olacağını sanmıyorum. Sarmıyor çünkü. PES daha çok sardı beni. Onunla ilgili izlenimlerimi de yazacağım buraya.

11 Eylül 2011 Pazar

Scuba Diving Yaptım

Scuba Diving logosu.
Yaklaşık olarak 20 yıldır Kaş'ta yaşıyorum, yani doğduğum bu yana. Kaş, Türkiye'nin önde gelen dalış merkezlerinden biri ve ben ömrümde bir kez bile dalış yapmamıştım. Taa ki bugüne kadar.

Kemal'den çıktı fikir. Begonvil'de çalışan bir yakını sokmuş kafasına dalış işini. Bana sordu, ben de tamam dedim tabii ki. Çünkü dediğim gibi 20 yıldır buralarda yaşayıp bir kez bile dalmamak çok boktan bir durum gibi geliyordu hep. Aynı durumu paraşüt için de yaşıyorum.

Bugün öğlen Begonvil'in ofisine gittik. Orada hoca tarafından kısa bir video seyrettirildi bize. Pek gerekliliği yok gibiydi aslında çünkü zaten orada gösterilen şeyleri teknede de birebir olarak anlattılar. Her neyse... Videodan sonra tekneye geçtik. İlk biz gelmiştik tekneye ve boştu komple. Zamanla dolmaya başladı. Bu sırada hoca bize brifing verdi. Kullandığımız ekipmanları anlattı tek tek. İşaretleri falan gösterdi. Pek fazla bir şey yoktu. Scuba Diving, eğitim ile yapılan bir şeymiş. İlk önce belli başlı kurslara gidip, kurslarda teorik bilgiyi aldıktan sonra pratikte kullanılan bir spormuş. O yüzden bizim yaptığımız dalışın adı deneme dalışı olarak geçiyordu ve fazlasıyla basitti.

Olay bu, fazla söze gerek yok.
Dalacağımız yere ulaştığımızda, bizden üst kademedeki dalgıçlar daldıktan sonra sıra bize geldi. İlk olarak ben daldım. Ekipmanımı hazırladılar ve ardından atladım denize. Hoca tüm dalış boyunca üzerimdeydi. Tüpüme tutunmuş bir vaziyetteydi hatta. Yönümü falan bile o ayarladı. Ben sadece mal mal etrafı seyrettim ve ayaklarımla kendimi ittim; o kadar. Deneme dalışı zaten bundan ibaretmiş.

Yaklaşık 20-30 dakika kadar sürdü dalışım. En fazla 4-5 metreye kadar indik. Çok güzel ilginç balıklar gördüm. İsimlerini bilmiyorum tabii ama bu konuda şanslı olduğumu hoca da söyledi. Pek görünmeyen balıklar görme fırsatım olmuş.

Dalmak gerçekten çok harika bir şeymiş. Zaten çok fazla müdavimi olan bir sektör dalış sektörü. Mavi Bar mesela, sırf dalışçıların mekanı ve Kaş'ın en işlek barı. O derece potansiyelli bir sektör. Zaten Mavi'nin önünden geçerken görmeye aşina olduğum hemen hemen tüm insanları dalış hocası veya o sektörde bir eleman olarak görmek mümkün. Her neyse...

Teknemiz.
Denizin altı çok güzel. Farklı bir dünya gibi. Her şeyi unutuyor insan ve sadece etrafı seyredip keşfediyor; o kadar. Dalışımın  ilk dakikalarında Bioshock'ın ilk bölümü geldi aklıma. Rapture'a giriş yaptığımız bölümün hemen öncesinde asansör ile Rapture'a indiğimiz ve etrafı seyrettiğimiz anlar. Benziyor yani. Çok güzel.

Devam etmek isterim aslında bu dalış olayına. Çünkü gerçekten çok çok güzel. Eğitimini alıp devam etmek istiyorum gibi. Eğer kışımı Kaş'ta geçirecek olursam başlayabilirim kurslara.

9 Eylül 2011 Cuma

Back to the Future IV

Doktor, gökten inmekte olan bir
penise bakar gibi bakıyor.
Evet. Bugün itibariyle Back to the Future serisinin yeni bir halkasının çekileceği duyuruldu. Film 2012'de gösterime girecekmiş. Gerçekten bayağı bir mutlu oldum. Normalde sinema sektörünü pek takip etmem, çok fazla film izlerim ama takip etmem yenilikleri. Bu durum ise farklı. Back to the Future serisini özel bir şefkat ile sevmişimdir hep.

Bu haberin şerefine seriyi tekrardan izlemeye karar verdim ve bugün ilk iki partı izledim. Çok eğlendim. Neyse. Yazacak pek de bir şey yok aslında. Niye bu yazıya başladığımı zaten pek kestiremedim şu an. Sanırım Back to the Future'a olan sevgimin ve saygımın göstergesi olan bir yazı bulunsun istedim blogta.

Yeni filmin trailer'ı da var bir tane. Onu da koyalım buraya.



Edit: Yalanmış.

8 Eylül 2011 Perşembe

Özel Yetenek Sınavı Günlüğüm Vol. 2

Dün yazının birinci bölümünü yazmış ve yayınlamıştım. Aslında tek seferde yazacaktım ama sıkıldım yazarken, o yüzden ikiye bölmek istedim. Şimdi devam ediyorum kaldığım yerden.

Grafimania ile olan ufak sohbetimizin ardından sınavın yapılacağı yere doğru hareket ettim. Kendime güzel bir yer seçmek amacıyla keşif yaptım ilk olarak. Atölyede hep aynı açıda takılıyordum ve o açıya benzer bir açıda olsun istedim oturacağım yeri. Bu uygun olarak seçtim bir yer ve oturdum. Sol yanıma cüsseli bir herif oturdu. Hep bir şeyler söyledi bu herif, gelen geçen insanlar hakkında yorum yapıyor falan, gülüyor eğleniyor. Kazanır mısın diye sordum, kazanırım dedi. Gerçekten de kazandı. Neyse.

Bizim model hatun geldi oturdu. Gerçekten bayağı sağlam bir hatundu. Yanımdaki cüsseli herif de aynı görüşteydi benimle. Beğendik kısacası. Üzerinde askılı bir şey vardı. Altında vücuduna yapışık bir blue jean. Ayakkabısı ise Onitsuka Tiger'dı. Pantolonunun yapışık olması kötüydü bizim için ama nasıl olsa benim için bir şey farketmeyecekti. Başladık çizmeye. Yanımdaki heri ayağa inmişken ben hala kafa ile uğraşıyordum. Derken tonlamaya falan girdim. Yarak gibi oldu. Hiçbir boka benzemedi. Ama atölye ortamında yaptıklarımın yanında fena da olmadı hani. Ama yanımdakiler öküz gibi çiziyordu, onlarla kıyaslanamayacak kadar kötüydü benim çizim. Her neyse, çıktım daha sonra kağıdımı vererek.

Dışarda bekledim biraz, Hakan abi'de çıksın diye. O da çıkınca yemek yemeye gittik. 20 dakikalık bir bekleyişin ardından yemek sırası bize geldi ve köftelerimizi alıp masaya geçtik. Yedik ve kalktık. Zaten ikinci aşamanın saati geldi ve biraz daha oturduktan sonra girdik yine sınav alanlarımıza. Benim yer doluydu bu kez. 3 embesil kız kapmış yerimizi, o yüzden başka bir yere oturdum. Benim yanımda oturan bir başka erkek çocuk da yeri kapılmış olduğu için benim yan tarafıma oturdu. O yerin asıl sahibi olan kız geldi sonra ve o çocuğu kaldırdı. =D Çok komik bir görüntüydü. Git yerimden falan dedi, çocuk da mal gibi kalktı gitti.

İmgesel konusu: Kadın, kahvaltı yaparken dışarıda sert esen rüzgar mutfağın penceresini açarak perdeyi havalandırır. Havalanan perde kahvaltı masasındaki çaydanlığın devrilmesine sebep olur.

Her neyse. İmgesel konusu elimize bir kağıt ile verildi. Etrafımdakiler çizmeye başladı ama bende tık yok. Biraz düşündükten sonra çift kaçışlı perspektif ile bir oda yapıp, bir masa kurmayı ve pencere yapmaya karar verdim. Klasik sıradan bir çizim olacaktı. Başladım odayı yapmaya, masayı yapmaya... Derken etrafımdakilere bakıyorum, adamlar bitirdi nerdeyse. 20 dakikada millet komple bitirdi eskiz atmayı ve tonlamaya falan geçti. Ve etrafımdakilerin hiçbiri perspektif ile falan uğraşmadı. Direkt figürü yerleştirip etrafına odayı koydular. Bense tam tersini yapmaya kalktım ve çok sikindirik oldu. Moral olarak çöktüm zaten ben. Kalemi bıraktım, etrafımdakileri seyretmeye başladım. Solumdaki kız gerçekten çok iyi çiziyordu. Zaten sonuçlara baktığımda adını gördüm, Resim bölümüne birinci sıradan girmiş. İlk sınavda yanımda oturan herif de Seramik'e ikinci sıradan girmiş. Hep iyi çizenler denk geldi yani yanıma.

Daha sonra baktım benim çizimden bir cacık olmayacak. Verdim kağıdı çıktım. Niyeyse hiç üzülmedim veya pişman olmadım. Üzerimden bir yük kalkmış gibi hissettim. Zaten resim yapmaktan hiçbir zaman keyif almadığım için boktan bir yola girmektense girememiş olmak daha iyi geldi. Şu an gayet mutluyum, ikinci tercihlere bel bağlayacak olmaktan.

7 Eylül 2011 Çarşamba

Özel Yetenek Sınavı Günlüğüm Vol. 1

Evet arkadaşlar. Üzerimden büyük bir yük kalktı. Geçtiğimiz gün Çanakkale 18 Mart Üniversitesi'nin Güzel Sanatlar Fakültesi'nde yer alan Plastik Sanatlar bölümünün Özel Yetenek Sınavları'na girdim. İçimde az da olsa bir umut var mıydı? Vardı.

Muğla'dan bir götüntü. Google'dan aldım
direkt ve gerçekten köy gibi.
5 Eylül sabahı saat 9:30'da yola çıktım. Sırasıyla Fethiye, Muğla, Aydın, İzmir'den geçtim ve son olarak Çanakkale'ye ulaştım. Daha önce bu güzergahtan en son 5 yıl önce gitmiştim ve az biraz hatırlıyorum onu da. Neyse, şu an ki izlenimlerimi söylemezsem olmaz. Fethiye, bilindik Fethiye, geçiyorum. Muğla... Bildiğin bizim Bezirgan gibi. Dağa çıkıyorsun ve çukurumsu bir alana kurulmuş bir şehir. Her taraf tarla dolu, ufak bir betonarme alan var o kadar. Köy gibi yer, hiç sevmedim. Aydın fena değildi. Niyeyse pek bir beğendim. Biraz daha derli toplu geldi ve Antalya'yı anımsattı bana. İzmir'e ise çok fena hayran kaldım. Yok böyle bir şehir, bildiğin metropol yahu. Ne güzel yermiş, yaşamak isterdim. Mahalle aralarından geçti otobüs, bir ara futbol oynayan çocuklar gördük mahalle arasında; hala var demek ki böyle çocuklar. Şaşırdım bayağı.

Google'a KYK yazınca bu oda resmi
çıkıyor ama alakası yoktu bizim odanın
bu fotoğraftakiyle.
Neyse. Gece 24:00 sularında Çanakkale'ye vardım ve KYK Yurtlarına giriş yaptım. Aslında bir otele rezervasyon yaptırmıştım ama sonradan planlar değişti ve KYK'ya geldim. Giriş yaptım, sikindirik bir oda verdiler. Ben otel kıvamında bir yer bekliyordum ama yok. Odada tuvalet falan hiçbir bok yok. Neyse, biraz uzanayım dedim. Zaten 15 saat yol çektiğim için uykum vardı ama gözüme uyku girmedi. Direkt toparlandım ve kalktım, kapıya gittim. Otele gitmeye karar vermiştim çünkü. Ancak salmadılar kapıdan. İmza attığım için sabaha kadar burada kalmam gerektiğini söylediler. Karnım da açtı bayağı. Aç aç yattım yıllar sonra. Evde bile her zaman yatmadan önce bir şeyler yerim. Yiyemedim burada. Neyse, zor da olsa uydum ve sabah 8:30'da uyandım.

Uyandığımda yapmam gereken çok şey vardı. İlk önce kahvaltı birincil ihtiyaç. Sonra bir kırtasiye bulup duralit almam gerekiyordu. Sonra da kampüsü ve sınava gireceğim yeri bulmam gerekiyordu. Sınav 10:30'da başlayacaktı. Hemen yola koyuldum tabii. Sabah bayağı aç olmama rağmen niyeyse yemek istemedi canım bir şeyler. Yolda takıldım biraz, insanlara yol sordum. Kampüsün yolunu öğrendim, atladım dolmuşlardan birine ve gittim kampüse.


Kampüs buydu. Bİraz kurak gibi ama
denize sıfır olması çok hoş.
Kampüs güzel geldi. Niyeyse Çanakkale'yi sevdim hafiften zaten de neyse... Öğrencilerin takıldığı bir alan vardı, orada kırtasiye varmış, daldım hemen tabii ben. Bir duralit, bir kaç tane de kalem aldım. 2B, 3B, H, 2H. Aldığım kalemler bunlardı. Her zaman ki klasik kalemliğim yanımdaydı, onun içine koydum kalemleri ve çıktım. Sırada sınava gireceğim yeri bulmak vardı. GSF'nin Yemekhanesi'nin yerini sordum kırtasiyede, tarif ettiler ve gittim. Sınav yeri kalabalıktı. Orada GSF Forum'dan arkadaş Hakan "grafimania" Çelebi'yi gördüm ve tanıdım hemen. KYK Yurt'unu o önermişti bana, gittim tabii hemen yanına. Kısa bir sohbet geçti aramızda, ardından sınav mekanlarımıza gitmek için ayrıldık.

3 Eylül 2011 Cumartesi

Domain - Film - Çanakkale

Evet, blogu bayağı bir boşladım. Aslına bakarsanız güzel bir sebebim var. Bloga giriş yapamıyorum. Enom denen sikimsonik domain firmasının yabancı ülke tabanlı olması sebebiyle sıradan bir yönlendirme işlemini bile gerçekleştirmemesinden ötürü bloga .com adresli domain'im ile giriş yapılamıyor. E öyle olunca da giresim gelmiyor, hevesim kaçıyor. Ama bugün buna bir çözüm getirdim ve domain'i taşıma kararı aldım. Türkiye'den bir firmaya taşıyorum domain'imi. Gerekli işlemlere başladım, Google efendiden cevap bekliyorum.

Hatunun saçları çok güzel. Özellikle mavi hallerini çok beğendim.
Son dönemde çok fazla film izledim. Blogu bir ara sırf film yorumları ve eleştirileri ile dolduruyordum, o günleri düşününce bu kadar film izlemişken onları bloga aktarmamama şaşırdım. Neler izledim, bir düşüneyim, sayayım. The Prestige, Eternal Sunshine of the Spotless Mind, Kill Bill, Requeim for a Dream. Aklıma bunlar geldi ilk olarak, aslında pek de fazla değil gibi. 5 tane film =D. Ama daha var, şimdi aklıma gelmedi.

Bu arada yerleştirme sonuçları açıklandı ve hiçbir yer tutmadı. Olacak iş değil, bayağı bir şaşırdım cidden. Onun haricinde GSF denemeleri kapsamında Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi'ni deneyeceğim. Pazar günü çıkıyorum hatta yola. Önce İzmir'e, oradan da Çanakkale'ye geçeceğim. Salı sabahı da sınav olacak. Duyduğum kadarıyla çok az talep varmış o okula. Hatta ben başvuru yaptığımda 100 kadar başvuran olduğu söyleniyordu. 110 kişilik kontenjan var zaten, eğer 200 kişi katılsa yüzde 50 şans var demektir. 3 aydır elime kalem almadım ama bakarsınız tuttururum bir şeyler. Hiç belli olmaz yani şu şartlarda sonucun ne olacağı.

Grup işlerine de başladık Enes'in Kaş'a gelmesiyle birlikte. Hiç kasmadan takılıyoruz kafamıza göre. Ona rağmen 15-16 parça hazır diyebileceğimiz seviyede. O derece yani. Bir vokal olsa, 2 haftada barda çalacak kıvama geliriz. Geçtiğimiz günlerde barda çalan insanları biraz daha dikkatli etüt ettim. Hiçbir şey yaptıkları yok vallahi. Barda çalmak çok ama çok basit. Hiçbir zorluğunu göremedim ben. Ayrıca hata götüren bir yer bar, hiç kasmana gerek yok yani. Çok über insanlar da dinlemediği için repertuar konusunda da pek fazla sıkıntı yaşanmaz bence. Dinleyen sarhoş, ne çalarsan çal havaya giriyor adam.

Yaz içindeki planlarımdan ve hedeflerimden biri araba kullanmayı geliştirmek ve araba ile gezip tozacak kadar pratiğe sahip olmaktı. Bunu yaptım. Artık araba ile her yere gidiyorum. Kendime ait anahtar bile yaptırdım, istediğim an çıkabiliyorum. Araba çok keyifli gerçekten. NFS'de sürüş takımı ile oynadığım ve haz aldığım günler aklıma geliyor; o bile çok keyifliyken direkt gerçek hayatta sürmek inanılmaz keyifli.